ZORLU DÖNEMLERLE BAŞA ÇIKMA YOLLARI 8
Bediüzzaman Hazretlerinin, her zaman imana ve Kur’an’a düşman olan oluşumlar tarafından uygulamaya konulan haince plan ve oyunlarından
“Ürkütmek ve korkutmak ve o mesleğin su-i istimâlatını göstermek” konusunu
önceki yazıda ele almıştık.
Bu yazıda ise “O mesleğin erkânlarının ve müntesibîninin kusuratlarını teşhir etmek” taktiğiyle devam edelim inşallah.
Başta hizmetlerde önde koşturanlar olmak üzere, Hizmet mensuplarının kusurlarını ve hatalarını bularak veya uydurarak ve bunları çoğaltarak yayınlarlar. Bu şekilde Hizmet elemanları arasındaki güven ve itimadı, uhuvvet ve kardeşliği, tesanüd ve dayanışmayı yıkmaya çalışırlar.
Bu metotta asıl hedef hizmetin başındaki zatı karalayıp gözden düşürmektir. Fakat, bu işe öncelikle davada önde görünenleri çürüterek başlarlar. Çünkü, amaç Hizmet içerisindeki insanları devşirmektir. Bu yüzden, herkesin bağlandığı ve güvendiği işin başındaki insana direkt saldıramazlar. Eğer böyle yapsalar, Hizmet insanları nezdindeki kredileri biteceğinden dinlenilmezler. Onun yerine, bir taktik olarak, etraftan dolanarak bu işi yaparlar.
O kadar ki, onun etrafındakiler hepsi problemli, art niyetli insanlardır ve o baştaki zatın bunlardan kurtarılması gerekmektedir ve bu görevi gönüllü olarak bunlar üstlendiklerini iddia ederler. Halbuki neticede, bu çürükleri! etrafında O topladığı için, bütün bu eleştiriler aslında O’nu bitirmeye yöneliktirler. Amaç, O’na olan güven ve sadakat duygularını bitirmektir.
Özellikle de mağduriyetlerin ve zulümlerin çok şiddetli yaşandığı zamanlarda insanları birbirine düşürmek ve birbirlerinin aleyhine çevirmek çok kolaydır. Hocaefendi, süreç boyunca Hizmet insanlarını bu tehlikeli oyuna karşı sürekli uyarmışlardır:
“Şimdi Şeytan, “Yahu iyi bir fırsat, tam; şimdi ben bu insanlarda atf-ı cürüm (birbirlerine suçu atma) duygusunu tetiklemeliyim! Elimde hazır körük var, vesvese körüğü var; bu körük ile bunların üzerine gitmeliyim, o ateşe benzin sıkmalıyım. Bunlara, birbirlerini tecrim ettirmeli; ‘Senin yüzünden oldu! Bu iki tane, üç tane Süfyân ikna edilemez miydi? Yaptığımız şeylerden bazıları onların adına yapılamaz mıydı? Bazı yerlerde bir-iki tane filo onlara verilemez miydi? Bir-iki yerde onların adı bayraklaştırılamaz mıydı?’ demek suretiyle makul gibi şeyler söyletmeliyim.” der.
Dürtükler şeytan…:“Yahu ben bu hazır tabloyu çok iyi değerlendiririm. Nasıl değerlendiririm? Bu defa da mağduriyete, mazlumiyete, mehcûriyete, mahkûmiyete, muzdarriyete, mutazarrıriyete -diyeyim-, mahrumiyete, mütezelliliyete (tezellül yaşamaya, münkesiratü’l-kulûb olmaya) maruz kalmışlar.
Hazır bu türlü şeylere maruz kalmışlarken diğer arkadaşlarına, hususiyle başlarındaki büyüklerine, serkârlarına karşı bunları ayaklandırmalıyım! Sürekli bunların aleyhinde onları dürtmeliyim, konuşturmalıyım!” falan… Böyle bir pozisyonu değerlendirebilir, hafizanallah..”
(Musîbet Zamanı İmtihanları)Hocaefendi bu oyunları nasıl boşa çıkarmak gerektiği hakkında önemli telkinlerde bulunmuşlardır:
“Şimdi birinci husus: Bu mevzuda teâvün düsturunu teshil ederek, esasen onu bir yönüyle birinci disiplin olarak kabul ederek, bu işi devam ettirme mevzuunda tevakkufa girmemektir. Böyle bir teâvün… Şartlar biraz değiştiğinden dolayı, bazı hainler tarafından Hizmet’in önünde değişik engeller ve mânialar oluşturulduğundan dolayı, sizin de stratejilerinizi bir kere daha, yeniden gözden geçirerek, “Öyle değil, şimdi böyle!” falan demeniz… Ve birbirimize ait kusurları görmeyerek, vifak ve ittifak içinde hizmetlerinize devam etmeniz.
Bela ve musibet zamanında atf-ı cürüm dikenleri biter, suçlama dikenleri biter!.. “Beceremediler, yüzlerine gözlerine bulaştırdılar, önlüklerine döktüler!” mülahazalarını şeytan tetikler. İnsanın tabiatında vardır; insan, imanıyla, iz’anıyla, marifetiyle bunları baskı altına alır, kontrol altına alır. Fakat böyle kritik dönemlerde, hortlar hepsi, hortlak gibi ve atf-ı cürümler başlar. İşte o türlü kusurları görmezlikten gelerek -esasen- kardeşler ile vifak ve ittifaka dikkat etmek lazım.
Hazret’in, altı-yedi tane temel disiplin olarak ortaya koyduğu hususlar, “vifak ve ittifak”ı iktiza ediyorken, eften püften -bağışlayın; o, “eften püften” tabirini kullanmıyor; eften püften- meseleler ile birbirimize düşmemiz, Kur’an’ın tecviz edeceği, Sünnet-i Sahiha’nın tecviz edeceği, akl-ı selimin tecviz edeceği ve dinin tecviz edeceği şeylerden değildir. Bence böyle bir dönemde, bütün bunları kafamızdan silip atmak suretiyle, başkalarını suçlamamamız ve atf-ı cürümde bulunmamamız çok önemlidir.”
Böyle zamanlarda, kardeşlerinin kusurlarını görmezden gelerek ve yardımlaşma içerisinde birbirlerine dayanarak hizmetlere devam etmek çok önemlidir.
Hocaefendi bunlara ilave olarak, maddi olarak sıkıntı içerisine düşen kardeşlerinin imdadına koşulmasının zarureti üzerinde durmakta ve bu hususta her türlü fedakarlıkta bulunulmasının önemine vurgu yapmaktadırlar.
Bu uğursuz planları uygulamaya sokan karanlık çevreler daha önce diğer tarikat ve cemaatlerden çoklarını, başlarındaki zatları veya onların önde gelenlerini karalayıp yıpratarak gözden düşürmüşler ve böylece o oluşumları ya yıkmışlar ya da ele geçirip diledikleri istikamette kullanabilmişlerdir.
Bu şekilde aralarındaki birlik ve beraberlikleri zarar gören ve birbirlerinden uzaklaşan insanları gruplaştırmak suretiyle fikir, düşünce ve yol mülahazalarında da ayrılığa düşürürler:
“Şimdi en ziyade bizi ve Nur’ları vurmak ve sarsmak için en fena plân, Nur talebelerini birbirinden soğutmak ve usandırmak ve meşrep ve fikir cihetinde birbirinden ayırmaktır.” (14. Şua)
Risale-i Nur ve günümüzde devamı olan Hizmet hareketine karşı da aynı taktikleri kullanmışlar, ama bu zamanın bu en önemli iman ve Kur’an cemaatına yapılan bu saldırıları Allah (CC) hıfz ve himayesi ile boşa çıkarmıştır.
Ne Üstad Hazretlerini ne de Fethullah Gülen Hocaefendiyi karalayacak malzemeyi bulamamışlar ve Hizmet elemanlarını karalamak ve manipüle etmek için uygulanan oyun ve tuzaklarında muvaffak olamamışlardır.
Davalarına bir zarar gelmesin diye kılı kırk yararcasına ve Kur’an ve Sünnet-i Seniyye çizgisinde bir hayat yaşayan bu insanların hayatlarında onları karalayacak bir şey bulamadıkları gibi, insanların kötü zan besleyebilecekleri yerlerden ve durumlardan da (töhmet mevzilerinden) şiddetle kaçındıkları için onlara yapılan iftiralar da karşılık bulmamıştır.
Kaderi İlahi’nin bir cilvesi olarak, aleyhlerinde açılan mahkemeler, yapılan takipler ve gözaltı süreçleri de haklarında onları suçlayabilecek hiçbir şey bulamayınca, bütün bunlar, onların doğruluklarına ve temizliklerine deliller ve şahitlikler haline gelmiştir:
“Siz, bu şiddetli imtihana girmek.. ve inceden inceye sizi kaç defa “altın mı, bakır mı” diye mihenge vurmak.. ve her cihette sizi insafsızca tecrübe etmek.. ve “nefislerinizin hisseleri ve desiseleri var mı, yok mu” üç-dört eleklerle elenmek; hâlisâne, sırf hak ve hakikat nâmına olan hizmetinize pek çok lüzumu vardı ki, kader-i ilâhî ve inâyet-i rabbâniye müsaade ediyor.
Çünkü böyle meydan-ı imtihanda inatçı ve bahaneci insafsız muârızların karşısında teşhir edilmesinden herkes anladı ki; hiçbir hile, hiçbir enaniyet, hiçbir garaz, hiçbir dünyevî, uhrevî ve şahsî menfaat karışmayarak, tam hâlis, hak ve hakikatten geliyor. Eğer perde altında kalsaydı, çok manalar verilebilirdi. Daha avâm-ı ehl-i iman itimat etmezdi. “Belki bizi kandırırlar” der ve havas kısmı dahi vesvese ederdi. Belki “bazı ehl-i makamat gibi kendilerini satmak, itimat kazanmak için böyle yapıyorlar” diye daha tam kanaat etmezlerdi. Şimdi imtihandan sonra, en muannit vesveseli dahi teslime mecbur oluyor. Zahmetiniz bir, kârınız bindir inşaallah.” (14. Şua)
Yaşadığımız süreçte, Hizmet insanlarına yönelik türlü türlü iftiralarda, suçlamalarda bulundular. Her gün devam eden tutuklamalar ve gözaltına almalar yaptılar. Suç üstüne suçlar uydurdular.
Hayatlarında şiddete asla başvurmamış, bırakın insanları hayvanları bile incitmekten çekinen insanları gözaltına almak ya da tutuklamak için gittiklerinde, en azılı suçlulara ve terör mensuplarına bile yapılmadığı kadar en ağır silahlarla ve teçhizatlarla ve bir ordu gibi kalabalık bir şekilde gittiler. Böylece, Hizmet insanlarının en azılı katillerden ve teröristlerden daha tehlikeli oldukları ve en büyük suçları onların işlediği algısını oluşturup yığınlara bu şekilde kabul ettirdiler.
Allah’ın izni inayetiyle, bütün bu yapılanlar, iftiralar, karalamalar ve suçlamalar güneşe balçık sıvamaktan öte geçmeyecektir ve hakikatlerin çarpıtılmasına, gizlenmesine ve anlaşılamamasına yol açan o uğursuz bulutlar açıldıkça hakikat güneşi de bütün aydınlığıyla ortaya çıkacaktır.
Bu perde ve engeller tamamen kalkınca, iffeti ve masumiyeti tamamen ortaya çıkan ve en büyük bir iffet ve güven abidesi olan Hazret-i Yusuf’a (AS) bütün bir Mısır halkı ve yönetimi teslim edildiği gibi, günümüz insanları da iki dünyalarının saadetine vesile olabilecek Hizmet insanlarının kapısını çalacak ve onlar eliyle sunulacak hakikatlere sinelerini açacak ve tam bir güven ve itimat içerisinde bir kabul ortaya koyacaklardır, İnşallah.
İnşallah sonraki yazıda konuya devam edelim…