Sağırlık, dilsizlik ve körlük dönemi

Numan Yılmaz Yiğit

Numan Yılmaz Yiğit

31 Ağu 2024 10:01

  •           Son yıllarda ülkede pek çok sosyal, kültürel, dini, ekonomik problemler yaşandı, hala da yaşanmaya devam ediyor. Tabi ki bu olumsuzlukların nedenleri var. Bunların en başında da yöneticilerin  hata ve yanlışları gelmektedir. Yöneticiler de insandır hata yapabilirler. Onlara düşen, hatalarını gördükleri, fark ettikleri anda ondan dönmeleridir. Bu davranışları o zaman bir fazilete dönüşür. İdarecilere yakınlığı nispetinde, bürokratların, memurların da amirlerinin yanlışlarını söyleme, hatalarını hatırlatma sorumlulukları vardır. Sadece memurların değil, toplumda, alanında uzman, etkin söz sahibi kişi ve kurumların sivil toplum kuruluşlarının, bilim adamları, kanaat önderleri ve cemaat liderlerinin, medyanın da yöneticilere hatalarını söylemek, yerinde ikaz etmek gibi görevleri vardır.

     

    Toplumu yönetenler katiyen ‘la yüs’el, hesap sorulamaz‘ değildir. İster demokratik toplumlarda isterse de İslam toplumunda olsun, her ne kadar seçilmiş de olsalar, onların da tâbi olmaları gereken, başlarının bağlı olduğu, dini açıdan Kuran ve Sünnet, hukuki açıdan da meclis kaynaklı Anayasa, kanun ve dahi ahlaki, insani, etik, geleneğe dayalı kurallar vardır. Yöneticiler, çoğunluğun oylarıyla  bile iktidara gelseler  ‘Halk idareyi bize verdi, istediğimizi yaparız!’ gibi bir serbestiye sahip değillerdir. Zaman zaman halkın, uzmanların, hukukçu ve ekonomistlerin, bilim adamı ve alimlerin, kanaat ve cemaat önderlerinin, medyanın sesini, taleplerini, ikazlarını dinlemek, görmek ve müzakere etmek, gündemlerine almak zorundadırlar. Bu bir nevi toplumsal istişare sayılır.

     

    Demokrasi ve hukukun sağlıklı olarak işlediği normal bir ülkede her şey hukuk ve demokrasinin kurallarına göre bile işlese, toplum veya toplumu temsil eden kurumlarca herhangi bir problem seslendirildiği zaman ilgililer kulak kesilir, dinler, meseleyi anlamaya, görmeye çalışır. Olumlu veya olumsuz bir şekilde geri dönüşüm sağlarlar.

     

    Ülkede yıllardan beri yaşanan olumsuzlukları sıralamaya gerek var mı bilmiyorum? Her biri devasa birer  musibet gibi. Bu olumsuzlukların yüzde biri bile, sıradan bir ülkede yaşanmış olsa, kıyametler kopacakken, güzel ülkemizde sevk ve idarede bulunanların yüzlerinin bile kızarmaması tarihi ibretlik bir vakadır.

     

    Bu gaflet iradi ise çok büyük vebal

     

        İktidara destek veren irili ufaklı diğer siyasi oluşumların da siyasi iktidardan geri kalan bir yanı yok. Muhalefet deseniz; elinde bu kadar demokratik, hukuki, ekonomik veri ve delil varken, halkın gözü kulağı dili olmak yerine, güç ve kuvveti temsil edenlerin dümeninde gibi hareket etmektedirler. Yani halk, ekonomik-sosyal  gerçekler, bütün güçleriyle alarm verip seslerini yükseltmişken, bu işlerle ilgilenmesi gerekenlerde tam bir körlük, sağırlık, dilsizlik müşahede edilmektedir. Bu durum iradi de olabilir, gaflet eseri de. İradi ise, ne büyük bir vebaldir. Gaflet eseri ise, bu insanları kim nasıl uyandıracaktır?

     

         Mesela; halk ekonomik sıkıntılar içinde kıvrım kıvrım, gelir gider dengesi bozulmuş, maaşlar erimiş, vergiler artmış, insanlar, sosyal medyadan bağım bağım bağırıyor ve dertlerini anlatmaya, duyurmaya çalışıyorlar. Fakat ne duyan var ne  gören ne de cevap veren... Üstüne üstlük yetkili kişi ve kurumlar hiç bunlar olmuyormuş gibi, hala her şeyi güllük gülistanlık gösterme çabasında. Bir takım  açıklamalar yaparak  halkla alay ediyor gibi bir tavır sergilemekle meşguller. Seküler ve dini çevreler ısrarla, kamu harcamalarında büyük bir israfın  yaşandığını söyleyip durmaktadırlar ki haklıdırlar. Bunun için başta saray olmak üzere kamu yönetici ve kuruluşlarının, tasarruf tedbirleri almaları ve halka örnek olmaları gerekirken, sanki bunlar hiç konuşulmuyor, duyulmuyor, görülmüyormuş gibi, hem devlet kurumlarında hem de şahsi ailevi hayatlarında, yetkililerin, son derece lüks, debdebeli müsrif yaşamlarına devam etmeleri, bazı şeylerin hala farkına varamadıklarını göstermektedir.

     

    Bütün medya, ’İçinde yaşadığınız şatafatı kesin!’ Kuran, ‘Mütrafin’ler gibi -lüks gösteriş ve israf içinde- yaşamayın‘ dedikçe onlar hala zevk ve sefalarından taviz vermemekte adeta körler sağırlar dilsizler gibi davranmaktadırlar. Hala saraylar inşa edilmekte, milyon dolarlık yatlar makam arabaları alınmaya devam etmektedir. ‘İtibardan tasarruf olmaz’ sözü  maalesef  bu milletin imtihanı haline gelmiştir. Üstüne üstlük, bir de halkın vergilerini artırma  peşindeler. İlginç bir şekilde  yetkili kişilerin, insanların içinde bulundukları ekonomik sıkıntıları ya bilmedikleri ya göremedikleri  ya anlayamadıkları ya da bilmek, görmek anlamak, işlerine gelmediği anlaşılmaktadır. Siyasi iktidarın ciddi ciddi ‘her şey çok iyi, işler kontrolümüz altında, biz işimizi biliyoruz, bize akıl vermeye kalkmayın!’ manasına gelen, gülünç, gerçeklikten uzak açıklamalar yapmaya devam etmesi anlaşılır gibi değildir.

     

    Neredeyse  ülkede ‘Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler!’ ironisi gerçek olacak gibi. Masallarda anlatılan ‘Kral sarayında lüks, debdebe içinde yaşarken halkı perişan sefil bir hayat yaşıyordu’ gibi olayların benzerlerinin bu zamanda, ülkemizde yaşanıyor olması gerçekten de ne kadar üzücüdür. Yani bu sesleri duymak ,olup bitenleri görmek, olayları anlamak  bu kadar  mı zor  diye düşünüyor insan. Ama maalesef bir taraftan ekonomik sıkıntılar, kendine has diliyle, diğer taraftan da halk kendi imkanları ile sosyal medyadan dert ve sıkıntılarını ilgililere duyurmaya, göstermeye, konuşmaya çalışmalarına rağmen, sanki birileri ısrarla gözlerini kapıyor, kulaklarını tıkıyor, ağzını açmıyor. Israrlı bir inat ile aynı hataları tekrar etmeye devam ediyorlar.

     

    Yine mesela; bir devleti idare eden kişilerin  en önemli vazifesi, toplum bireyleri arasında her ne kadar dil, din, mezhep, görüş ve yaşam tarzları farklılığı olsa da, onlar arasında birlik, beraberlik, kardeşlik, dostluk,  sevgi ve hoşgörü atmosferini sağlamak, onları kaynaştırmak olması gerekirken, sırf siyasi çıkarları için Anayasal suç olmasına rağmen Kürt-Türk, Alevi Sünni, Atatürkçü/laik tarikatçı, dinli dinsiz konularını  tahrik ederek  ayrılık ve iftirak tohumları saçmak, maksatlı konuşmalarla halkın arasında kin nefret ve düşmanlık duygularını körüklemek  bir devlete, bir idareciye, bir mümine yakışır mı? Halbuki seküler dünya görüşü de dini emirlerde, toplumdaki farklılıkların tolere edilmesini onların insanlık ve kardeşlik paydasında buluşturulması gerektiğini söyleyip durmaktadır. Durum bu  iken bir devlet başkanının  veya grubun bölüp parçalamaktan medet umması, sosyal bilimcilerin, kanaat önderlerinin ’böyle yapmayın!’ çağrılarına kulağını tıkaması, toplumdaki gerginliği görmemesi/görememesi, olaylara hukuk, insanlık iman ve Kuran açısından yaklaşmaması nasıl yorumlanabilir?

     

    Bir başka misal olarak, ülkede ciddi ahlaki bir yozlaşma yaşanmaktadır. Manevi duygular zayıflamakta, insanlar dine, dini hayata, dindarlara karşı tavır almaktadırlar. Bilhassa gençlerin  dindar kesimin dine, hukuka, insanlığa, ahlaka, vicdana, insafa ve akla sığmayan uygulamaları karşısında imanları sarsılmış, deizm, agnostisizm gibi düşüncelere yönelmekte olduklarını akl-ı selim sahibi uzman ve alimler haykırmalarına rağmen ilgililerin adeta duymazlıktan, görmezlikten geldiklerine şaşırmamak elde değildir.

       

    En büyük problemlerden biri de, ülkede hukuk adalet diye bir kavramın kalmamasıdır. Hakiki hukukçulardan özür dileyerek ifade etmek gerekirse, şu anda gücü sadece zayıfları cezalandırmaya yeten, güçlünün kayrıldığı bir işleyiş vardır. Kasanın hırsıza teslim edilmesi misali, hukuk ve siyasi idare adeta suçlulara teslim edilmiş vaziyettedir. İlk önce onların yargılanması gerekiyorken, binlerce  suçsuz insan eften püften şeylerle suçlu hale getirilerek insafsızca, imansızca cezalar verilmektedir. Azılı katiller, mafya babaları, uyuşturucu baronları, adamı olanlar, göstermelik yargılamalarla yargılanıp tahliye edilirken, gariban halka cezalar yağdırılmaktadır. Siyasallaşan hukuk sistemi, kendi siyasi görüşü dışındaki herkesi neredeyse ‘Terörist ‘ilan edecek bir zırvaya ulaşmıştır. Başörtülü, bebekli kadınlar, yaşlı ve hastalar, hiçbir günahı olmayan iftiraya uğramış mağdurlar, KHK ile işinden atılmış binlerce insan haksız ve hukuksuz yere hapishanelere tıkılmıştır. Artık  insanların hukuk sistemine güveni kalmamıştır. Gerçek bilim adamları, gerçek hukukçular ve hakiki din alimleri bu uygulamaların doğru olmadığını sağırlara işittirecek derecede söylemelerine rağmen, hala değişen bir şey olmadığı gibi inadına bu zulümlere devam edilmesi anlaşılır gibi değildir.

     

    Dindar çevreler, İslami kesim, 15 Temmuz Darbe Senaryosu öncesi ve sonrasında ‘Kendi ayağına kurşun sıkmamak‘ düşüncesiyle neredeyse hiçbir tenkide kapı aralamadılar. Şimdilerde olayların yavaş yavaş siyasi erkin aleyhine işlediğini fark ettikçe küçük de olsa sorgulamalar başlamadı değil. Bunlar içinde bugünkü iktidar ve  yandaşlarının  zulmüne maruz kalmış Alparslan Kuytul Hoca gibi kişiler açıktan, bazıları da pasif bir şekilde, siyasi otoritenin İslam ve Müslümanlığa sığmayacak icraatlarını ellerinden geldiğince tenkit etmelerine rağmen, maalesef onların da dinlenilmediği görülmektedir.

     

         Aslında 15 Temmuz sözde darbesi önce ve sonrası, Fethullah Gülen Hocaefendi’nin Herkul sitesindeki sohbetlerine bakıldığında, meseleyi ayağa düşürmeden müşahhaslaştırmaya girmeden, Kuran’a, dine, dindarlığa, ahlaka, insanlığa ve mürüvvete göre, bu dönem, siyasi iktidarların içine düştüğü yanlışlara yapılan birçok tarihi tavsiye ve tenkitler olduğu görülecektir. Her ne kadar birileri Türkiye kamuoyunda Fethullah Gülen Hocaefendi aleyhine, devlet gücüyle, bir önyargı oluşturmuş olsalar da, insaflı, objektif bakabilenler için bu sohbetlerin içinde hem onlara hem de Hizmet hareketi iç kamuoyuna rehberliğe yönelik, oldukça önemli tavsiye ve tenkitlerin olduğu  müşahede edilebilir.

     

           Peki ne oldu? Bu ülkenin kaderini ellerinde bulunduranlar, iktidarda olanından muhalefetine, yetkili kişi ve organlarına kadar, bütün bu tavsiye ve tenkitlere rağmen, yıllardır devam edegelen icraatlarında, alenen bulaştıkları dini, hukuki pek çok suç ve günahtan vazgeçmedikleri görüldüğü gibi, bu fiillerinin  ‘Günah, Haram veya Suç’ olmasını  da çok önemsemedikleri anlaşılmaktadır.

     

         Bu dönemde her seviyedeki yöneticilerde, garip bir şekilde, olayları ve hadiseleri tam olarak görememe, duyamama, konuşamama yani bir körlük, bir sağırlık, bir dilsizlik hali müşahede edilmektedir. Adeta dinlememek, doğruyu konuşmamak ve hakikati, realiteyi görmemek/görmezlikten gelmek,  genel bir davranış halini almış gibi bir vaziyetle karşı karşıyayız. Bunu gurur ve kibre bağlayanlarda var. Bu da önemlidir. Ancak ‘her şeyi biz biliriz, herşeyin en iyisini biz yaparız’ demenin de insani, dini bir davranış olmadığı muhakkaktır. Bu dönem siyasilerinin  halkın, medyanın, alanlarında uzman, muteber insanların, alimlerin, seslerini işitmeyen/işitemeyen, adeta duymazlıktan  geliyor. Doğruları gerçekleri konuşmuyor, konuşamıyor,  konuşturtmuyor. Hakikati de görmeyen, göremeyen, görmezlikten gelen bir noktaya evrilmiş olmaları oldukça üzücü bir durumdur. Bu durum herkes için kötüdür. Fakat Müslüman kimliği taşıyan kişiler için daha kötüdür.

            

          Bu ve bunlara benzer o kadar çok olumsuzluk var ki her biri ayrı bir önem taşıyor. Hiç kimseyi töhmet altına atmak niyetinde değiliz. Fakat Hakk’ın hatırı da alidir, yine de yararlı olur, bazıları için belki de uyarıcı bir vazife yapar  umuduyla söylemekte yarar var. Kuran’daki her bir ayet, madem en başta müminlere hitap etmektedir, o halde, kafir ve münafıklardan bile bahsetse o ayetlerden, müminlerin alacağı, alması gereken bir hisse, bir ders vardır. Mümin istemese de bir  hata veya gaflet eseri olarak bazen, bir nifak, bir küfür davranışı içine düşmüş olabilir. Bu sadece bir kesim için değil, herkes için mevzubahistir. Bu açıdan inanmış bir kişi, kafir veya münafıktan bahseden her bir ayeti okurken  ‘Benim, bu ayetten almam gereken ders nedir acaba?’ diyerek öyle okumalı ve öyle düşünmelidir.

     

    Münafıkları anlatan bir ayette, “Bunların hâli, aydınlanmak için ateş yakan bir kimsenin durumuna benzer. Ateş çevresini aydınlatır aydınlatmaz, Allah onların gözlerinin nurunu giderir ve karanlıklar içinde bırakır da göremez olurlar. Sağır, dilsiz ve kördür onlar. Onun için (Hakk’a) dönmezler.” (Bakara ,17)’ Evet, onların hâli, ateş yakan bir insanın hâline benzemektedir. Öyle ki, yanan o ateş etrafını aydınlatıp da çevredeki her şey olduğu gibi ortaya çıkınca, Cenab-ı Hak bu kez nurlarını ellerinden alır da onları iç içe karanlıklar, zulmetler içinde bırakır; bırakır da çevrelerini asla göremezler.’ (Bir İcaz Hecelemesi) Bir bakıma, hakikat ortaya çıkıp da olaylar, gerçek yüzleri ile aydınlanınca, yani doğru ve yanlış apaçık ortaya saçılınca  Allah bunların akıl, basiret nurunu alır,muhakeme ve muhasebe yeteneklerini kaybederler.

     

    Bu duruma düşen bu güruh, artık doğru göremez, doğru düşünemez, doğru konuşamaz. Olayların ilk algılama noktası  olan göz ve kulağın sağlıklı çalışmaması, gerçeği duyma ve görmelerine mani olur. Eğer olaylar doğru bir şekilde algılanamıyorsa, doğruyu konuşma imkanı da kalmaz. Duyu organları arızalı olanların iç sezileri de arızalı olacağından, bu tip kişilerin olup biten hadiselerin arka planını, sebeplerini doğru bir şekilde okumaları, idrak etmeleri de mümkün değildir. Bu kategorideki kişiler hadiseleri doğru okuma, görme, anlama kabiliyetlerini yitirdiklerinden dolayı, akıl almaz işlere kalkışırlar. Hem kendilerini hem de çevrelerini bilinmez ,meçhul karanlıklara sürüklerler.

     

    Herkes için söz konusu olabilecek böyle bir körlük, sağırlık ve dilsizlik afeti  ve bu afetin yol açacağı felaketler, şahsın  sosyal hayattaki konumuna göre olacaktır. Kişinin kendine ait problemlere kör kalması, kendi çapında sıkıntılara neden olacağı gibi, toplumun önünde bulunan kişi veya kurumların körlüğü, sağırlığı dilsizliğinin yol açacağı felaketlerde ülke  ve millet seviyesinde olacaktır.

     

    Toplum maddi manevi acılar içinde kıvranırken bu durumu görüp tedbir alması, dertlenmesi gereken ilgililerin, gerek musibetler diliyle, gerek rakamların diliyle gerekse de kamuoyunun seslendirmesiyle, onca ikaz ve uyarıyı görmemezlikten gelmeleri, hiçbir şey olmamış gibi hareket etmeleri katiyen doğru değildir.

     

          Her geceden sonra bir nehar, her kıştan sonra bir bahar olduğu gibi her zorluktan sonra da bir kolaylık olması Allah’ın (cc) adetidir. Hiçbir sıkıntı ebedi değildir. Elbette bu günler de gelip geçecektir. Dileriz hem insanımız hem de toplumda etkin olan kişi veya kurumlar, manevi bir hastalık olan bu ’Körlük, sağırlık, dilsizlik’ hastalığından bir an önce kurtulur, gerçekleri bütün çıplaklığıyla görmeye, duymaya, konuşmaya muvaffak olurlar.

    31 Ağu 2024 10:01
    YAZARIN SON YAZILARI