VEFA VE SADAKAT GÜNÜ
Yaşanan süreçten dolayı yurt dışında bulunan ve özgürlükleri ellerinden alınmış Türkiye’de hapislerde bulunan Hizmet insanları Anadolu insanının bu acı gününde mağdurların imdadına koşamamalarının ızdırap ve teessürüyle kıvranmaktadırlar. Maalesef, geçmişte olduğu gibi seferber olup bütün imkânlarıyla zor durumda bulunan insanlara sahip çıkamamaktadırlar ve bu durum kendilerine çok ağır gelmektedir.
Zaten, büyük felaketlerle boğuşan ülkenin bir de böyle çok dehşetli bir afetin pençesine düşmesi herkesi derinden etkilemiştir. Bununla beraber, yurt dışından yapabilecekleri her şeyi yapma cehd ve gayreti içerisinde hummalı bir faaliyet içerisinde bulunmaktan da geri durmamakta ve bu büyük yaraya derman olmak için çeşitli yollar aramaktadırlar. Bu hal peygamber davasının yolcularının fıtratlarının gereğiydi ve başka türlü hareket etmeleri de mümkün değildi.
Daha önce yayınlanan Şefkat Güneşi (SAV) nasıl davranırlardı?” başlıklı yazıdan günümüzde yaşanan ve milyonları etkileyen büyük deprem felaketine bakan yönlerine binaen bir parçayı buraya almak istiyorum:
“Allah Rasûlü (SAV) her yönüyle ittiba edilmesi gereken Mükteda-yı Küll olan bir insandır. Hadîs-i şerifte Allah ahlâkıyla ahlaklanmamız gerektiği emredilmektedir. Hz. Aişe (R.anha) annemize O’nun (SAV) ahlâkı sorulduğunda, “Kur’an okumuyor musunuz? O’nun ahlâkı Kur’an ahlâkıdır” cevabını vermişlerdi. O’na ittibâ ettiğimiz ölçüde Allah (CC) ahlâkıyla ahlâklanmış olacağız. Başa gelen her bir hadisede, Allah Rasûlü (SAV) böyle durumlarda nasıl davranmışlardır deyip, O’nun (SAV) hayatı seniyelerine başvurup, hadiselere nasıl tepki verilmeli ve bu durumlarda nasıl bir ahlâk sergilenmelidir sorularına cevaplar aranmalıdır.
“İyi ama o peygamber, biz nasıl öyle olalım ki!..” gibi sözler Efendimizin (SAV) gönderiliş gayesine aykırı sözlerdir. O her haliyle örnek alınması ve ittibâ edilmesi gereken bir insandır. Hizmet insanları için Allah Rasûlü (SAV) ve O’nun hakiki varisleri uyulması gereken en mükemmel örneklerdir. Buna muvaffak olunabildiği ölçüde isabetli hareket edilmiş ve Allah’ın (CC) rızasına uygun bir yol takip edilmiş olunacaktır.
Günümüzde “Hizmet insanları başlarına gelen hadiselerde ve bunlara sebebiyet verenlere karşı nasıl bir davranış ve ahlak sergilemelidirler” sorusunun en güzel cevabını bulabileceğimiz yer bellidir. Bu konuda, Reşit Haylamaz Hoca’nın “Şefkat Güneşi” adlı kitabında “Yardım ve uluslararası diplomasi” başlıkları altında çok önemli bilgiler verilmektedir: “(Uhud Harbi’nden sonra Mekke’de büyük bir kıtlık baş göstermişti.) Ebû Süfyân’ı Efendimiz’e (SAV) göndermiş ve kendileri için yağmur duası talep etmişlerdi! “Yâ Muhammed!” diyordu Ebû Süfyân. “Sen sıla-i rahimi emreden bir insansın; hâlbuki onlar şimdi helak oldular, Allah’a dua etsen de bu sıkıntılar bertaraf ediliverse!”
Kendilerini yurtlarından ve yuvalarından eden, mallarını gasbeden ve Bedir ve Uhut’ta birçok sahabenin vefatına sebep olan bu insanların dua talebine Allah Rasûlü (SAV) icabet etmişler ve yaptığı duanın arkasından Allah (CC) yağmur lütfetmişti.
Bu iyiliğe Mekkeli müşrikler tekrar nankörlük gösterip eski hallerine dönünce, Allah tekrar onlara kıtlık ve türlü türlü cezalar vermişti. Bu kıtlık döneminde Allah Rasûlü (SAV) onlara yardım etmek ve Mekkelileri kazanma adına çok gayret göstermişlerdir. Allah Rasûlü (SAV) Hayber’in Fethi’nden elde edilen ganimetleri ashâbına dağıtmayıp bu büyük serveti develere yükletip Mekkelilere gönderdi.
Şefkat Güneşi’nde bu durum şöyle anlatılır: “İnsanlık tarihi yine bir ilke şahit oluyordu; sürekli incinmiş olsa da bugüne kadar hiç incitmemişti! Her defasında darbe aldığı insanlara bir fiske vurmamış ve şiddete karşı hep şefkatle muamele etmişti. Şimdi de aynısını yapıyordu; kendisini yok etmek için can atanlara el uzatıyor ve içine düştükleri sıkıntıdan onları kurtarabilmek için dillere destan bir servet gönderiyordu!”
Mekke’nin önde gelenleri bu yardımı kabul etmeyip geri çevirdiklerinde Allah Rasûlü (SAV) başka bir taktiğe başvurup bu yardımları Ebû Süfyân’a içinde “Ben sana bunları gönderiyorum; ancak karşılığında, Mekke’de bulunan derileri istiyorum!” yazılı bir mektupla beraber gönderiyordu. Yardımların tekrar geriye çevrilmemesi için karşılığını ellerinde bulunan derilerle ödemelerine imkân sağlayan bir teklifte bulunuyordu. Ebû Süfyân bunun üzerine gelen bu malları kabul edip, Mekke’deki fakirlere dağıtılmasını sağlamıştır.
Bir diğer hadise de şudur; esirken hürriyete kavuşturulunca Müslüman olan Yemâme reisi Sümâme İbn-i Usâl (RA), Rasûlullah’ın (SAV) izin vermesiyle Mekke’ye gelip yarım kalan umre vazifesini yerine getirmek istediğinde, Mekkeliler buna izin vermemiş ve onu öldürme teşebbüsünde bulunmuşlardı.
Yemâme, bu dönemde Mekke’nin tahıl ambarıydı. Kendisine yapılanlardan dolayı, Sümâme (RA) Mekke’ye olan buğday sevkiyatını durdurunca Mekke’liler çok zor bir durumda kalmışlardı. Bundan kurtulabilmek için, gelip Allah Rasûlü’nden (SAV) yardım dilenmişlerdi. Allah Rasûlü (SAV) bunu da kabul etmiş ve Yemame’nin reisine yazdığı bir mektupla bu ambargonun sonlandırılmasını sağlamıştı.
Şefkat Güneşi’nde, Allah Rasûlü’nün (SAV) bu yaklaşım tarzı şöyle ifade edilir: “Demek ki gönül almanın veya gönüle girmenin, problem çözme veya insan kazanmanın en tesirli yollarından birisi de zor zamanlarında insanların yanında olmak, incinse de incitmemek, kötülük yapana da iyilikle mukabelede bulunmak ve mürde gönülleri yumuşatabilmek için elde-avuçta olanla onların yanında olmaktır.
Hep bu çizgiyi temsil eden Allah Rasûlü (SAV), her geçen gün muhataplarındaki kin ve nefretin eridiğini de görüyor, attığı bu adımların zemininde cennet-nümûn bir geleceğin tülleneceği günü bekliyordu! O’nun beklemesi de “aktif sabır” mahiyetindeydi; zahiren duruyor gibi gözüktüğü yerde bile kim bilir kaç türlü hareketi temsil ediyordu!”
Türkiye insanının bütün dertleriyle çok ilgili olan ve bunlar karşısında çok muzdarip olan Fethullah Gülen Hocaefendi’yi de bu yaşanan tabi afet çok dağidar etmiş ve hemen etrafındakilere Türkiye insanına el uzatılması ve sahip çıkılması adına seferber olunmasını istemişlerdir. Bu hususta yaptıkları bazı sohbetleri zaten internet üzerinden yayınlanmıştır.
Buraya, depremle alakalı kendisiyle yapılan konuşmalardan alınan bazı notları önemine binaen paylaşmak istiyorum: “Salondaki hazirundan bazılarına siz ne kadar taahhüt ettiniz diye iki defa sordu ve çantasını getirttirdi. Bir miktar parayı zarfa koyup uzattı: “Ben de sizinle beraber bir katkıda bulunayım.” diyerek zarfı uzattı ve “Bizim kendimizin, bu mevzuda elimizden geleni yapmamız ve başkalarına örnek olmamız gerekiyor. Ben bekliyordum sizden böyle bir teklif geleceğini. Yurt içinde ve yurtdışında iş adamları herkesi harekete geçirmek lazım. Fiilen ortaya koyarak elalemi teşvik etmek lazım” dediler.
(Bu depremin, Gölcük depreminden daha vahim olduğunun konuşulduğu aktarılınca)
“Adapazarı’ndaki deprem dar alandaydı. Bu ise on vilayeti kapsayan geniş alanlı bir deprem. Burada televizyonda o yıkılan binalara filan bakınca bana çok dokundu; bakmaya devam edemedim ve televizyonu kapattım. İnsanın içi parçalanıyor. Elimizden gelen her şeyi yapalım inşallah. Bize düşen sorumluluk bu. (Bugün) vefa ve sadakat günü.”
“Bu tür durumlarda falanın filanın hatası ile meşgul olmamak gerekir. Onun yerine bizim yapabileceğimiz şeylerle meşgul olmamız lazım. Herkes kendi karakterinin gereğini sergiler.”
“Yardım toplamak yardımları ulaştırmak bir yana oradaki insanlar kış günü evsiz, barksız kaldılar. Tüm bunları görünce insanın içi parçalanıyor. Biraz önce ben bu görüntülere bakamadım. Çok dokundu kalbime”
“Zaten felaketler içinde yuvarlanıyordu ülke, bir de şimdi bu eklendi.”
(Fay hatlarındaki kırılmaların diğer fay hatlarını da harekete geçirme tehlikesinden bahsedilince) “Zahiri Esbab bunlar. Cenabı Hak inayet etsin, hıfz buyursun.”
(Uluslararası televizyonlarda ana haber olarak sürekli deprem haberinin dolaştığı söylenince)
“Esas dünyada o yardım duygusunu uyarmak lazım. Türkiye’nin tek başına gücü yetecek gibi değil.”
“Allah korusun çok ağır bir imtihan, çok ağır!..”
“Üst üste sarsıntı geldi, kendimde değilim.”