Hicret, bir yerden ayrılma, uzaklaşma, bir yeri terk etme gibi anlamlara gelmektedir. Hicret, insanlık tarihiyle başlamış ve ilk hicreti de ilk insan ve peygamber olan Hz. Âdem (a.s.) gerçekleştirmiştir. Ondan sonra da pek çok peygamber ve peygamber vârisi âlim ve mü’min, bu yolu takip etmiştir. Asıl hicreti ise, İnsanlığın İftihar Tablosu Hz. Muhammed (s.a.s.) gerçekleştirmiştir.
Hicret, insanın doğduğu yeri terk etmesidir. Sevdiğinden, eşinden, dostundan ayrılması veya ayrılma mecburiyetinde kalmasıdır. Hicret, zalimlerin baskılarından dolayı kulluğunu yerine getiremeyen kimsenin, içinden gele gele bütün ibadetlerini hür bir şekilde yapabilmesi için yer değiştirmesidir. Ve hicret, İslam’ın yasakladığı şeylerden uzaklaşmaktır.
Cenab-ı Hakk’ın tavsiye ettiği ya da yasakladığı her işte biz anlasak da anlamasak da mutlaka pek çok hikmet mevcuttur. Bu hikmet ve faydaların bir kısmı ahiret bir kısmı da dünyada veya hem dünya hem de âhirette görülecektir. Bu yazıda, kısaca hicretin mü’mine dünya ve ahirette kazandırdığı nimetleri ele almaya çalışacağız.
Hicret, Cenab-ı Hakk’ın mü’mini muhafazası altına almasına, meleklerle desteklemesine ve karşılaştığı üzüntülerden uzaklaştırmasına vesile olur. Nitekim Tevbe Sûresi 40. âyette meâlen:
“Eğer Siz Peygambere yardımcı olmazsanız, Allah vaktiyle ona yardım ettiği gibi yine yardım eder. Hani kâfirler onu Mekke’den çıkardıklarında, iki kişiden biri olarak mağarada iken arkadaşına: “Sen hiç tasalanma, zira Allah bizimle beraberdir” diyordu. Derken Allah onun üzerine sekinetini, huzur ve güven duygusunu indirdi ve onu, görmediğiniz ordularla destekledi. Kâfirlerin dâvasını alçalttı. Allah’ın dini ise zaten yücedir. Çünkü Allah azîzdir, hakîmdir (mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).” buyrularak bu müjde hatırlatılmaktadır.
En büyük muhacir olan Allah Resûlü (s.a.s.), hicret esnasında Sevr Mağarası’na misafir olmuştu. Durumun yatışmasını, yolun emniyet ve güvene kavuşmasını bekliyordu. Ancak müşrikler ellerinden kaçırdıkları Hz. Muhammed’in (s.a.s.) peşini bırakmamaya kararlıydılar. Başına büyük ödüller koymuşlardı. En mahir iz sürücüler yollara düşmüş, sıkı bir takip başlatmışlardı. İşte bu esnada müşriklerden bir grup Resûlullah'ın (s.a.s.) bulunduğu mağaranın kapısına kadar geldi. Neredeyse içerdekileri görecek kadar yaklaşmışlardı. Bu esnada Hz. Ebubekr (r.a.) büyük bir endişeye kapıldı. Onun endişesi kendisi için değildi. Her şeyden daha ziyade sevdiği Allah Resûlü içindi. Hz. Ebubekr’in (r.a.) telaşını gören Hz. Peygamber (s.a.s.), üzülmemesini, zira her şeyi gören ve bilen Yüce Mevla’nın kendileriyle beraber olduğunu bildirdi. Yukarıda meali verilen âyetler bu olaydan dolayı nazil olmuştur.
Âyetlerdeki müjdeler öncelikle indiği dönemle ilgili olsa da, bütün zaman ve mekânların kitabı olan Kur’ân evrenseldir. Dolayısıyla bu âyet, her dönemde aynı niyetle yola çıkan bütün hicret erlerini içine almaktadır. Allah Resûlü’nün hicret yolunda, endişe ve hüznünün tamamen giderildiği, görülmedik manevi ordularla desteklendiği ve İlahi korunma altına alındığı gibi, her dönemdeki ve yerdeki aynı gâye ile yola çıkan ve muhtemel sıkıntılarla karşılaşan muhacirler de, âyette belirtilen müjdelere mazhar olacaklardır. Zira böyle büyük bir mazhariyet sözü, kudret ve kuvveti bütün varlığa geçen ve Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın vâ’didir.
Hicret, hakiki mü’minliğin önemli bir göstergesidir. Yüce Mevla’nın mağfiretinin celbedilmesine ve geniş rızk imkânları kapılarının açılmasına vesiledir. Ancak unutulmamalıdır ki, küçük imtihanlarda bile bir bedel ödemek gerekir. Evet hicrette de, başlangıçta bir zorluk vardır. Fakat bu zorluklar, arkasından büyük sürprizlere davetiye çıkartır. Hicret yoluna çıkmış kahramana, Yüce Mevla “gerçek mü’min” makamını verir ve hicret imtihanını başaran kimse Yüce Beyan’da, Cenâb-ı Hakk’ın hem mağfiretine, hem de dünya-ahiret mutluluğuna erme müjdesine mazhar olur.
Nitekim konuyla ilgili bir âyette: “İman edip hicret edenler, Allah yolunda cihad edenlerle onlara kucak açıp yardım eden Ensar var ya, İşte gerçek müminler bunlardır. Bunlara bir mağfiret, pek değerli bir nasip vardır.” (Enfal 8/74) müjdeleri verilmektedir. Aynı konuyla ilgili olarak Hz. Peygamber (s.a.s.) de: “Hicret, önce işlenen günahları silip yok eder.” (Ahmed b. Hanbel, 4/198) müjdesiyle mağfireti haber vermektedir.
Muhacire Yüce Allah katında büyük ecir ve kurtuluş vadedilmektedir. Konuyla ilgili Yüce Beyan’da: “İman edip hicret edenler, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler var ya, işte onlar Allah indinde daha yüksek derecelere sahiptirler ve işte onlardır umduklarına nail olanlar! Onların Rabbi kendilerinin, katından bir rahmete, bir rıdvana ve içinde daimi nimetler bulunan cennetlere gireceklerini müjdeler. Onlar o cennetlerde ebediyyen kalacaklardır. Muhakkak ki en büyük mükâfat Allah’ın yanındadır.” (Tevbe 9/20-22) buyrulmaktadır.
Müjdelenen konular ise Allah'ın rahmeti ve rızasıdır. Allah'ın rahmeti, bir kul için en büyük değerdir. O’nun rahmet deryasına layık hâle gelen hicret eri, aynı zamanda kul için en büyük mertebe olan “nefs-i mutmainne” yani gerçek huzura erdirilmiş kişi mertebesinin de sahibi olmuş olur.
Hicret, Rabbimizin bizden râzı olmasına sebep, yüce bir mefkûredir. Böyle bir mefkûreyi gerçekleştiren kişi, rızâ-i ilahiyi kazanır. Allah'ın insandan razı olması ise, Cennet’teki nimetlerden, oranın her türlü cazibesinden daha büyük bir nimettir.
Bu konuya bir sonraki yazımızda inşallah devam edeceğiz.
Prof.Dr.Muhittin AKGÜL