Türkiye’de Hizmet hareketinin bu zamanın tiranları
tarafından büyük mağduriyetlere ve zulümlere maruz bırakılması, kurumlarına,
mallarına el konulması, Hizmet mensuplarının kimilerinin hapislere atılması,
kimilerinin yıllarca sürecek gaybubet yapması ve kimilerinin de yurt dışına
hicret etme zorunda kalması Hizmet hareketi içerisinde bulunan bazı insanların,
etraflarında suçlu aramalarına ve atf-ı cürümlerde bulunmalarına sebebiyet
vermiştir.
Aslında, böyle belaların ve musibetlerin geldiği zaman
dilimlerinde ayakta kalabilmek ve zararı en aza indirebilmek için kenetlenmek
gerekmektedir. Ama onun yerine, birlik ve vahdetlerini yıkacak, zararların daha
da artarak katmerli hale gelmesine ve bunları reva görenlerin amaçlarına ve
hedeflerine ulaşmalarına yardımcı olacak böyle bir yola başvurulmasının
arkasında birtakım saikler bulunmaktadır.
Buna sebebiyet veren nedenler arasında, daha önce sahip
oldukları imkanları ve konforları kaybetmeleri, içine düştükleri durumlardaki
zorluklar ve mahrumiyetleri kaldıramamaları ve tekrar o eski hallerine dönme
arzusu veya gelebilecek muhtemel tehlikelerden kendilerini koruyabilme gibi
düşünceleri saymak mümkündür.
"İnanmayın Onlara, Kanmayın Dünyaya, Geç Kalmayın Yardıma!.." başlıklı Bamteli’nde bu hususlara dikkat çekilerek bunlara karşı alınması gereken tavır ele alınmaktadır: “Bela ve musibet zamanında atf-ı cürüm dikenleri biter, suçlama dikenleri biter!.. “Beceremediler, yüzlerine gözlerine bulaştırdılar, önlüklerine döktüler!” mülahazalarını şeytan tetikler. İnsanın tabiatında vardır; insan, imanıyla, iz’anıyla, marifetiyle bunları baskı altına alır, kontrol altına alır. Fakat böyle kritik dönemlerde, hortlar hepsi, hortlak gibi ve atf-ı cürümler başlar. İşte o türlü kusurları görmezlikten gelerek -esasen- kardeşler ile vifak ve ittifaka dikkat etmek lazım. Hazret’in, altı-yedi tane temel disiplin olarak ortaya koyduğu hususlar, “vifak ve ittifak”ı iktiza ediyorken, eften püften -bağışlayın; o, “eften püften” tabirini kullanmıyor; eften püften- meseleler ile birbirimize düşmemiz, Kur’an’ın tecviz edeceği, Sünnet-i Sahiha’nın tecviz edeceği, akl-ı selimin tecviz edeceği ve dinin tecviz edeceği şeylerden değildir. Bence böyle bir dönemde, bütün bunları kafamızdan silip atmak suretiyle, başkalarını suçlamamamız ve atf-ı cürümde bulunmamamız çok önemlidir. Atf-ı cürüm, hukukî bir tabir: Atf-ı cürümde bulunmama… Bazıları, atf-ı cürümde bulunarak sıyrılmak isterler bu işten. Sen ne kadar öyle yaparsan yap, Allah nezdinde her şeyin mahiyeti belli ve sen, ona göre muamele göreceksin! Cenâb-ı Hak muhafaza buyursun!..”
Üslûba
kurban edilen hakikatler (2)” başlıklı Kırık Testi’de böyle
hareketlerin musibetleri büyüteceğinden bahsedilmekte ve Uhud’un başındaki
mağlubiyete sebebiyet veren sahabelere Allah Rasûlü’nün (SAV) Kur’an’da
methedilen affedici ve yumuşak olmasındaki yaklaşımı gibi muamele edilmesinin
zarureti vurgulanmaktadır: “Meselenin bir diğer yanı da şudur. Bazıları gerek
usûlde gerekse üslupta hata yaptıklarından ötürü bir kısım tahriplere sebep
olabilirler. Bu tür insanlara karşı nasıl bir tavır alınacağı da yine üslupla
ilgili bir meseledir. Eğer yaşanan sıkıntılardan onlar sorumlu tutularak,
“Senin yüzünden bunlar başımıza geldi. Sen şöyle demeseydin, böyle yapmasaydın
bunlar başımıza gelmeyecekti.” gibi sözler söylemek de yine üslup hatasıdır. Bu
tür atf-ı cürümler musibeti ikileştirecek, yaşanan acı ve felaketleri daha da
büyütecektir. Birileri
üslup hatası yapmış olabilir. Hatta bu hatası usûle de dokunmuş olabilir. Bu
durumda yapılması gereken, onu bir ders ve ibret olarak almak ve daha sonra
aynı hatayı irtikâp etmemeye bakmaktır. Yoksa meydana gelen hata ile bir kısım
zararlara maruz kaldık, bir yara aldık diye karşı tarafı ta’n u teşni etmeye
başlarsak insanları ürkütmüş, kendi dostlarımızı kaçırmış ve kuvve-i maneviyeyi
sarsmış oluruz.”
Bağışıklık sistemi zayıf olanlar etkin pişmanlığa
sarılıyorlar
"Musîbet Zamanı İmtihanları" başlıklı Bamteli’nde de aynı hastalık
ele alınarak buna yol açan en önemli sebep olarak, insanlarda İman-ı billah,
Marifetullah ve Muhabbetullah ile bağışıklık sistemlerinin güçlendirilmemiş
olması gösterilir: “Bir diğer taraftan, musibete maruz kaldık; bela ve
musibetler kapıyı çaldığı zaman, yakamıza elini uzattığı zaman atf-ı cürümler
olabilir. Hukukta “atf-ı cürüm” denen bir şey vardır; bu, İslamî adalet
sisteminde de vardır. İnsanlar sıkıştıkları zaman başkalarını suçlamaya
dururlar. Buna şahit oldum ben, değişik yerlerde; böyle kodese tıkıldığımız
zaman da en yakın arkadaşların “Vallahi bizim böyle şeylerden haberimiz yoktu
ama bu adam bunları bize öğretti!” falan dediğine şahit oldum. Atf-ı cürümde
bulunmak suretiyle kendileri o işten sıyrılmaya çalışırlar, hafizanallah. Şimdi
burada da şeytanın değerlendireceği argüman, budur. “Ha, şöyle olsaydı, bu
olmazdı! Böyle olsaydı, şu olmazdı! Yanlış şeyler yapıldı; insanlar Amnofis’i
bile idare etmeliler. Jull Sezar’ı idare etselerdi, onu kandırsalardı, onun
için bir şey yapsalardı, herhalde gücünü-kuvvetini kendi hesaplarına
kullanabilirlerdi!..” falan. Bu türlü atf-ı cürümler; bu da sıyrılma adına. Bir de birileri zorlayarak bu türlü sıyrılmalara sevk
ediyorlarsa, “Aman, tam onların içinde görünmeyin! Tam o resimde, o karede
bulunmayın! Sıyrılın; bu işin içinden sıyrılmaya bakın! Bu dünya
dâru’l-lezzettir! Bence dünyadan lezzetinizi almaya bakın! Dâru’l-ücrettir;
ücretinizi almaya bakın!” falan diye şeytanın kandıracağı dünya kadar insan
vardır immün sistemi güçlendirilememiş. Ne ile? İman-ı
billah, Marifetullah, Muhabbetullah, Aşkullah, Şevk-i likâullah ile immün
sistemleri güçlendirilememiş. Yani manevî anatomileri güçlendirilememiş; çok
küçük bir virüs, bir mikrop karşısında sarsılacak kadar zayıf. Küçük bir yel
karşısında devriliyor. Öyle devrilecekse, -Allah göstermesin- bir fırtına, bir
hortum, bir tayfun -yakında Amerika’ya gelip çarpan tayfun gibi bir şey-
geldiği zaman, kökü bile sökülür gider onun. “Bir daha yedi ceddime tevbe, ben
bunlar ile bulunursam!” diyen müfteriler, affedilmeyecek cinayetler bile
işleyebilirler.”
M. Fethullah Gülen Hocaefendi "Kenetlenmeliyiz!.." başlıklı Bamteli’nde Hizmet insanlarının böyle hadiselere takılmayıp asıl yapılacak hizmetlere konsantre olmaları gerektiğinin tahşidatını yapmaktadırlar: “Böyle durumların hortlağı, atf-ı cürümdür… Belki başkalarının deyip-ettiklerine destek olma mahiyetinde bir kısım uygun olmayan şeyler söyleyebilirler. Kuvve-i maneviyenizi kıracak şeyler söyleyebilirler. Bence bunlara aldırmayarak, kulak tıkayarak, bu mevzuda o zift neşriyata kulak tıkayarak -ki bunlar, nöron kirleten şeylerdir- esasen kendi vazifenize, kendi meselelerinize bakmalı, konsantre olmalısınız; eskiler “im’ân-ı nazar” derlerdi, im’ân-ı nazar etmeli, fikren dağınıklığa girmemelisiniz.”
Aynı yanlışlara tekrar düşmemek ve gelecekle alakalı daha
doğru ve isabetli planlamalar yapabilmek adına, geçmişte yapılan hataların
masaya yatırılması, bunlardan dersler çıkarılması ve ibret alınması çok
önemlidir ve kesinlikle ihmal edilmemelidir. “Mü’min bir delikten iki kere
ısırılmaz” hadis-i şerifi bu sorumluluğa işaret etmektedir. Yanlış
anlaşılmasın, tabi ki, kanunlara aykırı olarak şahıslara karşı işlenen veya
amme hukukunun çiğnendiği hallerde kanunlar neyi gerektiriyorsa ona göre
hareket edilmeli, mahkemeler yoluyla bir adalet arayışı içerisine girilmeli ve
adaletin gerçekleşmesi için ne lazımsa o yapılmalıdır.
Bunların dışındaki durumlarda ise, yukarıda bahsedilen
üslüpla değil de hem kendilerine hem Hizmet’e hem de Hizmet insanlarına zarar
verecek tarzda suçlu arama veya suçu hep başkalarında görme, şahıslara
indirgeyerek onlardan hesap sorma peşine düşmenin önemli handikapları
bulunmaktadır.
İnşaallah sonraki yazıda aynı konuya devam edelim.