Mübarek Ramazan ayının içinden geçiyoruz. Ramazan için "evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennem azabından kurtuluş" denir. Dileriz öyle olur. Her Ramazan’da, Türkiye’deki hapishanelerde bulunan mağdur ve mahkûmları düşünmeden edemiyor insan. 15 Temmuz iftirasından bu yana kaç Ramazan’dır, eşinden, çoluk çocuğundan, anne babasından ayrı, zamanını o nemli hapishane koğuşlarında geçirmek zorunda kalan masum ve mağdur insanları, KHK ile işlerinden edilen, dışarıda bin bir sıkıntıyı göğüslemeye çalışan mazlumları hatırlamamak mümkün değil.
15 Temmuz sürecinde mübalağa değil, milyonlarca insan hakkında soruşturma açılmış, yüzbinlerce insan tutuklanmış, on binlerce insan hapishanelere düşmüş ve hâlâ da binlercesi oralarda yatmaktadır.
Bunların hepsi de bir kurgu ile, yani 15 Temmuz sözde darbe senaryosu ile mağdur edilmişlerdir. Bu insanların tümü, temelde planlanmış büyük bir yalana, iftiraya, yalancı şahitliklere kurban edilmiş masum insanlardır. Bu mağdur insanların suçlu olduğunu söyleyen sadece 15 Temmuz sözde darbesinden en çok istifade eden ve en az zarar gören taraflardır. Onlar da AKP zihniyeti ve onların işbirlikçilerinden başka hiç kimse değildir. Şimdiye kadar bu insanlarla kim karşılaştı, kim beraber olduysa, hem de çok farklı kesimlerden, bu insanların kendilerine isnat edilen suçlamaları yapabilecek tıynette, yaratılışta olmadıklarında hemfikirler. Eğer insan yumruk atma antrenmanı yapmamışsa, birine yumruk atamaz. Küfretmeyi bilmeyen küfredemez, utanır, sıkılır. Eline silah almamış bir insan, bir canlıya silah doğrultamaz. Evcil yetiştirilen aslan, yırtıcı hayvanlar bile vahşi ortam karakteri sergileyemez. Hep besilerde suni gübre ve besinle beslenen, çayır çimen görmemiş hayvanlar, çayır çimene salınsalar da otlayamazlar. Zira alışmamışlardır.
Hayatı boyunca sevgi, şefkat, merhamet, hoşgörü, müspet hareket, insana saygı-sevgi, insanlara yararlı olma, insanı yaşatma, bozuğu ıslah etme öğretileriyle yetişmiş ve hayatlarını bu gaye etrafında geçirmiş olan insanlara ‘terörist’ demek eşyanın tabiatına terstir. Ve bu kötü iftira mutlaka bir gün ters tepecektir.
15 Temmuz 2016’dan beri her kesimden insanlar hapishanelerde bu insanlarla beraber kaldılar. Bu insanlar arasında, normal sıradan halktan insanlar olduğu gibi, belli çevrelerce kabullenilmiş yazar, entelektüel, aktivist vs. insanlar da vardı. Onlar da siyasi görüşlerinden veya düşünce suçlarından dolayı hapishanelere konulmuş, bazıları da 15 Temmuz sözde darbe suçluları olarak bilinen ve F… denilen kimselerle beraber aynı koğuşlarda kalmış kişilerdir. Onların hapisten çıktıktan sonra Hizmet insanı ve KHK mağdurları hakkında söyledikleri şeyler gerçekten ilginç ve bir o kadar da objektif değerlendirmelerdi.
İşte onlardan biri, yazar Ahmet Altan’dır. Ahmet Altan, demokrasi ve hukuku içselleştirmiş son dönemdeki en önemli aydınlardan biri olarak 15 Temmuz sürecinde yaşanan hukuksuzlukları tenkit ettiği için hapishaneye atılmıştı. O hapishanede yaşadığı hatıralardan birini, yine hapishaneye girme pahasına, hapishaneden çıkınca hemen kaleme almıştı. Yazısının adı Kağıttan Flüt idi. O yazısında hapishanelere tıkılan binlerce yetenekli insandan birinin kağıttan yaptığı flütünü çalmasından bahsediyor. Sonra da oradaki insanlardan söz ediyor ve:
"Ben hapisten çıktım ama binlerce masum insan hapiste kaldı. O demir parmaklıklar ve kalın duvarlar cangılından çıktığımda ardımda çaresiz insanlar bıraktım. Üç yıldan fazla bir zaman küçük bir hücrede iki mahkûmla birlikte kaldım, hiçbir suçları yoktu, söylediklerini kimse dinlemiyordu, defalarca suçsuz olduklarını anlatmalarına rağmen, Silahlara Veda’daki yargıçlara benzeyen birileri tarafından mahkûm edildiler... Suçsuz olduklarını biliyordum ve gücüm onları kurtarmaya yetmiyordu, kimse onların anlattıklarını dinlemiyordu. Sadece yargıçlar değil, neredeyse toplumun çok büyük bir kısmı, mağarada idam cezası veren o aldırmaz adamlara dönüşmüştü. Kasketlerini giyiyor, bir selam veriyor, idam mangasının önüne gönderiyor ve yeni kurbanlarına dönüyorlardı." (https://t24.com.tr/k24/yazi/kagit-flut,2455) Tekrar tekrar okunası bir yazı.
Bir başka farklı çevreden, Kürt sanatçı Hozan Canê, 24 Haziran 2018 seçimlerinde HDP’nin çalışmalarına katılmak üzere gittiği Edirne’den İstanbul’a dönmek üzereyken gözaltına alınır. Daha sonra mahkemeye çıkarılan Hozan Canê, PKK üyeliği, Cumhurbaşkanına ve Atatürk’e hakaretle suçlanarak tutuklanır. Hozan Canê’yi, burada Kürt kadın mahkûm yok diye ‘FETÖ koğuşu’ olarak nitelenen koğuşa konulur. Olay, kendi anlattığına göre şöyle gelişir: Hozan Canê, tek kişilik hücrede sağlık sorunları yaşayınca başka bir yere naklini talep eder. Yetkililer, "Burada Kürtlerin koğuşu yok, bir koğuş var, F...’cüler yatıyor. Onların yanına veririz ama onlar o gece seni öldürürler," deyip, ancak kendisinden imza karşılığında "Bu koğuşta ölürse sorumluluk kendisinindir" belgesini aldıktan sonra F... koğuşuna nakledilir. Korka korka girdiği o koğuşta başörtülü kadınları ve bir köşede duran Kur’an’ı görünce rahatlar. Koğuşta onu karşılayan, uzun boylu kadın, onun korkutulduğunu anlayınca ona yaklaşır ve "Korkma bacım. Biz terörist değiliz, sen de değilsin, bunu bize yaşatan teröristtir. Hiç korkma" der. Ağır işkenceler gören, kötü muamelelere maruz kalan Hozan Canê kan kaybından dermansızdır. Onunla ilgilenir ve yardımcı olur, bütün imkânlarını onunla paylaşırlar. Hozan Canê, orada kaldığı süre içinde şu kanaate varır: "Bizler terörist değiliz, bize bu muameleleri reva görenler teröristtir."
Bir başka tanık da bir dönem Ergenekon davalarının avukatlığını yapmış, şimdilerde de "Kız çocukları davası"nın avukatlığını yapan Av. Lale Demirkazan’dır. Sayın Demirkazan’ın F... suçlaması ile girdiği hapishanede, aynı koğuşu paylaştığı Hizmet insanları hakkında yaptığı tanıklık ilginçtir. Demirkazan, beraber hapishanede kaldığı, terörist suçlamasıyla hüküm giyen Hizmet insanlarından söz ederken, "Onların temizliğe verdikleri önemden, en derin felsefi kitapları okumalarından, koğuştaki düzen, tertip ve adil uygulamalardan" bahsediyor. Av. Lale Hanım, onların kültürlerine, ahlaklarına, mizah zekalarına hayran kaldığını ifade ederek o insanlardan takdirle bahsetmektedir.
Alpaslan Kuytul Hocaefendi de değişik vesilelerle yaptığı video programlarında, gerek Hizmet insanına gerekse de KHK ile atılan insanların durumuna değinerek yapılan gayr-i dini, hukuksuz, gayr-i insani muamelelere temas ederek yaşanılan fecaatleri ve bunları yapanları açık bir şekilde eleştirerek, "Bu kadar kin ve nefretin izahı ve anlamının mümkün olmadığını" ifade etmektedir.
Sadece aydın ve sanatçılar değil, sosyal medya mecralarında adi suç işlemiş ve kazara F... koğuşlarına düşmüş kişilerin, o insanlar hakkında ifade ettikleri hayranlık belirten açıklamaları, hem onların ne kadar iyi birer vatan evladı olduklarını, hem de ne kadar büyük bir haksızlığa maruz kaldıklarını göstermektedir. Bu zor zamanda, kamuoyu nezdinde bu mağdur ve mazlum insanların hallerine tercüman olan, onların yanında duran insanlara müteşekkiriz.
Bu kadar farklı kesimlerin "iyi insanlar" dedikleri bu insanların "terörist" ilan edilmeleri kadar büyük bir suç, büyük bir günah olamaz. Evet, bu "iyi insanlar" geçici bir sıkıntı içindeler. Fakat siyaset ve dünyevi maksatlar için bu insanlara bu komploları kuranlar, iftira atanlar, yalan şahitlik yapanlar, fetva verenler, tutuklama ve hapis kararı verenler, "kul hakkı"nın önemi açısından meseleye bakıldığı zaman, ahiretlerini mahvettiler. Çektikleri, çekecekleri vicdan azabı da ayrı.
Bayram geliyor, bayramdan önce de Kadir gecesi. Ramazan ayının son on günlerinden her biri Kadir gecesi olma potansiyeline sahip. Ortası mağfiret, sonu da kurtuluş olan bu kutlu zaman diliminde, bütün benliğimizle Allah’a yönelip Tevhidname’de denildiği gibi, "Haksızca ve tamamen düşmanlık saikiyle zindanlara atılan, tutuklanan, ızdırap halinde çaresizce kıvrandırılan, gadr-i zulme maruz bırakılan kardeşlerimizi başkalarının hürriyetine kavuşturmasına ihtiyaç bırakmayacak şekilde Sen azat et, hürriyetlerini bahşet Allah’ım" diyelim. Biz dua ile beraber, bize düşeni yapalım, Mevlamız görüyor olup biteni. Elimizden geleni, gelmeyeni... O her şeye kadirdir.