Hizmet Hareketi gönüllüleriyle beraber ülke ve insanı adına son derece yararlı hizmetleri yıllar önce başlattı, sürdürdü ve bugünlere ulaştırdı. Artık bu hizmetler sadece Türkiye ile ve sadece Türk vatandaşları ile sınırlı değil. Dünyanın birçok yerinde içlerinde farklı ülkelerden insanlarında hizmet verdiği sosyal bir yapı haline geldi Hizmet Hareketi. Bu noktaya ulaşan hizmetlere, başladığı dönem, içinde bulunduğu şartlar, eldeki imkanlar açısından bakıldığı zaman bunun -inayet-i ilahiye ile- fevkalade bir başarı örneği olduğu insaf ehli olan herkesin kabul edeceği bir gerçektir.
15 Temmuz sözde darbe hadisesine kadar, zaten bu, bütün alemce böyle görülüyor ve bu şekilde ifade ediliyordu. Hizmet Hareketi’ne gönül veren insanların, Hizmet’e ait faaliyetlerinden bir ‘başarı ‘olarak bahsedilmesine, övülme veya takdir edilmeye ihtiyaçları yoktur. Onlar her hâlükârda başarılı işler yapmayı hedefleseler de hiçbir zaman başarının kendilerine bağlanmasından hoşlanmazlar. Onlar, yaptıkları hayırlı işleri kendilerine Cenab-ı Hakk’ın bir sevki, lütfu, iş gördürmesi olarak düşündüklerinden iyilik, güzellikleri Allah’tan eksik kusur ve hataları da kendilerinden bilir, iyilikler karşısında şükür hata ve kusurları karşısında da tövbe ve istiğfarda bulunur, gurur ve kibre düşmemeye çalışırlar. Zaten onlara ‘Beklentisizler’ denilmesi de bu yüzdendir. İhlas’ın bir manası da budur. Onun içindir ki bütün şahsi ve tüzel kişilikleriyle yaptıkları hayır çalışmalarının hedefinde her zaman hep Rıza-i ilahi olmuştur. İfade edilen bu malum hususlar Hizmet hareketinin Kuran ve Sünnet endeksli temel esaslarıdır.
Yalnız asıl üzerinde durmak istediğim konu bu değildir. Üzerinde durmak istediğim konu Hizmet Hareketi ve hizmet gönüllülerinin ülke ve insanı yararına yaptıkları bunca hizmete mukabil bir teşekkür bile beklemedikleri halde vesile oldukları onca hizmetlerin tabiri caizse birileri tarafından hunharca görülmezden gelinmesi, üstünün kapatılmaya çalışılması neticesinde, bunun bazı hizmet insanlarında oluşturduğu inkisar-ı hayaldir. Teşbihte hata olmasın bu durum, büyük bir yangın esnasında yetersiz kalan itfaiyeye yardımcı olmak maksadıyla hayatını tehlikeye atarak yardımcı olan kişi/lerin yangın söndürüldükten sonra en azından bir teşekkür beklerken azar işitmesi, dayak yemesi gibi bir şey. Evet Hizmet Hareketi gönüllüleri neslin manevi imansızlık ateşinde yandığını görünce can havliyle onlara el uzatmak, yardımcı olabilmek için eğitim yuvaları açmış ve bu yuvalarda bir neslin imanının kurtarılmasına şahit olunmuştu. O günleri bilmeyen, bilip takdir edemeyen bugünün yeni yetmeleri sırf benliğe, inat, kin ve rekabete dayalı bir hisle hareket ederek, buna da ‘vatan meselesi’ diye bir kılıf uydurarak kadir bilmez bir tavır sergilediler. Bu açıdan tam da teşekkür bekledikleri bir davranış karşısında kaba kuvvet ve hakaretle karşılık görmelerinin, onların pek çoğunu derinden üzdüğünü söylemek herhâlde yanlış olmasa gerektir. Netice de onlarda insan.
Bu derece saf temiz iyi niyeti görmemezlikten gelmek, halktan gizlemeye çalışmak, çarpıtmak, unutturmak için hadde hesaba gelmez maddi manevi çaba harcamak, yalan ve iftira atmanın, kötülüğünü tarif etmeye imkân yoktur. Bu derece kin ve nefreti normal bir insanda düşünmek muhaldir. Yüzyılın iyilik hareketi denilebilecek böyle bir çabayı bırakın takdir etmeyi bağışlayın değişik ayak oyunları ile engellemeye, karalamaya çalışmak büyük bir talihsizliktir.
Fakat şu da katiyen unutulmamalıdır ki Allah ihlas ve samimiyetle yapılan hiçbir ameli ister az ister çok, ister küçük isterse de büyük olsun hem dünya da hem de ahirette katiyen zayi etmez. O amel er ya da geç semeresini verir ve sahipleri için dünyevi uhrevi büyük kazanç kapıları açar.
Hizmet insanı yıllardır ektiği tohumların semerelerini cebri hicretle çıktığı yurtdışında görme imkanına sahip oldu. Dünyanın her neresine giderse gitsin ekseriyet itibariyle orada ona kucak açacak, rehberlik yapacak oraları bilen hazır insanlar buldu. Bu tabi ki onun bütün problemlerinin çözüldüğü anlamına gelmiyordu. Fakat bunun, ilk etap da, içine düşülen şoku atlatma adına, oldukça önemli bir rol oynadığı da muhakkaktı.
Türkiye’de iken sponsorluğunu yaptıkları okulları, orada yetişen öğrencileri, o öğrenci ve velilerin minnettarlıklarını yerinde görme imkânı buldular. Bilhassa üçüncü dünya ülkelerine açılan eğitim yuvaları o insanların hayatında silinmez izler bıraktı. Oralarda bulunan okullardan bir kısmı kapanmış olsa da oralarda yetişen ve dünyanın değişik ülkelerinde okuma imkânı elde eden binlerce fakir ülke insanı ülkelerine eğitim hizmeti sunan Hizmet insanını her zaman hayırla yâd etmektedirler. Bu öğrencilerin bir kısmı batı ülkelerinde okumakla hem kendilerini hem ailelerini hem de ülkelerini abad edebilecek bir donanıma sahip olmuş durumdalar. Ülkelerinde kalanlar ise öğretmen ve belletmenleri ile o eğitim yuvalarında geçirdikleri güzel günlerin hayaliyle yaşamakta, hep onlardan bahsetmekteler. Adeta tadı damaklarında kalmış gibi. Hala pek çok ülkede her şeye rağmen eğitim öğretim çalışmalarının devam etmesi ortaya konan gayretlerin boşa gitmediğini açıkça göstermektedir. Bu kadar kısa bir zamanda bu güzel meyvelerin derlenmesi aslında şaşılacak bir durumdur.
‘…Öyle bir ekin ki filizini çıkarmış, sonra da onu kuvvetlendirmiş, derken kalınlaşmış da artık gövdesi üzerinde doğrulmuş. Öyle ki ekicilerin hoşuna gider… (Fetih 48/29) Ayetindeki mutluluğundan şaşırıp kalan çiftçi gibi, hizmet insanını attığı eğitim tohumunun bu kadar çabuk meyve vermesi karşısında hem şaşkın, hem mutlu hem de bahtiyardır. Her ne kadar hizmet insanının üzerinde ülkesini, kurulu düzenini terk etmenin, yeni bir coğrafyada yeni bir düzen kurma stresi, ülkedeki baskı ve zulmün maddi ve psikolojik etkisi hala devam ediyor olsa da diğer taraftan tohumların filize, filizlerin de ağaca ağaçlarında meyveye durması, çekilen zahmetlerin rahmete dönüşmesi onlara huzur vermektedir. Gemi her ne kadar hasar almış olsa da elhamdülillah su üzerinde yüzmeye devam etmektedir. Onlarca ülkede yüzlerce okulda hem de o okullardan yetişmiş öğretmen ve idarecilerle insanlığa verilen hizmet devam etmektedir.
Kaldı ki bunların hiçbiri olmamış dahi olsa, Hizmet insanına düşen vazife içinde bulunduğu şart ve imkanlar neye elveriyorsa onlarla, o kadar hizmet etmektir. O zaten içinde yaşadığı anda, kendine düşen vazifeyi yapmakla, niyetine göre Allah katındaki mükâfatını hak etmiş olacaktır. Çünkü Cenab-ı Hak mükâfatını neticeye göre değil vazifeyi yapıp yapmamaya göre vermektedir. Hizmet insanı, yerinde ve zamanında imkânları, güç ve kuvveti nispetinde kendine düşen vazifeyi yapmakla, vazife-i ilahiyeyse karışmamakla mükelleftir.’ Ve cihad-ı mâneviyenin en büyük şartı da vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır ki, "Bizim vazifemiz hizmettir; netice Cenâb-ı Hakk’a aittir. Biz vazifemizi yapmakla mecbur ve mükellefiz.’ (Emirdağ Lahikası)
Hizmet insanının böyle bir zaman da dünyaya sunduğu eğitim, yardım ve sosyal proje hizmetleri, kim ne derse desin, ne yaparsa yapsın, insanlığın belleğinde bir yad-ı cemil (güzel bir anı) olarak kalacak ve buna mani olmaları da inşallah mümkün olmayacaktır. İbrahim AS’ın ‘Bana sonrakiler içinde bir lisân-ı sıdk (ve bir yâd-ı cemîl-güzel bir şekilde anılmak) lütfeyle!” (Şuarâ Sûresi, 26/84) diye dua edip nitekim Müslümanlar nezdinde hep bir yâd-ı cemîl olarak anılması gibi Hizmet gönüllüleri de hep hayır ve dualarla yad edileceklerdir.
Evet, insanlar yapılan iyilikleri zamanla unutabilirler. Fakat Allah katiyen unutmaz. Zaten Mümin de fani insanların fani takdirlerine değil, Baki olan Allah’a itimat eder, Onun rahmetine bel bağlar. O ise kullarının yaptıklarından haberdardır. “Hayır olarak harcadığınız her şeyi, adadığınız her adağı, Allah mutlaka bilir ve mükafatını verir.” (Bakara, 2/270)’ Senin Rabbin, hiçbir şeyi unutmaz.’ (Meryem 19/64) “Onların durumu, Rabbimin yanındaki bir kitaptadır. O, ne şaşırır, ne de unutur.” dedi. ( Tâ-Hâ 20/52) gibi ayetleri müminlere ve münkirlere, iyilik ve kötülükler bu dünyada unutulsa veya görmemezlikten gelinse de, üst bir bakış tarafından görüldüğü, unutulmadığı ve mutlaka bunların değerlendirileceği gerçeğini ifade etmektedir. Uhrevi alemde, Müminin şahsi kulluk kazanımlarının eksik yetersiz kaldığı bir noktada Allah rızasını kazanma istikametinde, insanlığa yararlı olmak için yaptığı hayırlı hizmetler de büyük bir kurtarıcı amel olarak sürpriz bir şekilde karşısına çıktığında inşallah o, daha bir mesut ve mutlu olacaktır. Allah kendisi için yapılan hiçbir unutmadığı gibi ameli zayi de etmez.
‘Onlar Allah'ın nimeti ve lütfu ile ve Allah'ın müminlere olan mükâfatını zayi etmeyeceği müjdesiyle de sevinirler.’ (Âl-i İmrân 3/171) İşte henüz dünya da iken bile, ortaya konan gayretlerin neticelerini göstermesi, daha ileride göstereceğinin bir mukaddimesidir.
Uhrevi yönünü ise Allah (cc) şöyle tarif ediyor.’ Onların Rabbi de dualarına şöyle icabet buyurdu: “Sizden gerek erkek, gerek kadın, hayır işleyen hiçbir kimsenin çalışmasını zayi etmem. Çünkü siz birbirinizdensiniz, birbirinizden farkınız yoktur. Benim rızam için hicret edenlerin, vatanlarından sürülenlerin, Benim yolumda işkenceye, zarara uğrayanların, Benim yolumda savaşanların ve öldürülenlerin, Elbette kusurlarını örtecek ve elbette onları Allah tarafından mükâfat olarak içinden ırmaklar akan cennetlere yerleştireceğim. En güzel ödüller Allah'ın yanındadır.’(Âl-i İmrân 3/195) Bilhassa Allah için çabaladıktan sonra bir de hicretle şereflenen müminin karşılaşacağı mükafatı tarife imkan yoktur.
‘İman edip güzel ve yararlı işler yapanlara gelince, şu bir gerçek ki Biz güzel iş yapanların işlerini asla zayi etmeyiz.’(Kehf 18/30) ‘Küçük farklarla değişik rivayetleri bulunan bir hadis-i şerifte İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır: “İyilik zâyi olmaz, çürüyüp gitmez; günah unutulmaz, Deyyân (her şeye hâkim bulunan, herkesi hesaba çekecek olan Allah hayy u kayyûmdur) ölmez, -o halde- istediğin gibi davran; nasıl yaşarsan ona göre karşılığını görürsün!” (Beyhaki)
Evet, iman ve ahiret açısından meseleye bakıldığı zaman O’nun adına yapılan hiçbir şey boşuna yapılmış, heba olmuş gitmiş değildir. Herkes içinde taşıdığı niyete göre hem burada hem de öbür tarafta karşılığını mutlaka görecektir. ’Madem Cenâb-ı Hak var her şey var (Yirmi Dördüncü Mektup)