İnternet çağı hızla gelişiyor. Şimdilerde ise yapay zeka popüler olmaya başladı. Daha emekleme safhasında olmasına rağmen kalıpları yıktı, birçok mesleğin tahtına göz dikti… Neler yapabileceğini hayal dahi etmekte zorlanıyoruz…
Yapay zekanın ve özellikle internetin medyaya bakan yönü ise çok daha önceleri tartışılmaya başlanmıştı. Sosyal medya uygulamalarının, internet yayıncılığının milyonlarca kez izlenip-tıklanması, “basılı medya ölüyor, artık haberler internette” şeklinde yorumlanmasına neden oldu. Bazı isimlerin tek başına açtığı sosyal medya hesapları binlerce çalışanı olan çok büyük medya devlerini geride bıraktı, bırakıyor. Hala tartışılan bu konuda internetin yapay zeka gibi yeni bir argümanla sahneye çıkması dengeleri hepten altüst etti…
Kesinlikle internet dünyasında olunmalı ve ortaya çıkan yeni araçlar hızlıca öğrenilmeli. Hatta bu araçları insanlığın ahlaki ve vicdani değerlerini geliştirme adına daha iyi kullanabilme yöntemleri bulunmalı ve daha doğru, daha objektif haberciliği yapabilme mecraları kurulmalı… Lakin konuya farklı bir zaviyeden baktığımızda bazı olasılıkları da hesap etmeyi unutmamalıyız. İkna edici bir deneme süresince test ve tecrübe edilmeden yeniliklere körü körüne bağlanmak ve defalarca tecrübe edilmiş ve fayda sağlanmış araçların kökünü bir anda kurutmanın da bir dizi problemi beraberinde getirebileceğini unutmamak gerek. Bunun en güzel örneklerine yakın dönemde şahit olduk.
Almanya’ya geldiğim ilk dönem en çok eleştirdiğim kurum posta teşkilatı ve mektup kültürüydü. “Bu çağda telefon ve mail varken nedir bu mektuplar, iki satır için kağıt ve zaman israfı. Bu kadar çok posta aracı trafiği işgal ediyor...” derdim içimden. Öyle ki bizim için postacılık, 1984 yapımı Kemal Sunal’ın rol aldığı Postacı Adem tiplemesiyle çok mazide kalmış bir meslekti. Ancak pandemi olduğunda Alman posta teşkilatlarının ülkeye ne kadar büyük bir hizmet yaptığına şahit oldum... Evlerinden çıkamayan milyonlarca insana adeta hayat suyu verdiler…
Aynı dönem Almanya’da çok basit görünen ama çok önemli bir kriz yaşandı. Zorunlu olan maske yoktu piyasada. Neden mi? Çünkü yıllar önce modern teknolojiye ve daha çok katma değer getiren malların üretimine geçen Almanlar, tekstil gibi basit görünen sektörleri Çin’e vermişti. Adidas, Puma gibi markalar dahi fabrikalarını kapatmış, tekstil makinalarını satmıştı... Ülke gündemini hayli meşgul eden bu durumdan devlet önemli bir ders çıkarmış ve bir dizi karar almıştı…
Okullarda tablet ve akıllı telefon kullandıran birçok gelişmiş ülke bir süre sonra bunun eğitimin tamamında kullanılmasının sakıncalı olduğunu çünkü çocukların kitap okumadıklarını ve gerilediklerini anladı. Ve bu yıl buna bir kısıtlama getirmeye başladı.
Bir başka örneği de 15 Temmuz hadisesi üzerinden vermek istiyorum. Yaşadığımız bu süreçte başımıza öyle hadiseler geldi ki hiçbirini hayal dahi edemezdik. “Bunu da mı yaparlar? Bu kadar da olmaz…” dediğimiz her şeyi fazlasıyla yaptı Türkiye’deki rejim… Öyle haksızlıklar ve hukuksuzluklar yapıldı ki hayal dahi edemeyeceğimiz şeyler oldu. Halis Anadolu evlatlarının yarım asırdır tırnaklarıyla, gözyaşlarıyla, uykusuz geceleriyle, binbir fedakarlıkla elde ettikleri bir gecede yok edildi... Ülkenin geçmiş ve geleceği çalındı... Öz evlatları, kaynakları, birikimleri yok edildi…
İşte bugünlerde bazı konularda yorum yaparken veya ciddi adımlar atarken her zaman farklı olasılıkları da hesaba katmak gerekir. İnterneti ve basılı medyayı da biraz böyle görmek gerekli. Tüm enerjiyi basılı medyaya verip de yenilikleri ve interneti hiçe saymak doğru olmadığı gibi “Kardaşım şimdi hangi çağdayız, internet dururken ne işimiz var gazeteyle dergiyle…” söylemlerinin de hatalı olduğunu düşünüyorum... Üstelik konunun manipülasyon ayağı ise çok daha bilimsel bir çalışmaya muhtaç. Çünkü bugünlerde bazı önemli sosyal medya organları dünyayı şekillendirmeye çalışan güç odaklarının elinde oyuncak olmaya başladı. Bu insanların veya yönettikleri uygulamaların yaptığı ve yapabileceği manipülasyonlar, algoritmalar saniyeler içinde milyarlara ulaşıyor…
Manipüle edilmiş, sinsice kurgulanmış, cinselliğin, aşırı tüketimin, kapitalizmin ve gerçekliği araştırılmamış haberlerin, bilgilerin zihinleri ve kalpleri esir aldığı bir mecranın tutsağı olmuş yığınlar var şu an... Ayrıca hiçbir anlamı olmayan sadece zamanı çalan ama bir müddet sonrada aynı mecranın çöplüğünde bir balon gibi sönüp gitmeye mahkum olan yığınca bilgiler, görüntüler var şu an...
Çağın çıldırtıcı gelişmelerine ve zamanın hızına rağmen daha aklıselim, daha iyi analiz edilmiş, üzerinde daha iyi tartışmalar yapılmış, entelektüel editörlerin elinden geçmiş makalelerin, yorumların, araştırmaların yapıldığı yazıların kıymeti aslında daha da artmış durumda. Çünkü geleceği inşa etmeye çalışan, toplumların refahını ve daha yaşanabilir bir dünya isteyen insanların beyin sancıları var bu makalelerde. Toplum için gerekli olan dini ve ilmi bilgilerin var olduğu, cağın şartlarına ve ihtiyaçlarına göre harmanlanan bu eşsiz hazinelerin yer aldığı dergiler zihinleri doğru besleyen ana kaynaklardandır. Öyle ki bunların büyük çoğunluğu zamanla kitaplara dönüşmekte, araştırmalara konu olmakta, referans olarak ifade edilmektedir. Üstelik çok yakın zamanda yapay zeka aracılığıyla internete yüklenmiş bu ciddi dergilerin görünürlüğü ve sesi daha çok çıkacaktır. Son sözü onlar söyleyecektir. Dolayısıyla siz sesiniz soluğunuz olan dergilerle, haber yönüyle gazetelerle önemli bir arşive sahip olursanız internet dünyasında çok arananlar arasında, yapay zekanın seçtiği objektif yayınlar arasında yer alırsınız. İşte bu nadide dergilerden birisi de Die Fontäne’dir.
Dün gece 25. Yılını kutlayan Die Fontäne yaşadığı onca şeye rağmen inançla ve sabırla çeyrek asırdır yoluna devam etmeyi başarmış bir yayın. Mütevazi olanaklarına rağmen Batı’nın fikir dünyasına bir mum yakan dergi, ortaya koyduğu çizgiyle kendisini takip edenlerin hayranlığını kazanmış durumda. Beşeri bilimlerden kültüre, doğa bilimlerinden kainata kadar çok geniş bir yelpazede vücut bulan dergi geniş ve ilgili bir okuyucu kitlesine sahip. Odak noktasına kalp ve zihnin uyumunu koyan bir anlayışı var. Her üç ayda bir, Almanya, Avusturya ve İsviçre'de sayıları 20 bini aşan okuyucu kitlesiyle her seferinde yeni konularla okuyucularının karşısına çıkıyor. Okuyucularının yazma yetenekleri düzenli olarak makale ve şiir yarışmalarıyla keşfediyor. 1998'den beri basılan die Fontäne’ye bugünlerde bilgi kirliliği içinde boğulan bizlere kucak açıyor.
Batı’da çok yaygın olan inançsızlığa karşı kalpleri tekrar tamir edecek bir içeriğe sahip olan Fontäne, insanların etrafında yaratılanların arkasında farklı hikmetlerin bulunduğunu ve bunların bir gayesinin olduğunu ortaya koyuyor. Materyalist bir dünyada maneviyatın yeniden gündeme gelmesi için çırpınan ekip, modernleşmiş ama egosu tavan yapmış ve sadece nefsi arzularının peşinden koşan insanoğluna kâmil mertebelerin yolunu gösteriyor. Fontäne çok geniş bir yelpazede dünyanın faydasına olan birçok konuda ve farklı bakış açılarıyla hazırlanmış yazılarla okuyucusuna sesleniyor.