KİN, NEFRET VE DÜŞMANLIK ÜZERİNDEN TAHRİP 9
M. Fethullah Gülen Hocaefendi, "Gerçek Dindarlık ve Karakter Sahibi Olma" başlıklı Kırık Testi’de akla gelebilecek “Peki mü’min kötülükler karşısında sessiz mi kalacak, onları engellemek için nasıl bir tavır sergilemelidir?” sorusuna verdiği cevapta, Hizmet insanlarının olmazsa olmaz vasıfları nazara verilmektedir:
“Öncelikle bilinmesi gerekir ki, mü’min, şahıslara değil kötü sıfatlara karşı tavır almalıdır. O, cehalet, ilhad, nifak ve temerrüt gibi sıfatlara karşı gösterdiği tavrı, insanın mânevî değerini öldürücü ve kahredici olan bu sıfatları gidermeye matuf kullanmalıdır. Başka bir ifadeyle mü’min, ateşe doğru giden veya uçurumun kenarına doğru sürüklenen evlâdı karşısında nasıl bir korku ve ızdırapla çırpınıp duruyorsa, olumsuz sıfatlara sahip olan insanlar karşısında da aynı ızdırabı duymalı, tavsiye ve ikazlarıyla onlara yol göstermeye çalışmalıdır.
Bu durumu, Peygamber Efendimiz (SAV) bir temsille tasvir etmektedirler. O, şöyle buyuruyor: “Benimle sizin misaliniz ancak ve ancak ateş yakan ve o ateşe haşerat ve pervaneler düşmeye başlayınca da onları ateşten uzaklaştırmaya çalışan adamın misaline benzer. Ben sizin eteklerinizden tutup çekiyorum. Siz ise Benim elimden kurtulmaya çalışıyorsunuz.”
Evet, hakikî mü’min, bir rahmet ve şefkat abidesidir. Şimdi siz, şefkat ve merhametin yeryüzündeki temsilcileri olarak, Cehennem’e doğru sürüklenip giden bir insana, “Canın Cehennem’e! Madem oraya gitmek istiyorsun hadi git o zaman!” mı dersiniz; yoksa Peygamber Efendimiz’in (SAV) yaptığı gibi onu gittiği bu kötü yoldan geri çevirip, içinde bulunduğu atmosferden uzaklaştırmaya mı çalışırsınız? Bunlardan birincisi vicdanı kararmış insanın vasfı, diğeri ise gerçek mü’min sıfatıdır. Bu açıdan kötü evsafa karşı tavır almak Allah hatırına çok önemli olduğu gibi, insanlık adına da çok yararlı bir davranıştır.”
Gerçek mü’min şahıslara değil, cahillik, nefret, kin, düşmanlık, ilhad, hased, tahrip gibi insanın manevi değerini öldüren sıfatlara karşı tavır almalı ve bunlara maruz kalan insanları bu kötü hasletlerden kurtarmanın mücadelesini vermelidir.
Mü’min sahip olduğu şefkat ve merhamet sebebiyle bu kötü vasıflarla kirlenmiş ve dolayısıyla Cehennem’e doğru sürüklenip giden insanları hedefe koyup onların Cehennem’e gitmesini arzulamaz veya kolaylaştırmaz ve nasıl kendi evladını ateşten kurtarmak için cehd ve gayret gösteriyorsa aynısını bu insanları kurtarmak için de gösterir.
"Yolsuzluk" başlıklı Bamteli’nde evladlarımıza karşı nasıl çok toleranslı olabiliyorsak, onları kaybetmeme adına her türlü zahmete katlanıyorsak, bizden ve ruh dünyamızdan uzaklaşmamaları adına şefkatle onlara muameleden vazgeçmiyorsak, aynısının, bütün mü’minlere karşı gösterilmesinin zarureti üzerinde durmaktadırlar:
“İnsanlara saygının önemli bir yanı, onları hep Cenab-ı Hakk’ın rahmâniyet ve rahîmiyetinin bir tecellisi olarak görmek, kucaklamak, bağrına basmak, sineni onlara da açmak.. ve yaptığı kusurlar karşısında kendi evladına tavrın gibi, yani hafifçe belki kulağını tutup çekebilirsiniz, azıcık okşayabilirsiniz, “bismillah destur” deyip başına bir şey gelmesin diye elinizle itebilirsiniz; bunları yapmadan da edeceğiniz şeyi edebilirsiniz.. bunlar ayrı bir mesele.. fakat kendi evladınıza gösterdiğiniz aynı şefkati bütün mü’minlere karşı gösterme bir esas olmalı ve bunda kusur edilmemeli. Aynen öyle de -günümüzde de yaşandığı gibi- evladınızın bir meâsîsi, bir mesâvîsi karşısında -yani isyana müteallik bir mesele veya seyyiâta müteallik bir mesele karşısında- hemen vurma, kırma, dövme değil de “Acaba ne yapayım ki ben bunu bundan sıyırayım ve kuve-i maneviyesini kırmayayım, incitmeyeyim, kendime karşı da tepkiye ve reaksiyona sevketmeyeyim!” Bu da şefkatin gereği.”
Aynı sohbette, bu şefkatten mahrum olanların ve menfi duygulardan sıyrılamamış insanların hizmet edemeyecekleri ve tebliğlerinde başarılı olamayacaklarına vurgu yapılmaktadır:
“Şefkat yöntemiyle açılmayacak kapılar yoktur. Hiddetle, şiddetle ve fezâzetle hiçbir problem çözülmez. Şiddet, hiddet, öfke.. bütün bunlar muvakkat birer cinnettir. Cinnetle insanlar tedavi edilemez. Mecnunlar, insanları tedavi edemezler. Aklı başında olmak lazım; o da şiddetten, hiddetten, ğilzetten, fezâzetten, nefretten, kinden, gıybetten, iftiradan, riyadan, süm’adan, hüd’adan, mesaviden tecerrüde vabestedir. Bunlardan sıyrılmamış bir insanın kendi duygu ve düşünceleri çok âli bile olsa, Cibril-i Emin’in dudaklarından dökülmüş lal-ü güher gibi incilerden bile olsa, başkalarına bunları kabul ettirmesi mümkün değil. Şefkat, re’fet ve mülayemet mü’minde bir esas olmalı.”
Meslek itibarıyla, sevgiyi sevmek, sevgiye âşık olmak ve nefretten nefret etmek, onu yedi kapı kovmak şiarımızdır. Önceki yazıda da ele alındığı gibi gerçek bir mü’min karakterinde sevgiye aşık olmak ve nefretten nefret etmek en önemli bir esastır. Mü’min mesleği ve karakteri itibarıyla bütün mahlukata karşı ilgilidir ve merhamet ve şefkatiyle hepsini kucaklamak ve imdadına koşmak ister.
"İman, Muhabbet ve Vazife Aşkı" başlıklı Bamteli’nde, Nebevi ahlakla ahlaklanan ve sürekli olarak Kur’an’ın ve Sünnet-i Seniyenin terbiyesi altında beslenen bir mü’minin nasıl bir sevgi âbidesi haline geleceği ve bu hale gelen bir mü’minin insanlarla ve sıfatlarla muamelesinin nasıl olacağı çok enfes bir şekilde resmedilmektedir:
“Evet, böyle bir programa kendisini tâbi tutan bir insan, bir “sevgi âbidesi” haline gelir. Sevgiyi sever, nefretten nefret eder. Kucaklaşma için bayılır; fakat kine-nefrete karşı ciddî bir gerilim içinde bulunur, yedi kapı kovar onları. “Aşk”a o derece âşık olur ki, “mâşuk”u gördüğü zaman, aşka olan aşkından dolayı, onu (mâşukunu) bile bilemez/tanıyamaz…
Bunun dışında, bir kısım şeylerden de nefret edilebilir: Kâfir sıfatı olan şeylere karşı insan, nefret duyabilir. “İlhad” gibi, “kin” gibi, “hased” gibi, “hazımsızlık” gibi, “başkalarını karalama tavrı” gibi şeylere karşı insan, nefret duyabilir. Fakat bu nefret duyma, “şahıslara karşı nefret” şekline getirilmemelidir. O evsâf-ı hasîseye, evsâf-ı deniyyeye, kötü sıfatlara karşı, esas, nefret duyulmalı, kin duyulmalı ama onu onlardan uzaklaştırma istikametinde o gerilim kullanılmalıdır.
Öyle bir duygu bizde ciddî bir metafizik gerilim hâsıl ediyorsa, onu -boğulmak üzere olan bir insanı kurtarmak gibi- o evsâf-ı deniyyeden, evsâf-ı hasîseden, evsâf-ı şeytâniyyeden o insanı kurtarma istikametinde kullanmalıyız…
Birinde böyle (kötü sıfatlardan) bir şey gördüğümüz zaman, doğru, bir nefret duygusu insanın içinde hemen depreşir. Fakat onu, o şahsa karşı kullanmamalı. Belki o insanı o türlü evsâf-ı deniyyeden sıyırma adına, boğulan bir insanı kurtarma cehdi ile kurtarma adına, bir gayret sarf edilmeli; bütün güç, o istikamette kullanılmalı. Genel ahlakımız bu. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’i öyle tanıyoruz; Hulefâ-i Râşidîn’i öyle tanıyoruz. Kini, nefreti, tahribi tel’in ediyoruz…
Geriye dönelim: Meslek itibarıyla, sevgiyi sevmek, sevgiye âşık olmak ve nefretten nefret etmek, onu yedi kapı kovmak şiarımızdır. Kimseye karşı nefret hissi, kin ve garaz duygusu taşımamak; ta’yîr, ta’yîb, tahkîr, tezyîf, tehcîr, tehdit, tenkîl, ibâde mülahazalarına gitmemek; hayatını “başkalarını bitirme” gibi şeytanî bir mülahazaya bağlamamak… Şeytanî mülahazadır bunlar. “Hepsini bitireceğiz; bilenmiş kılıç gibiyiz, onları yok edeceğiz!” mülahazası, şeytanî bir mülahazadır.”
Önemli Not: Bu yazı “Affetmede Söz Sahibi Mağdurlardır- Kin, Nefret ve Düşmanlık Üzerinden Tahrip 1” yazısıyla beraber okunması gereken bir yazıdır. Birinci yazıdaki konulara bina edilen bir yazıdır. Serinin ilk yazısındaki hususlar dikkate alınmadan okunduğunda verilmek istenen mesajlar yanlış anlaşılabilmektedir.