Bugün halkın ‘Büyük zat, Beyefendi, Şeyh, Alim, Meşhur ,Önemli ,Faziletli vs.’ gibi sıfatlarla andığı ve sadece kamuoyundan bildiği pek çok kişiyi gerçek manada yakından tanımadığı görülmektedir. Kartalı görmediği için kargaya kartal nazarıyla bakan, güneşi tanımadığı için bir lambaya güneş muamelesi yapan, ummandan haberi olmadığından küçük bir gölü bahr-i umman sanan o kadar çok kişi var ki...
Hani bir insana uzaktan uzağa hayranlık duyarsınız. Bu bir sanatçı, bir sporcu, bir siyasetçi bir akademisyen bir hoca ,bir alim veya bir zengin de vs. olabilir. Onun hakkında duyduğunuz olumlu şeylerinde tesiriyle hayal dünyanızda o insana öyle müstesna bir yer ayırırsınız ki. İçten içe o insanın ne kadar önemli ,ne kadar büyük ne denli ulu bir kişi olduğunu düşünür, hayal hanemizde onunla oturur kalkar, sohbet eder, onun için meclisler kurar meclisler dağıtırsınız. Uzakta ,ulaşamadığınız o insanla bir araya gelmeyi, elini tutmayı, sarılmayı, konuşmayı sohbet etmeyi, birlikte zaman geçirmeyi düşlersiniz. İyilik, güzellik, mükemmellik denilince hep o insan aklınıza gelir.
Sonra bir vesile doğar ve belli bir süre , o hayallerinizi süsleyen kişi ile beraber olma fırsatı yaklarsınız. Onu ,düşüncelerini, tutum ve davranışlarını ,oturup kalkmasını yeme içmesini daha yakından tanıma fırsatınız olur. Hele bir de uzun bir süre birlikte imkanı olur da onun sevinçli ve canı sıkkın anlarına denk gelirseniz, işte o zaman onu tabii ve fıtri halleriyle tanıma fırsatı bulursunuz. İnsanlar genelde gerçek karakterlerini en sevinçli ve en kızgın anlarında sergilerler. İnsanları bu iki durumda test etmeden tanıdım demek yanıltıcı olacaktır. Buna menfaat ve zarar paylaşımını da ekleyebiliriz. Genel olarak , kamuoyunda ‘Büyük’ olarak tarif edilen insanların , insanlarla birlikteliği , planlı programlı senarize edilmiş , sınırlı bir zaman diliminde olur. Dolayısıyla da bu tür birlikteliklerde fevkaladeden bir şey olmazsa herhangi bir olumsuzluk cereyan etmez. Zaten bütün organizasyonun temel amacı da budur. Yani iyi bir görüntü vermektir. Bu açıdan, uzun süreli gözlemlerden sonra pek çok insanın ‘Ben falana hayrandım fakat ondan hiç beklemediğim bir söz veya davranış gördüm bütün hayallerim yıkıldı vs.’ dediklerine çok şahit olmuşuzdur .İşte bu uzaktan uzağa duyup sevmeye sonra da yakından tanıdığında inkisar-ı hayal yaşamaya bir misal olarak şöyle bir hikayeden bahsedilir.
Keşke Muaydi’ yi duysaydım da…
Bu hikaye ,sonunda bir ‘Darb-ı mesel ‘le taçlanır aslında. Bu darb-ı meselin adı ‘Muaydi’ yi duyman/işitmen, görmenden daha iyidir’. Ya da ‘Keşke Muaydi’ yi işitseydim de görmeseydim’ veya ‘Keşke Muaydi’ yi uzaktan uzağa duysaydım da yakından tanımasaydım ‘şeklinde de ifade edilebilir. Bu darb-ı mesele kaynaklık eden hikaye de kısaca şöyledir; Geçmiş dönemlerde yaşamış Muaydi adında meşhur bir şair vardır. Şiirleri tam bir efsanedir. O dönemde Muaydi’ nin şiirleri yediden yetmişe herkesin dilinde dolaşmakta, hafızalara nakşedilmektedir. Muaydi zamanın en önemli şairleri arasındadır. Hemen hemen her mecliste onun bu destansı şiirleri okunur ona methiyeler düzülür. O dönemde şehirden köyden, obadan dağdan ,çölden vahadan hayranı olan pek çok insan vardır. Adı şiirleri ile geniş bir coğrafyaya yayılan Muaydi’nin büyük bir şöhreti vardır. İnsanların hayal dünyasında bir kahramandır o. Bu kadar güzel şiirleri söyleyen biri mutlaka mükemmel, boyu , posu endamı yerinde ,usturevi bir şahsiyet olmalı, diye düşünürler. Okumuşu cahili, fakiri zengini ,bu efsunlu sözleri söyleyen şairi, Muaydi’ yi merak etmektedirler. Acaba bu zat nasıl bir insan? Ne yer ne içer, nerede yaşar? Günlerden bir gün uzak beldelerin birinde yaşayan bir hayranı bu meşhur şairi görmek mesafelerin amansızlığına aldırış etmez ve onun merakıyla yanan kalbindeki ateşi söndürmek için o uzun yolu kat etmeye karar verir ve yola koyulur. O günün şartlarında günlerce yolculuk yapar. Pek çok zahmetlere sıkıntılara katlanır. Dağ dere tepe aşar ve neticede Muaydi’ nin köyüne varır. Merak içinde karşılaştığı ilk insana Muaydi’ yi ,oturduğu evi sorar. Evini öğrenince de kendini evin kapısında bulur. Oldukça heyecanlıdır. Nihayet hayallerini süsleyen o büyük muhteşem şair Muaydi bir adım ötededir. Kapının tokmağına dokunur ve biraz sonra kapı açılır. İçeriden çirkin mi çirkin bir adam çıkar ve ‘-Buyurun kimi aramıştınız? ’der. Heyecandan kalbi küt küt atan adam ,kapıyı açan adamın çirkinliğinden yüzüne bakamaz, yüzünü çevirerek ,zor bela ‘Ben Muaydi’ yi sormuştum, onun hayranıyım ben , onu ziyarete gelmiştim’ deyince ,adam ;’Buyurun Muaydi benim !’demesin mi? Günlerdir ne hayallerle ne zahmetlerle o dağları, çölleri dereleri tepeleri aşan ,yol kat eden o adam ,işte o anda tarihe geçen bu meşhur sözü(Darb-ı Mesel’ i) söyler; ’Keşke Muaydi’ yi uzaktan uzağa işitseydim de yakından görmeseydim’.
Evet sesi uzaktan kulağa hoş gelen niceleri vardır ki onları yakından tanıdığınızda eski hayranlığınızdan bir eser kalmadığına şahit olabilirsiniz. Bu açıdan insanların arkasından gittiği ,takip ettiği kişileri, sağlam ,standart kriterlere göre bir değerlendirmeye tabi tutmaları gerekmektedir. Bu yapılmadığı takdirde her defasında ferdi ,içtimai hayal kırıklıkları yaşanmaya devam edecektir. Aslında her alanda o alandaki başarılı insanların değer ve kıymetini ölçecek kriterler mevcuttur.
Avam-ı nas’ın kriterleri
Fakat insanların geneli, çoğu zaman konu ve kişileri bütün detayları ile analiz, sentez yapma imkanını bulamazlar. Onlar, kişiler hakkındaki kanaatlarını , daha çok onların kamusal alandaki görünüşlerinden yola çıkarak ,oluşturmaktadırlar. Onun için , halkın ‘Büyüklük’ kriterleri basittir, denilebilir. O da ,dört ana başlıkta ifade edilebilir. Birincisi o kişinin mevki makam yani ,güç ve iktidar sahibi olması ,ikincisi de mal mülk, servet sahibi, yani zengin olması, Üçüncüsü de şan şöhret sahibi , yani meşhur olmasıdır. Dördüncüsü kriteri de kendi menfaat ve zararını ilgilendiren konuların olup olmamasıdır. İnsanlar tabii olarak mevki makam ,servet ve şöhret sahibi ,menfaatine gelen kişilere karşı bir alaka duyarlar. Bunun biraz da o insanların sahip oldukları imkanlara özenmekten kaynaklandığı söylenebilir.
Takdir edilir ki bu üç özelliğin birine veya hepsine sahip olmak insanı bizatihi ‘Büyük, Faziletli ,değerli ,kıymetli ‘yapmaz. Bu özelliklere sahip olup da gerçekten ‘Büyük, faziletli ‘insanlar olduğu gibi bunun aksi de çokça vakidir. Nasıl? Günümüzde şahit olduğumuz gibi. Mesela ,Bugün halk, mevki makam sahibi siyasilerin ,şahsiyetleri ile alakalı ,dün kara dediklerine bugün ak demelerinden, yalan ve hilaf-ı vaki beyanlarından, hırsızlık ve yolsuzluklarından ,gayr-i insanı tutum ve kararlarından daha çok sosyal hayata yansıyan içinde yaşadıkları depdebe, ihtişam ,lüks ,şatafat ,gösteriş , korumalar, hizmetkarlara bakarak değerlendirme yapmaktadırlar.
Gerçek kriterler
Bugün toplumda ‘Büyük’ olarak anılan ,ardına düşülen kişiler hakkında sağlıklı bir değerlendirme yapabilmek için ,öncelikle onun şahsını, sonra aile hayatını daha sonra sosyal hayattaki konumu ve yaptığı işleri, o kişinin çevresini ve kimlerle oturup kalktığını iyi bilmek gerekmektedir. Bir insanın gizli yönlerini araştırmak ‘Tecessüs ‘dür ve günahtır. Fakat kamuoyuna mal olmuş, insanların örnek aldığı şahıslarında topluma karşı töhmet noktalarından uzak durmak, hesap verebilir olmak, şeffaf ve denetlenebilir bir yol takip etmek ,güven vadetmek gibi bir vazifeleri vardır.
Bugün bırakın ‘tecessüs’ü maalesef küpün içindekiler dışarı sızmakta hatta taşmaktadır. Hatta gizleme çabaları bile görülmemektedir.
İnsan olarak bazı kriterler
a- Her kim olursa olsun öncelikle herkes insandır, dolayısıyla da o insanda aranması gereken ilk vasıf insani vasıflardır. Bunlara kısaca akl-ı selim, kalb-i selim ,hiss-i selim , vicdan-ı selim diyebiliriz. Yani o kişi akıl zihin ve zihni fonksiyonlarını toplum yararına ,hak ve hayır istikametinde mi kullanıyor yoksa şahsi menfaati ,bencil istekleri ve şeytani şer yollarında mı kullanıyor? Kalbi , imanın mı yoksa, gurur kibir, haset gibi şeytani dürtülerin , his ve hevesatın tesirinde mi çalışıyor? Hisleri yönüyle hareket tarzını şefkat, merhamet ,sevgi hoşgörü gibi pozitif hisler mi belirliyor yoksa kin nefret ve öfke mi ?Hata ,kusur ve ihmalleri karsısında , günahlarını görüp , vicdanında bunun ıstırabını ,sızısını duyabiliyor mu, yoksa ölmüş, duyamıyor mu? Bu dört noktayı koruyabilen insanlığını da koruyabilmiş sayılır, yoksa o sadece insan görünümlü bir canlıdan ibarettir.
b- Kişi olarak bir insanın düşünce yapısı ve düşünceleri de iyi bilinmelidir. Çünkü insanın düşüncesi ne ise hizmeti ,işi , ameli de o istikamette olacaktır. Dervişin fikri ne ise zikri de odur. Bir insanın yaptığı ,peşinde koşturduğu işler , aslında , o kişinin düşünce ve fikir dünyasını ele verir.
c-O kişinin kamuoyunda savunduğu ,temsil ettiği düşünce ve davası ile yaşayışına, hayat tarzına ve bunların ,temsil ettiği düşünce ve fikirlere olan uygunluğuna bakmak gerekmektedir. Bu konu maalesef toplumumuzun en çok yara aldığı konudur. Ne yazık ki kamuoyu ,yıllar yılı, dini ve milliyetçiliği savunan kişilerin ne din ne de vatanseverlikle bağdaşmayan gizli icraat ve tavırlarını ve bunları ustaca kamufle etmelerini anlamakta zorlanmakta , bir türlü sapla samanı birbirinden ayıramamaktadır.
d- Önemli bir konu da ,onun ahlakına ve karakterine bakılması gerektiğidir. Güçlü ve zayıf noktaları ,yani zaafları bilinmelidir. Paraya ,karşı cinse, makam ve şöhrete veya başka şeylere zaafı olan kişiler, güvenilmez insan kategorisindedirler. İffetli yaşayıp yaşamadığı ,namus ve şerefini koruyup korumadığı konusu, hem dini hem de ahlaki açıdan hayati bir konudur. İffet helal ile yetinip harama tenezzül etmemek demekse bu sadece karşı cinsle ilgili konularda mevzubahis değildir. İffet aynı zamanda para gibi , kişinin zaafı olan konularda da söz konusudur. Önemli mevkilerde bulunup da bu zaafları olan idareci ve yöneticiler ,zamanla , belli odakların esiri haline geldikleri gibi ,sorumlu oldukları toplumu da esaret altına iterler, tıpkı bugün yaşandığı gibi.
e-Altıncı olarak bu şahısların aile hayatının düzenli olup olmadığı da incelenmelidir. Eşi ve çocuklarıyla olan muameleleri , normal dini, hukuki, ahlaki, örfi bir çizgide mi cereyan etmektedir yoksa alışılmışın dışında bir çizgide mi? Kendi ailesine saygı, şefkatle muamele etmeyen birisi başkasına ve milletine karşı hiç saygı ,merhamet beslemez. Onları hep halayıkları gibi görür, öyle muamele eder.
f-Yedinci bir husus ise, bu kişilerin güvenilir ‘Emin’ bir kişi olup olmadığına bakılmalıdır. Bu da hilaf-ı vaki yani yalan sözleri var mı, yok mu? Verdiği sözleri tutuyor mu, tutmuyor mu? Kendine emanet edilen maddi manevi imkanları koruyabiliyor mu? Koruyamıyor mu? Yoksa kendine emanet edilen bu imkanları şahsi ,ailevi ,kötü amaçları uğruna mı kullanıyor?
g-Sekizinci olarak ,bu kişilerin hayat çizgisindeki maddi manevi ,müspet -menfi değişimler gözlemlenmelidir. Mesela ilk sorumluluk aldığı zamandaki ekonomik durumunu, tevazuunu, samimiyet ve saflığını, ideallerini, insanlara olan saygısını vs. koruyor mu, koruyamıyor mu? Yoksa ,güç ve kuvvet sahibi olunca o saffet ve samimiyetini yitirdi, mal mülk-servete ,lüks depdebe ve gösterişe ,israfa mı daldı? Gurur , kibir abidesi bir insan haline mi dönüştü?
ğ-Dokuzuncu önemli bir husus olarak ,gerek normalde gerekse de fevkalade durumlarda ,bu kişinin akli, fikri, ruhi ,bedensel sağlığının yerinde olup olmadığı /koruyup korumadığı konusuna dikkat etmelidir. Yani akıl, his ,mantık dengesinin yerinde olup olmadığına bakılmalıdır. Hayati bir konumda görev yapan bir kişinin öfkesi aklını, özgüveni tedbiri arkada bırakıyorsa o kişinin akıl ve ruh eğitimi/terbiyesi eksik veya arızalı demektir ki bu tür kişiler toplumu tehlikeli sulara çekebilirler.
h-Onuncu bir mevzu olarak ,bu tür şahısların bulunduğu konuma yetecek/kavrayacak/ihata edecek ilmi ,tecrübesi var mı, yok mu, akli , zihni melekeleri yerinde mi ,değil mi? Buda oldukça önemli bir nokta olarak gözden kaçırılmamalıdır.
ı- On birinci kriter olarak, kamuoyunda ‘büyük’ olarak bilinen kişilerin , yakınında tuttuğu /beraber çalıştığı, dar dairesinde bulunan ve sırlarını verdiği danışman, özel kalem, yardımcı gibi kişilerin ,işlerinin ehli olup olmadıklarından, iyi niyetli olup olmadıklarına varıncaya kadar , bir de yukarıda sayıla gelen noktalarda, testten geçirilmeleri önem arz etmektedir. Zira Allah hayır murad ettiği idareciye hayırlı yardımcılar verdiği gibi şer murat buyurduğu yöneticilere de şerli yardımcılar verir. Bir yöneticinin etrafında dolanan kişilerden kim ve nasıl bir kişi olduğunu anlamak pek ala mümkündür.
i-On ikinci olarak bu kişilerin sosyal hayatta üstlendiği vazife ne ise, o vazife açısından ‘Salahat ve Maharet’ leri yönüyle ele alınmalıdırlar. Yani işi ne ise ,teknik olarak , o işi iyi , hatta çok iyi bir şekilde biliyor mu, bilmiyor mu? Yapabiliyor mu yapamıyor mu?(Maharet).Bunun devamı olarak , o kişi , o iş için gerekli insani, dini, hukuki ,vicdani donanıma sahip mi, değil mi?(Salahat)
j- On üçüncü sırada ise ‘Büyük’ denilen bu kişilerin ortaya koyduğu çalışmaları ve eserleridir. ‘Kişinin rütbe-i aklı eserinde görülür‘ kuralınca o kişileri buna göre bir değerlendirmeye tabi tutmak isabetli olacaktır. Yalnız şu hususa dikkat edilmelidir ki başarı ve işler sonuçlarına göre değerlendirilir.
k-On dördüncü olarak bu ‘Büyük ‘ kişilerin, bilhassa kamuoyunda önemli bir mevkide bulunuyorsa, para pul işleri, gelir- gideri ,nereden nasıl kazandığı ve nerelere harcadığı vs. gibi mali işlerde açık, şeffaf ,hesap verebilir, kontrol edilebilir olup olmadığının sorgulanmasıdır.
Bu ve buna benzer kriterler artırılabilir. Bugün ‘Siyasal İslam’ı ‘Milliyetçiliği ‘temsil ettiğine inanılan ve ‘Büyük Zat’ olarak takdim edilen insanlar, burada zikredilen kriterlerden sadece birkaçı üzerinden bir değerlendirmeye tabi tutulsalar acaba kaç not alırlar? Aslında kamuoyunda , bin bir dolapla ‘Büyük zat’ imajı oluşturup çaka satıp dolanan pek çok kişi yukarıdaki kıstaslara göre ele alınıp değerlendirilse hatırı sayılır bir yüzdenin ‘Keşke Muaydi’ yi uzaktan uzağa duysaydım da yakından tanımasaydım ‘diyeceği muhakkaktır.