Toplumlar başlarına gelecek idareciler kendileri gibi olduklarında onları kabullenirler ve onlara tabi olurlar. Bu realite, Allah Rasûlü’nün beyanlarında “Nasıl iseniz, öyle idare edilirsiniz!” olarak ifade edilmektedir. Fethullah Gülen Hocaefendi “Mevsim Hazan Değil!..” başlıklı Bamteli’nde, bu nebevi beyanın ışığı altında şu önemli tespitleri yapmaktadırlar:
“Tabanda ne var ise, tavana akseden, odur. Osman Tarı beyin -ilk meclis milletvekillerinden Tahir Efendi’den naklen- ifadesiyle, “Sütün kaymağı, süt olur. Yoğurdun kaymağı, yoğurt kaymağı olur.” Varsa balın kaymağı, bal kaymağı olur; şerbetin kaymağı, şerbet kaymağı olur; zehrin kaymağı oluyorsa, o da zehir olur. Evet, tabanda ne var ise, tavana akseden, odur.
Bir toplum, kesb-i istikâmet edeceği âna kadar baştakilerin birdenbire düzelmeleri ancak Enbiyâ-ı İ’zâma mahsus bir şey olmuştur. Tamamen şirazeden çıkmış, darmadağınık, hiçbir hakikat ile irtibatı kalmamış insanları, onlar, Cenâb-ı Hakk’ın önlerine serdiği proje/planlar ile, sonra o plan ve projeye göre gönderdiği mesajlar ile yeniden hizaya getirmişlerdir. Allah’ın izni-inayeti ile, en vahşî, en canavar insanlardan, bir yönüyle, insanlığın iftihar edebileceği bir topluluk oluşturmuşlardır. Onların dışında -esasen- taban ne ise, tavanın olacağı da odur.
Bir dönemde, mesela Emevî döneminde tabanda bozulma, şirazeden çıkma oldu. Allah, onlara Abdülmelik’i musallat etti, Velid’i musallat etti, Süleyman İbn Abdülmelik’i musallat etti. Bir dönemde Abbasîler -belki- istikameti korudular ama bozuldukları zaman, başta Seffâh vardı. Daha sonra da niceleri geldi; onlar da Emevîler dönemindeki Haccâc ve Yezîd gibi oralarda birer gadrin, zulmün, kahrın kahramanı (!) oldular, onun ile yâd edildiler hep. Evet, şeytanlara yakışır şekilde bir yâd edilme!.. Lanet ile anılan küstah cebâbireye rahmet okuttular.
Belki bizim kökümüzde de “kısmen” aynı şeyler yaşandı, “tam” diyemeyeceğim; Şecere-i Numâniye ile çatışmak istemiyorum; onun ile çatışmak, Muhyiddin İbn Arabî ile çatışmak demektir. O, onlar için “Râşid halifelerden sonra en istikamette olan idare sistemi” filan diyor… Kılı kırk yararcasına yaşayan insanlar vardı. Taban öyle idi, tavan da ona göre oluşuyordu.”
Esas olan toplumun sahip olduğu istikamettir. Buna uygun olarak başlarına idareciler gelmektedir. Bunun tek istisnası peygamberler eliyle gerçekleştirilen mucizevi inkılaplarda gerçekleşmiştir.
Diğer taraftan, konumlarına uygun kıvamı koruyamadıkları için istikamette bozulma yaşayan topluluklara acil bir ceza olarak, başlarına zalim idarecileri musallat etmesi de Allah’ın (CC) kanunlarından bir tanesidir.
ESAS OLAN, İDARE EDİLEN İNSANLARIN AHL KÎ YAPILARIDIR
Fethullah Gülen Hocaefendi “Sonsuz Nur” adlı eserindeki, “Nasıl iseniz, öyle idare edilirsiniz!” hadis-i şerifine getirdiği ve üzerinde ciddi müzakereler yapılması gereken orijinal yorumları bu konuyu çok güzel açıklamaktadırlar:
“İçtimaînin de kendine göre değişmeyen prensipleri vardır. Nasıl ki fiziğin, kimyanın, astronominin kendine göre değişmeyen ve adına “şeriat-ı fıtriye” kanunları denilen prensipleri var, öyle de içtimaînin de kendine göre prensipleri vardır ve bunlar kıyamete kadar da değişmeyecektir. Onun içindir ki, insanlar, şerre, şirretliğe yol veriyor, bağırlarında kötülüklerin barınmasına açık yaşıyorlarsa, o insanları kötüler ve şirretler idare edecektir. Bu, Cenâb-ı Hakk’ın değişmeyen kanunudur. Evet, şirretlik, insanların bünyelerinde neşv ü nema buluyor mu? Bu bünyelerde fenalıklar yeşeriyor mu? O zaman Allah (celle celâluhu) onların başına, aynı çamur ve aynı hamurdan insanlar getirir, onları işte bu insanlar idare eder.
Yine bu hadis ifade ediyor ki, kanunlar, nizamlar, satırlardaki şeylerdir. Ve bunların çok tesiri de yoktur. İnsanlar kafa kafaya verip, en muhkem kanunnameler dahi hazırlasalar, önemli olan onun ihtiva ettiği hususlara riayet edilip edilmemesidir. Binaenaleyh, esas olan, idare edilen insanların ahlâkî yapılarıdır. Eğer onlar, ahlâklı, kendilerine düşen problem ve meseleleri halletmiş insanlarsa, onların başına geçecek kimseler de asla problem insanı olmazlar…
Haccac ’a, Hz. Ömer’in adaletinden bahseden şahsa Haccac’ın verdiği cevap, meselemize vuzuh kazandırması bakımından mühimdir. Haccac, cevabında şöyle demektedir: “Siz Ömer zamanındaki insanlar olsaydınız, hiç şüphesiz ben de Ömer olurdum...”
Her insan suçu kendinde aramalıdır. Herkes kendinin avukatı olduğu, suçu hep dışarıda aradığı müddetçe, müsbet mânâda mesafe katetmek mümkün değildir... İnsanlar, iç âlemlerinde, özlerinde kendilerini değiştirmedikçe, Cenâb-ı Hak onları değiştirmez. Eğer içte bir bozulma olursa, bu mutlaka zirvelere kadar her tarafa yansır. İnsanların iç istikameti için de aynı şeyleri söylemek mümkündür. Demek oluyor ki, idare edilenlerin durumlarının, idare edenlerin durumlarına, âdeta sebep-netice münasebeti içinde bir müessiriyeti var.”
Toplum hayatını ele alan sosyal bilimlerin de pozitif ilimlerdeki gibi, Allah’ın (CC) koyduğu değişmeyen kanunları vardır. “Nasıl iseniz, öyle idare edilirsiniz!” de o kanunlardan bir tanesidir.
“Esas olan, idare edilen insanların ahlâkî yapılarıdır” tespiti çok önemlidir. Anayasalar, kanunlar, yönetmelikler ne kadar mükemmel olursa olsun, eğer insanlarda onları uygulayabilecek ahlak ve kıvam yoksa, hiçbir şey ifade etmezler. Bu açıdan, bireyler gerekli maddi ve manevi kıvama sahip olmadan toplumların gelişmeleri mümkün değildir. Buna binaen, bireylerin ıslahı ve gelişimini merkeze almayan her türlü girişim başarısız olmaya mahkumdur.
Sitemizi kullanmaya devam
ederek çerezleri kullanmamıza izin vermiş oluyorsunuz.
Detaylı bilgi almak için Çerez Politikasını ve Gizlilik Politikasını inceleyebilirsiniz.