Bütün imkânlarıyla Hak cephesine saldıranların amaçlarına ulaşmak için yıkmaları
gereken en önemli bir kale, onların birlikleri, kardeşlikleri ve birbirleri ile olan
dayanışmalarıdır. Çünkü, onlar birbirlerine dayanarak, birbirlerine yardım ederek ve
birbirlerinden beslenerek en güçlü bir kaynağa ve güce ulaşmış olurlar.
Bediüzzaman Hazretleri, bu uğursuz kötülük temsilcilerinin bu hedeflerine ulaşmak
için Hizmet erlerini en zorlu yerlere koyup türlü türlü mağduriyetlerle karşı karşıya
bırakması karşısında onların dağılıp çözülmemeleri ve birbirlerine düşmemeleri
hususunda etrafındakilere sürekli telkinlerde bulunmuşlardır:
“Gerçi yeriniz çok dardır; fakat kalbinizin genişliği o sıkıntıya aldırmaz. Hem
yerlerimize nisbeten daha serbesttir. Biliniz, en esaslı kuvvetimiz ve nokta-i
istinadımız tesanüddür (dayanışma).
Sakın, sakın bu musibetlerin verdiği asabîlik cihetiyle birbirinizin kusuruna
bakmayınız. Kısmet ve kadere itiraz hükmünde olan şekvâlar ve "Böyle olmasaydı
şöyle olmazdı" diye birbirinizden gücenmeyiniz…
Biz sabır ve şükür ve kazâya rıza ve
kadere teslimle mukabele ederek tâ inayet-i İlâhiye imdadımıza gelinceye kadar, az
zamanda ve az amelde pek çok sevap ve hayrat kazanmaya çalışmalıyız.” (Onüçüncü
Şua)
Sebeplere bakarak birbirinizi suçlamayın.
Böyle durumlarda, hadiselerin dış yüzündeki sebeplere bakarak birbirlerini
suçlamakla Hizmet’e çok büyük zararlar vermek yerine, bu hadiselerin arkasındaki
asıl kaderin takdirine ve Allah’ın (CC) bunlara izin verip yaratmasındaki hikmetlere
odaklanarak bu zorlu imtihanlardan hem kendileri hem de davaları adına büyük
kazançlar elde etmeye çalışmak lazımdır:
“Bu dünyanın hayatı pek çabuk değişmesine ve zevâline (yok olmasına)
ve fenâ ve fâni, âkıbetsiz (neticesiz) lezzetlerine ve firak (ayrılık) ve iftirak (ayrılmalar,
dağılmalar) tokatlarına karşı bir ehemmiyetli medar-ı teselli ise, samimi dostlarla
görüşmektir.
Evet, bazan birtek dostunu bir iki saat görmek için, yirmi gün yol gider ve yüz lirayı
sarf eder. Şimdi bu acîp, dostsuz zamanda samimî kırk elli dostunu birden bir iki ay
görmek ve Allah için sohbet etmek ve hakikî bir teselli alıp vermek—elbette başımıza
gelen bu meşakkatler (zorluklar) ve zâyiat-ı mâliye (finansal kayıplar), ona karşı pek
ucuz düşer, ehemmiyeti kalmaz.
Ben kendim, buradaki kardeşlerimden on sene firaktan sonra bir tekini görmek için
bu meşakkati kabul ederdim. Teşekkî (şikayet), kaderi tenkit; ve teşekkür, kadere
teslimdir.” (Onüçüncü Şua)
Evvel âhir tavsiyemiz, tesanüdünüzü muhafaza ediniz
“Evvel âhir tavsiyemiz, tesanüdünüzü muhafaza; enâniyet, benlik, rekabetten
tahaffuz (korunma) ve itidal-i dem (soğukkanlılık) ve ihtiyattır (tedbirli
olmaktır).”
Üstad Hazretleri talebelerinin sabır ve metanetlerini arttırmak ve birbirleriyle
dayanışmalarını koruyabilmek için kendisinin maruz kaldığı şiddetli zulümleri onların
nazarına verip onlardan da şükür içerisinde bir sabır, sadakat ve dayanışma
istemektedirler:
“Sizi müteessir etmek veya maddî bir tedbir yapmak için değil, belki şirket-i
mâneviye-i duaiyenizden daha ziyade istifadem için ve sizin de daha ziyade itidal-i
dem (soğukkanlı) ve ihtiyat ve sabır ve tahammül ve şiddetle tesanüdünüzü
muhafaza için bir halimi beyan ediyorum ki:
Burada bir günde çektiğim sıkıntı ve azabı, Eskişehir'de bir ayda çekmezdim. Dehşetli
masonlar, insafsız bir masonu bana musallat eylemişler, tâ hiddetimden ve
işkencelerine karşı "Artık yeter" dememden bir bahane bulup, zâlimâne
tecavüzlerine bir sebep göstererek yalanlarını gizlesinler.
Ben, harika bir ihsan-ı İlâhî eseri olarak şâkirâne sabrediyorum ve etmeye de karar
verdim.” (Onüçüncü Şua)
Hazret-i Bediüzzaman aynı zamanda, talebelerin nasıl hareket etmeleri ve ne gibi
fedakarlıklarda bulunmaları gerektiğine dair de önemli taktikler vererek onlara bir yol
haritası da çıkarmışlardır:
“Bu vaziyete karşı gayet ihtiyat ve mümkün olduğu kadar eski mahpuslardan
gücenmemek ve gücendirmemek ve ikiliğe meydan vermemek ve itidal-i dem ve
tahammül etmek ve mümkün olduğu derecede bizim arkadaşlar uhuvvetlerini ve
tesanüdlerini tevazu ile ve mahviyetle ve terk-i enâniyetle takviye etmek gayet
lâzım ve zarurîdir…
Hem, belki karşımıza aldanmış veya aldatılmış bazı hocalar ve şeyhler ve zâhirde
(görünüşte) müttakîler (takva sahipleri) çıkartılır. Bunlara karşı vahdetimizi
(birliğimizi), tesanüdümüzü muhafaza edip onlarla uğraşmamak lâzımdır,
münakaşa etmemek gerektir.” (Onüçüncü Şua)
Hazret-i Üstad, bir taraftan da acaba bu musibetlerde zayıfların hali ne olacak, onların
sıkıntıları nasıl telafi edilebilir arayışındadır:
“"Bir kısım zayıf kardeşlerimiz muvakkaten vazgeçseler, belki kendileri bu belâdan
kurtarılır" diye izin vermek istedim.
Birden ihtar edildi ki: Bu derece alâkası devam eden ve iki defa bu imtihana giren
ve mukàbilinde bu kadar zahmet çektikten sonra faidesiz, zararlı, kalben vazgeçmek
değil, belki yalnız onları aldatmak için sırf zâhirî bir içtinap gösterebilir. Yoksa hem
kendine, hem bizlere, hem kudsî mesleğimize zararı dokunur; cezası olarak, aksi
maksadıyla tokat yer.” (Onüçüncü Şua)
Hazret-i Bediüzzaman, bu kadar ağır şartlar altında sabreden, sadakat gösteren,
birlik ve beraberliklerini muhafaza eden hizmet erlerinin baha biçilmez bir kıymete
sahip olduklarını ve bu duruşları ile davalarının doğruluğuna en büyük bir delil
olduklarını ve bu insanların Allah dostları arasında yüksek bir makama
yükseldiklerini ve onlarda görülebilecek bir takım kusur ve noksanların onları bu
yüksek makamdan düşürmeyeceğinin altını çizmektedirler:
“Eğer perde-i gayb açılsa, bu sebatsız zamanda böyle sebat gösteren ve bu yakıcı,
ateşli hallerden sarsılmayan bu samimî dindarlar ve ciddî Müslümanlar eğer her biri
bir velî, hattâ bir kutup görünse, benim nazarımda şimdi verdiğim ehemmiyeti ve
alâkayı pek az ziyadeleştirecek; ve eğer birer âmî ve âdi görünse, şimdi verdiğim
kıymeti hiç noksan etmeyecek diye karar verdim. Çünkü böyle pek ağır şerait altında
iman kurtarmak hizmeti, her şeyin fevkindedir…
Sizin hapis meyveleriniz, benim nazarımda Firdevs meyveleri gibi hoştur, kıymetlidir.
Benim sizler hakkında büyük ümitlerimi ve dâvâlarımı tasdik ve tahkik ettiği
gibi, tesanüdün kuvvetini pek güzel gösterdi.
O mübarek kalemler birleştikçe, üç dört eliflerin birleşmesi gibi üç-dört yüz kıymetini
bu kadar ağır tazyikat altında izhar eyledi. Ve bu müşevveş şerait içinde vahdetinizi
muhafaza eden hâlet-i ruhiye, dünkü dâvâmı ispat ediyor.
Evet, temsilde hata yok, nasıl ki büyük bir velî, küçük bir Ashâb kadar hizmet-i
İslâmiyede Ehl-i Sünnetçe mevki almadığı gibi, aynen öyle de, bu zamanda hizmet-i
imaniyede hazz-ı nefsini bırakıp ve mahviyet ile tesanüd ve ittihadı muhafaza eden
bir hâlis kardeşimiz, bir velîden ziyade mevki alıyor diye kanaatim gelmiş ve siz
daima bu kanaatımı takviye ediyorsunuz. Cenâb-ı Hak sizlerden ebediyen razı
olsun. Âmin.” (Onüçüncü Şua)
İnşallah sonraki yazıda devam edelim…