Yerel seçimlerden sonra , pek çok hayati konu olmasına rağmen ,Türkiye’de gündeme’ Istakoz vakası, belediye binalarındaki lüks ,şatafat, makam odalarındaki pahalı mobilya, jakuzi, banyolar, Maldiv adalarına tatile giden partili, kırk bin dolarlık çanta ile Avrupa’da poz veren kadın il gençlik kolları başkanı vs.’ gibi konular oturdu. Kamuoyunun dilinde devletin en üst kademesinden en aşağısına kadar herkese sirayet eden israf, lüks düşkünlüğü ve gösteriş hastalığı var.
Bu konu bugünkü yazının ana konusu fakat garip bir hususa değinmeden geçemeyeceğim. Bazı medya mensupları da bu konuya değindiler. Halkı, medyayı ve muhalefeti ,15 Temmuz sözde darbe kumpasından bu yana olagelen onca felaket değil de bir ‘Istakoz vakası ‘uyandırdı. Nemrut’u bir sinek mağlup ettiği gibi AKP zihniyetinin itibarını da bir ‘Istakoz yeme vakası ’ mağlup etti.
Millete ait milyarlarca dolar ortadan kayboldu, evlerdeki mahzen ,ayakkabı kutusu ve kasalardan kat kat dolarlar çıktı, yapılan hırsızlığın, yolsuzluğun boyutları henüz tespit edilemedi , komisyonculuk, tefecilik, ülkenin mafya dünyasının merkezi olması, kara para ticareti, uyuşturucu trafiği, gasplar, mala çökmeler, doların fırlaması ve ekonominin alt üst olması , gitgide yaygınlaşan ahlaksızlık, gençlerin dinden uzaklaşıp deizme yönelmeleri, adaletin çökmesi, toplumda güven duygusunun, kardeşliğin yok olması, milyonlarca insan hakkında soruşturma açılması ,yüzbinlerce insanın hapse atılması, KHK ile yine yüzbinlerce kaliteli iş gücü insanın işten çıkarılmaları ,on binlerce başörtülü kadının , bine yakın çocuğun hapishanelere atılması, en öndeki idarecinin bin bir türlü yalanının ortaya çıkması içine düştüğü hukuksuzluklar vs. vs. bütün bunlar milleti uyandıramadı da bir partili kadının Monaco’ da yediği ‘Istakoz’ uyandırdı. Yani ,halkın ,medya ve muhalefetin nazarında bir ülkenin hamuduyla yenilmesi gündem olmadı da bir ıstakozun yenilmesi gündem oldu.
Gelelim, israf lüks ve gösteriş budalalığı meselesine ..
İslam gerek ferdi ,gerek ailevi gerekse de cemiyet hayatında ahlakı ve ahlaki olmayı öngörür. Onun içindir ki din ve dindarlığın önemli bir yönü olarak ferdi, ailevi ve sosyal hayatı düzenleyici güzel ahlaka ’Ahlak-ı hasene’ ye dair bir kısım prensipler ,kaideler koymuştur. Aynı şekilde, kötü ve çirkin ahlaka ‘Ahlak-ı seyyie’ ye dair de bir kısım kurallar belirlemiştir. Kurallar uyulmak içindir. Mümin bir kişinin huzur ve saadeti ,Müslüman bir toplumun istikamet ,birlik ve beraberliği ,bu âli ,yüksek prensiplere riayet etmekle mümkündür. Aksi ise , fert ve toplum açısından bir felaket sebebidir. Çünkü bir kötülüğün toplum içinde yaygınlaşması ile bazen zincirleme reaksiyonlar misali diğer kötülüklere de davetiye çıkarılmış olur .Böyle bir durumda toplumda ahlaki çürüme ve bozulmalar başlar ki tamir ve ıslah etmek seneleri alabilir.
Mesela bu kötü ahlakın en önemlilerinden biri - gündemdeki problemle ilgili olarak -israf , lüks yaşam ve gösteriş budalalığıdır.
İsraf hastalığına karşı Kuran
Peki israf nedir?
İsraf ; lüzumsuz yere harcamak, istihlâkta (tüketimde) aşırı gitmek, gereğinden fazla yiyip içmek ve Cenâb-ı Hakk’ın lutfettiği nimetleri boş yere sarf etmek demektir ki iktisadın zıddıdır.
İsrafın kötü bir ahlak olduğunda şüphe yoktur. Fakat asıl problem bir şeyi israf olarak görüp görmeme de yaşanmaktadır. Bu da kişilere ve onların sosyal hayat standartlarına, ekonomik imkanlarına göre değişkenlik arz etmektedir. Toplumun yeme-içme, giyim kuşam, barınma, asli ,zaruri ihtiyaçları ,ortalama yaşam standardı ve onun alt ve üst limitleri gibi bu hususta belirleyici bir kısım parametreler belirlenebilir. Ancak bu ,uzmanlık gerektiren bir konudur. Şimdilik, konuyu ,bazı yönleri ile ,sadece dini açıdan ele alacağımız için öncelikle Kuran ‘İsraf ‘hakkında ne buyuruyor ona bakmakta yarar vardır. Ayette “Yakınlarına, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver, ama sakın saçıp savurma. Çünkü savurganlar şeytanların kardeşleri olmuşlardır. Şeytan ise Rabbine karşı pek nankördür.” (İsrâ, 17/26-27)buyrularak israf, savurganlık ‘şeytanla kardeşlik ‘olarak ifade edilmiştir. Dolayısıyla israf Allah’a karşı bir itaatsizlik ,saygısızlık ve isyandır. İsraf düşüncesi, savurganlık alışkanlığı rahmani değil şeytani kaynaklı bir ameldir. Allah (cc) şöyle buyuruyor iken ,birinin de kalkıp ‘İtibardan tasarruf olmaz’ demesi tam bir cehalet örneğidir. İsraf ,tebzir (saçıp savurma )insanın ruhunu şeytana kaptırmıştık halidir. Gerçek müminler ise hem ihtiyaçları kadar tüketen harcayan , hem de israf etmeyen kimselerdir. “Onlar ki harcadıkları zaman israf etmezler, cimrilik de yapmazlar, ikisi arası orta yolu tutarlar.” (el-Furkan, 25/67) Kuran müminlere her hususta olduğu gibi itidali, istikameti, orta yolu, aşırılıklardan kaçınmayı tavsiye eder.
“Elini boynuna bağlı tutma (cimrilik yapma!) Büsbütünde saçıp savurma; sonra kınanmış olursun, eliboş açıkta kalırsın.” (el-İsra, 17/29)
Efendimiz (as)in de israf konusunda pek çok uyarıları vardır. Ayetlerde yeme içme ve giyim kuşamda israfa girilmemesi emredilirken (Enam,141;Araf,31)hadis-i şerifte’ de, abdest alırken kullanılacak suda bile israftan kaçınılması gerektiğine vurgu yapılmıştır. Peygamber (as)mealen, "Nehir kenarında bile abdest alıyor olsanız, suyu israf etmeyiniz.''(İbn Mace, Tahare 48).buyurmuştur.
Ekonomik sıkıntılara rağmen
Bugün ülkede ,ekonomik bir sıkıntı yaşanmaktadır. Bunun , planlamaya ,maddi sebeplere vs. bakan yönlerinin olduğu şüphesizdir. Fakat ehl-i iman açısından konuyu sadece madde ile sınırlamak doğru olmasa gerektir. Bugün , saray’ dan başlayan ve aşağı doğru inen bir israf hastalığı yaşandığı muhakkaktır. AKP zihniyeti , başlarındaki lideri taklit ederek ,o , ne yaparsa aynısını yapma yarışındadırlar. O da onlara bir şey diyememekte veya demek aklına bile gelmemektedir. Neden? Çünkü kendisi de israf içinde yaşamaktadır. Kurumsal yapılarda problemin sebebi bazen patronun veya yöneticinin kendisidir. Ama o bunu göremez, görmek istemez. O ,problemin kaynağını hep başkalarında ve dışarılarda arar. Bundan ötürü de meseleler kangren haline dönüşür. İslam geleneğinde başkan, lider, imam, halife vs. gibi yöneticiler her toplumda olduğu gibi halka örnek olması gereken kişilerdir. ‘Siyasal İslamcı’ olduğunu iddia eden baştaki kişinin Kuran’da apaçık yasaklanan bir ameli bizzat işlemesi, değişik bahanelerle israfa lükse ve şatafata girmesi ona tabi olanları yoldan çıkardığı gibi aynı zamanda Allah’ın emrine de muhalefettir. Bu kadar üst düzey bir umursamazlık pek çok felakete davetiye mahiyetindedir.
Vaaz ve nasihatlerde hep ,iktisat ve kanaatın güzelliğinden ,israf ,lüks ve gösterişin zararlarından bahsedilir. Bunlara dair tarihteki şahıslardan ,devletlerden misaller verilir. İşte , falan kişi veya kral, bir hükümdar ,bir sultan , sarayında oturmuş , halk sefil ,fakir, aç ve perişan bir vaziyette olduğu halde hiç umrunda olmamış, ailesi ,çoluk çocuğu ,vezirleri avenesi ve komutanları ile , lüks debdebe ve ihtişam içinde yaşamışlar. Halka ağır vergiler yüklemiş, devletin malını şahsi hırsları uğruna çarçur etmiş ,servetlerine servet katmışlar. Lüks ve gösteriş içinde bir hayat yaşayarak halktan kopmuş vs. vs. ,şöyle yapmış böyle çatmış vs. diye okur ,anlatırız. Mazideki bu tür yaşanmışlıkları duyunca çoğu zaman şaşırırız. Yani nasıl böyle bir şey olabilir ,bu insanlar nasıl insanlarmış diye... Bir kral veya sultanın ,bu denli aymazlığa düşebileceğini havsalamız bir türlü almaz. Ne acıdır ki bu olaylar her ne kadar üzücü de olsa maalesef gerçektir. İşte bakın bugünde, insanların gözü önünde benzer şeyler yaşanmasına rağmen kamuoyu adım adım yaklaşan felaketleri ne yazık ki göremeyebiliyor
Güya aydınlanma, bilim, iletişim, özgürlük ve hukuk çağında yaşıyoruz. Böyle bir çağda bu olumsuzluklar hala yaşanabiliyorsa , geçmiş tarihte ,o şartlarda yaşanan olumsuzlukları, çok da yadırgamamak gerekiyor.
Sivil sosyo-ekonomik yapılar
İbn Haldun’a göre devletler ve medeniyetlerde insan gibidir. Onlarda doğar büyür ve ölürler. Devlet ve medeniyetin içinde boy atıp gelişen sivil sosyo-ekonomik sivil yapıların da kaderi hemen hemen aynıdır, onlarda doğar ,gelişir ve dağılır ,yok olur giderler.
Yine İbn Haldun’a göre devlet ve medeniyetlerin varoluş sebepleri olduğu gibi yok oluş sebepleri sebepleri de vardır. Yıkılış sebepleri arasında en dikkat çekici olanlardan bir kaçı israf, lüks, gösteriş budalalığı ve tüketim hastalığıdır. Bu hastalıklara bulaşan kişi veya toplumun iflah olması oldukça zor veya imkansızdır.
Yazımızı, Fethullah Gülen Hocaefendi'den nakli edeceğimiz ‘İsraf ‘hakkında birkaç kısa alıntı ile bitirelim.
’‘ İsraf ve lüks yaşamın, bereketsizliğe sebebiyet verdiği de üzerinde durulması gereken ayrı bir konudur. Tecrübelerle sabittir ki, musluktan akan su israf edildiği takdirde Cenâb-ı Hak su kaynaklarını çoğu kez kurulmuştur. Evet,israf bereketsizliği getirir. Maalesef bugün dünyanın her tarafında görenek ve tiryakilikle gayr-i meşru ve gayri zaruri olan şeyler zaruret derecesine getirilmiştir. Günümüzde fevkalâde bir israf ve lüks mevzu bahistir. Bu durum,yümün ve bereketi kaldırmakta ve neticede insanların sefalet içine düşmesine sebebiyet vermektedir..(Sohbet Atmosferi)
‘İsraf, Allah’ın nimetlerinin kadrini, kıymetini bilmeme, onları ulu orta saçıp savurma demektir. Zaten Şimdilerde ona “savurganlık” diyorlar. Bir yerde israfın hayat bulması orada “kaht” denilen kıtlığın boy göstermesini de beraberinde getirir. Bu bazen bereketin kesilmesi şeklinde tezahür eder ki, Bediüzzaman Hazretleri bu meseleye temas ederken, aynı noktaya parmak basar ve “İktisat sebeb-i bereket, israf ise bereketin kesilmesine vesiledir.” der.(Prizma 1)
Netice olarak, İsraf, lüks, gösteriş İslam dininde hoş görülmemiş bir ameldir. Bu amellerin uhrevi sorumlulukları olduğu gibi dünyevi neticeleri de vardır. Bunlar da israfa, lükse, gösterişe dalan kişi ve toplumun , sefahate ,helakete ,fakirliğe, sürüklemesinden başka bir şey değildir. Böyle kişi veya toplumların hikayeleri şu ayette özetlenmektedir;
‘Herhangi bir beldeyi imha etmek istediğimizde oranın lüks içinde yaşayan şımarıklığına (iyilikleri ) emrederiz. Buna rağmen onlar dinlemez, fısk-u fücura devam ederler. Bu sebeple, orası hakkında cezalandırma hükmü kesinleşir. Biz de orayı yerle bir ederiz.’(İsra Suresi,16)Allah insanımızı muhafaza buyursun..
Evet her sıkıntıdan sonra bir çıkış, her zorluktan sonra bir kolaylık vardır. Kışın ardından bahar, gecenin ardından da nehar gelmesi Allah’ın adetindendir.