Değişim nereden başlamalı?

Numan Yılmaz Yiğit

Numan Yılmaz Yiğit

20 Eki 2024 10:51
  •        

    Türkiye’de sosyal ve ekonomik problemlerin had safhaya ulaşmasıyla birlikte, her kesimden, çözüm yollarına dair görüş beyanları var. Ekonomi, siyaset gibi farklı alanlardan uzmanlar kendi açılarından meseleleri değerlendirerek bu sıkıntılı durumdan nasıl çıkılacağına dair  farklı  çözüm önerileri sunmaktalar.

     

    Öncelikle, ‘Hangi alanda sıkıntılar yaşanmaktadır?’ denilecek olursa, üzülerek sormak gerekiyor ki; “Hangi alanda yaşanmamaktadır ki?” Bu problemler sadece belli bir alanda değil pek çok alanda müşahede edilmektedir. Sorunlar, eğitimden, din, ahlak ve kültüre, oradan  tutun  tarım, ekonomi, siyaset ve hukuka kadar, birbiriyle ilişkili bir şekilde uzayıp gitmektedir.

     

      İnsanımız şayet birtakım şeylerin  kötüye gittiği kanaatindeyse, bu kötü gidişatın iyi, hayır ve ıslah  istikametinde değiştirilmesi, en başta insanın toplumun iradesine bağlıdır. Ferden ferda her bir insanımız, ekseriyet itibariyle  toplum değişim yönünde bir irade ortaya koymadıkları sürece, değişen bir şey olmayacaktır. Allah ‘‘Bu cezanın sebebi şudur: Bir millet kendilerinde bulunan güzel ahlâk ve meziyetleri değiştirmedikçe Allah da onlara verdiği nimeti, güzel durumu değiştirmez. Bir de şundan ki: Allah her şeyi hakkıyla işitir ve bilir (dolayısıyla herkese lâyık olduğunu verir)” (Enfal,53) buyurarak eğer fert ve toplum iyi ise Allah onların iradelerinin aksine, durduk yerde onları kötü yapmayacağını ifade buyuruyor. Yine bu ayetten şunu da anlamak mümkündür; eğer fert veya  toplum kötü ise ve kötülükten kurtulmakla ilgili bir irade ortaya koymuyorlarsa,  Allah onları mucizevi bir şekilde iyi hale koymayacaktır. Ayetten müspet veya menfi değişimin, kulların yani kişi veya  toplumun iradesine bağlı olduğu, ona dayandırıldığı açıkça anlaşılmaktadır.

     

         Öncelikle şunu zikretmekte yarar var; Türkiye’ deki  mevcut iktidara destek veren cemaat ve tarikatlar ülkede herhangi bir problemin olmadığını düşünmektedirler. Veya kendilerini öyle gözükmek zorunda hissetmektedirler. Belki de pek çoğu, yaşanan fecaatlerin farkında bile değiller. Dar bir alanda kendi çalışmalarıyla ferih, fahur, mutlu, mevcut iktidara dua etmekle meşguller. Farkında olsalar bile probleme sebebiyet verenlerin kendi taraftarları olması nedeniyle her halükarda onları müdafaa etme refleksi gösterme çabasındalar. Onlara göre, ortada bir sıkıntıyı yoksa, çözüm arayışına da gerek yoktur. Bu kesim değişik nedenlerle her ne kadar, “Sorun  yok” dese de, bir problemin, sıkıntının olduğu ortadadır. Bunu görmemek için ya bu dünyada yaşamıyor olmak veya kör ya da tarafgirlik hastalığına yakalanmış olmak gerekir.

     

          O halde, ortada bir problem var ve bu problemin çözülmesi gerekiyorsa, atılması gereken en önemli adım, çözüme nereden başlanılması gerektiğinin  iyi tespit edilmesidir.

     

    Yöneticilere  dikkat

        

          Herhangi bir toplumun müspet veya menfi yöndeki değişimi, iki şekilde gerçekleşmektedir. Birincisi, yukarıdan aşağıya doğru, yani toplumu idare eden idarecilerin müspet-menfi ahlak, yaşayış, hal ve tavırlarının,  yavaş yavaş halkta da bir değişime vesile olması şeklinde cereyan eden  ‘Değişim’ şeklidir. İkincisi ise, aşağıdan yukarıya doğru, yani toplumun değişimi ile neticesinde yaşanan bir ‘Değişim’. Toplumun menfi değişiminde her iki şekilde de asıl sorumlu, yine toplumu idare eden yöneticilerdir. Zira  birincisinde, toplumun bozulmasına sebebiyet vermeleriyle, ikincisinde de toplumdaki manevi, ahlaki çözülme karşısında tedbir almamalarıyla gerçek suçlu onlardır. Bir toplumun müspet veya menfi değişiminde en önemli faktörün yöneticiler olduğunda şüphe yoktur. Dolayısıyla toplumda menfi bir değişim dönüşüm gözlemleniyorsa, problemin ortaya çıkışında ve çözümünde atılması gereken en birinci adım idarecilerin  hal ve tavırlarının gözden geçirilmesidir.

     

          Birinci duruma göre; toplumun önünde bulunan, örnek olması gereken şahsiyetler halkın önünde küfreder, kaba saba bir kısım davranışlarda bulunur, yalan söyler, toplumu aldatır, rüşvet alır-verir, yolsuzluk ve hırsızlık yaparsa (İdareci ve Ulema gibi), ona tabii olan yakın ve uzak  tayfa, sonra da halk, haydi haydi ona benzemeye çalışır, onları taklit ederler. Dolayısıyla da idarecinin kötü örnek olması ile toplum yoldan çıkar. Kuran bu kabil insanların hesap günündeki pişmanlıklarına tercüman olurken şöyle buyurur: “‘Ey ulu Rabbimiz!, derler; sözün doğrusu, biz önderlerimizin ve büyüklerimizin dediklerine uyduk, ama onlar bizi yoldan saptırdılar.” (Ahzab,67) Dolayısıyla böyle bir toplumda yanlış hal ve tavır sergileyen o idareciler kendilerini değiştirmedikçe o toplumun  maddi manevi kötü gidişatının değişmesi düşünülemez. Çünkü balık baştan kokmaktadır.

    Bilindiği gibi sosyal hayat, kurum ve müesseselerle; müesseseler de  insanla kaimdir. Kurumların sağlıklı bir şekilde işlemesi, o kurumdaki yönetici ve çalışanlarının -görev tanımları çerçevesinde- doğru dürüst çalışmalarıyla mümkündür. Devlet de bir kurumdur. Devlet, iyi ve liyakatli idareciler tarafından yönetilirse, toplum rahata ve huzura kavuşur. Aksi takdirde sıkıntılar baş gösterir. İdarecilikte tecrübeli olanlar bilirler ki, bir kurumun başındaki kişi ne ise, o kurum da odur. Yani, kurum eşittir, idarecidir. İdareci eşittir, kurumdur. Bir müessese de kurumun başındaki idarecinin karakteri ve  özellikleri ne ise, o kurum ve çalışanlarının  karakter ve özellikleri de odur. Bu kurum ve kişilere en tepeden ta aşağıya kadar aynıyla yansır. Eğer idareci tertipli düzenli ise, o kurum ve çalışanları da  tertipli düzenli olur. Şayet bir yönetici temizlik hassasiyetine sahipse, o kurum ve vazifeliler de tertemizdir. Planlı programlı çalışan bir idarecinin çalıştığı kurumda işler saat gibi aksamadan işler. Yönetici ahlaklı, saygılı, şerefli ve namuslu ise, o kurum ve çalışanlarda da aynen öyledir.

     

    İdareci hakka, hukuka, kanuna saygılı, adil ve adaletli ise, çalışanlar da saygılı ve adil olur. Tabi ki bunun olumsuz açıdan aksi de söz konusudur. Bir kurumda -ki bu devlet kurumu da olabilir- işlerin yolunda gitmemesinin baş sorumlusu, hem hukuken hem realite olarak hem de dinen, idarecidir. Bu durumda idareci ya izlediği usul ve metotları gözden geçirerek yanlışlarını doğrular ile değiştirecek, ya da -değiştirmediği takdirde- idareci değiştirilecektir. Bir kurumda bir şeyler yanlış gidiyorsa tüm çalışanlar değiştirilmez. Bu çözüm değildir. Böyle yapan bir yöneticinin, ‘Herkes yanlış, tek ben doğruyum’ demesi anlamına gelir ki, bunun adı, ‘Narsizm’dir. Kurum ve çalışanları memurdur, yöneticisine tabidir. Değişmesi, değiştirilmesi gereken yöneticidir. Bir beldede bir kaymakam halkla ters düşse, halk sürülmez, kaymakam değiştirilir.

     

    Bir kurumda bir idarecinin başarılı olup olmadığı iki dönemde anlaşılabilir. Eğer başarılı değilse, o insanı o kurumun başında tutmak israftır. Halkın imkanlarını, zamanını, insan potansiyelini israf etmek demektir. Hangi seviyede olursa olsun, toplum içinde idarecilik kabiliyetine sahip insanlar her zaman var olagelmiştir. En geri kalmış toplumlar bile, her zaman içlerinden bir yönetici çıkarabilmişlerdir. Her ne kadar bazı idareciler diğerlerine göre daha üstün, daha başarılı olsalar da, beşeri tecrübe ile sabittir ki ‘Kabirler vazgeçilmez insanlarla doludur.’ Hiç kimseyi haddinden fazla büyütmek doğru değildir. Çünkü bu davranış gayretullaha dokunur. Bazen de bu, büyütülen kişinin aleyhine olur.

     

         Bugün şu bir gerçektir ki, toplumda müşahede edilen kötü yöndeki değişimin, yani bozulma ve çürümenin en temel sebeplerinden biri,  yöneticilerin takındıkları yanlış hal ve tavırlardır. Toplumda yaşanılan problemleri yöneticilerden bağımsız düşünmek katiyen doğru değildir. Bilhassa devlet büyüklerinin, ilim adamlarının duruşları çok önemlidir. Bu iki sınıf, mevki makam, şan şöhret, alkış, takdir, imkan ve nüfuz ile değişmediği, bozulmadığı sürece, toplum maddi manevi sağlık ve sıhhatini korur ve bozulmaz. O toplumda kötüye doğru bir değişim yaşanmaz. Aksi takdirde toplum hızla bozulur ve çürür. Bunun önemine işaret eden bir hadiste Efendimiz (as), “Ümmetimden iki sınıf var ki, onlar salâha ererse insanlar da salâha erer: amir/yöneticiler ve fâkihler.” (Kenzu’l-ummal, 6/30) buyurarak bu noktanın önemine işaret etmişlerdir.

    20 Eki 2024 10:51
    YAZARIN SON YAZILARI