İNSANLARIN EKSERİSİ, ŞİRK KOŞMAKSIZIN ALLAH’A İMAN ETMEZLER 4
Fethullah Gülen Hocaefendi
“Bayram Sohbeti” başlıklı Kırık Testi’de, vicdana mal edilmemiş olan teorik bilginin yetersizliğine dikkatleri çekmektedirler: “Öyle büyük büyük projeleri yapıp sonra da hayata geçirmek şöyle dursun, insan iki güzel cümle söylemeyi, güzel bir söz etmeyi bile Allah’tan bilmeli.
Fakat bunu vicdanınca bilmeli, o bilmeyi vicdanına da mal etmeli. Bazen “Bunlar Allah’tan!..” dersiniz, ama bu nazarî bir kabulün ifadesidir. Hayır, nazarî kabul yeterli değildir, asıl olan vicdanın kabul etmesidir. Yani, nefse en küçük bir pay çıkarıldığında, vicdanın “Estağfirullah ya Rabbi, bunu sahiplenirsem dalalete sapmış olurum, her şey Sen’den!” diye inlemesidir.”
Her şeyi Allah’tan bilmek, Kur’an’da, Nebevi beyanlarda ve peygamber varislerinin sözlerinde ısrarla tekrarlanan ve vurgulanan bir hakikattir. Bütün bu beyanlar arasında muazzam bir uyum ve tenasüp bulunmaktadır. Ayet-i kerimelerde talim edilen bu hakikatlere Allah Rasûlü (aleyhi ekmelüttehâyâ) sözleri, davranışları ve hatta duaları ile tercüman olmuşlar ve bunlardan en güzel istifade eden sahabeler ve sonrasında günümüze kadar gelen müçtehidin-i izamın tamamı, hep bunları tasdik ederek dillendirmişlerdir.
Fakat bu hakikatin teorik olarak bilinmesi asla yeterli değildir. Bunun, vicdan tarafından kabul edilerek mühür basılması ve insan tabiatının bir buudu haline getirilmesi çok önemlidir. Çünkü, yapılan bu işlere her zaman nefisler sahip çıkarak, onlarla gururlanmak, övülmek ve kibirlenmek isterler. Nefis, teorisini mecburen kabul ettiğinde bile, asla her şeyi hakiki sahibine vermeye yanaşmak istememektedir.
HİZMET VE CEMAAT MENSUPLARI İÇİNDE AYNI TEHLİKE SÖZ KONUSUDUR
Öncelikle, bu hakikatin detaylarına varıncaya kadar, uzun müzakerelerle pişirilip tam olarak anlaşılması çok önemlidir. Bu bilinemediğinde, tevhid hakiki manada anlaşılamayacak ve türlü türlü şirklere düşmek kaçınılmaz olacaktır.
Sadece bilgi ve malumat sahibi olmak, işin teorisini anlamak da bu hususta yeterli değildir. İnsanın bu hakikati tam anlayabilmesi ve tabiatının bir parçası haline getirebilmesi için ciddi tefekkürlerde bulunması, kendisine bu hususla ilgili sürekli telkinler yapması, nefsin hallerini çok ciddi kontrol ve takip etmesi, “sadıklarla beraber olunuz” emr-i ilahisine uyarak, Allah dostları ile daha çok bir arada bulunmaya çalışarak onlardan istifadeye çalışması, yaptığı ubudiyetlerini daha şuurlu yerine getirmesi, bu asrın ihtiyaçlarına tam cevap veren temel kaynaklardan devamlı beslenmesi, kendisine lütfedilen bilgi ve malumatların kullukla pişirilerek ve desteklenerek marifete dönüştürülmesi ve acz ve fakrının farkında olarak, dualarda bütün bu şeylerin ısrarla, Cenâb-ı Hak’tan talep edilmesine ihtiyaç vardır.
“Sizi de yaptığınız şeyleri de yaratan Yüce Allah’tır.” (37/96) ayet-i kerimesinde tâlim edilen her şeyi Allah’tan bilme hakikati, Fethullah Gülen Hocaefendi’nin,
“Bayram Sohbeti” başlıklı Kırık Testi yazısında örneklerle şöyle açıklanmaktadır: “Mesela, insanlar size itimat etseler, sözlerinize güvenseler ve sizin işaretleriniz istikametinde bazı şeyler yapsalar dahi, şayet siz
“Şöyle yönlendirdim, şuraya gönderdim, şunları yaptırdım.” türünden mülahazalara girer ve meselenin öşrüne bile sahip çıkarsanız, bu duygular bir an zihninize geldiğinde hemen odanıza çekilip “Ya Rabbi, şirkten Sana sığınıyorum!” demezseniz, kaybetmiş olursunuz. Bu çok nazik bir konudur.
Bir lütf-u ilahî olarak sa’ye terettüp eden muvaffakiyetler de O’ndandır ve siz kat’iyen onlara sahip çıkamazsınız.
Evet, “Sizi de yaptıklarınızı da yaratan Allah’tır” hakikati bu gerçeğin ifadesidir. Sebepler neticesinde ortaya çıkan da, sebepleri yaratan da Allah’tır. Fakat, öyle ince bir sır vardır ki, mesele iktiran (iki şeyin her zaman beraber bulunmaları ve beraber vücuda gelmeleri) içinde cereyan ettiğinden dolayı sebepler öne çıkmaktadır…”
Neticeler her zaman sebepler ile beraber görüldüğünden dolayı, neticeleri ortaya çıkaranın sebepler olduğu yanlışına düşülmektedir.
Müfessirler “Onların ekserisi, şirk koşmaksızın Allah’a iman etmezler.” (12/106) ayetinden “imanlarına az çok bir şirk karıştırırlar” anlamını da çıkarmaktadırlar. Kimileri açıktan şirke girerken, kimileri de gizli şirklere girmektedirler.
İKTİRANA ALDANMA İLE TEVHİD İDDİASI ARASINDAKİ TUTARSIZLIK
Hocaefendi, Kur’an ve Sünnet’e aykırı, hakiki tevhid ile bağdaştırılamayacak halleri,
aynı sohbette, çok ağır bir dille eleştirmektedirler: “Evet, bir taraftan tevhid hakikatinin dellallığını yapacaksınız… diğer taraftan da
“Öyle bir anlattım ki, herkes mest oldu; sözlerim insanları harekete geçirdi de bunlar meydana geldi.” şeklinde şirk kokan laflar edeceksiniz. Bir de bu sözleri, en münafıkça bir edayla,
“İşte âcizâne hizmet ediyoruz; dilimizin döndüğünce anlatıyoruz.” diyerek iyice nifaka bulayacaksınız.
Evet, en münafıkça laflar, “estağfirullah” gibi bir mübarek sözle ambalajlanan, tevazu perdesi altında telaffuz edilen ve vicdana mal olmamış laflardır. İşte, hem tevhid hakikatini anlatacaksınız, her şeyin Cenab-ı Hakk’a verilmesi gerektiğini söyleyeceksiniz, “Allah tektir, eşi–menendi yoktur” diyeceksiniz, hem de sebepleri Müsebbib (sebebleri yaratan) yerine koyacak, O’na bir sürü eş koşacak ve “Yaptım, ettim” diyerek bir de kendi adınıza varlık iddiasında bulunacaksınız. Böyle bir tavır şirktir; yürüdüğünüz yolun âdâb-u erkânına aykırı hareket etme ve kendinizle çelişkiye düşme demektir.
Ayrıca, nasıl ki yegâne hâlık Allah’tır ve her varlık O’nun var etmesiyle varlık sahasına çıkmıştır; aynen öyle de mevcudâttaki her şey ancak Cenâb-ı Hakk’ın kayyumiyetiyle varlığını sürdürmektedir. Bu gerçeğin her fırsatta dile getirilmesi gerektiği gibi bunun vicdanen kabul edilmesi de çok önemlidir. Bu kabul insanın bütün söz ve tavırlarına da yansımalıdır. Her şeyi Allah’tan bilme ve öyle ikrar etme, o kadar derin bir şükürdür ki, aynı zamanda nimetlerin kat kat artmasına da vesiledir. Dolayısıyla, Allah’tan gelen nimetleri ve bereketi kesmemenin yolu meseleyi gerçek sahibine vermektir.”
Her şeyi yaratarak varlık sahasına çıkaran Cenab-ı Hak olduğu gibi, bu mevcutların varlığını kayyumiyetiyle devam ettiren de O’dur. İnsanların bütün tavır ve davranışlarında bu hakikate olan inanç görülmelidir.
İnşaallah sonraki yazıda bu konuya devam edelim.