Bugün pek çok insanın ‘Dine, vatana, millete hizmet ediyorum, öyleyse benim de tuttuğum bu baldan yalamam lazım’ düşüncesiyle hareket ettiği bir dönem yaşanmaktadır. Hem de zirvede. Yaptığı hizmetlere mukabil sadece geçimi için kendine halkın takdir ettiği maaşla yetinerek onun dışında hiçbir beklentiye girmemesi gereken bir takım yetkili kişilerin devlet ve millet imkanlarından ha bire hırsla kendilerine menfaat devşirmeleri hem dine hizmet düşüncesi açısından hem de hukuken katiyen doğru değildir.
Dine hizmetin ücreti ve İffet
Dinen sakıncalıdır, zira; dine hizmet yolunda koşturanların halktan, halkın imkânlarından, onların takdir ettiği maaş dışında bir şey almalarının toplumda, dinî, şahsi çıkarları için kullandıkları anlayışını uyandıracağı açıktır. Peygamberler hakkında bile bu şekilde düşünen insanoğlunun sıradan insanlar hakkında böyle düşünmemesi mümkün değildir. Onun için bütün peygamberler toplumun bu önyargısını kırmak için pek çok ayette “Bu hizmetten ötürü sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretimi verecek olan, ancak Rabbülâlemîn' dir.” (Şuara, 109) diyerek dine hizmet etmekteki niyetlerinin dünyevi mevki makam, mal-mülk veya başka bir çıkar için olmadığını sadece ‘Allah’ın rızasını’ talep ettiklerini belirtmişlerdir.
Bu ahlaka peygamberlerin ‘iffet, ismet ve istiğna’ sıfatları denilmektedir ki, bu sıfatlar onlar için olmazsa olmaz özelliklerdendir. Buna bağlı olarak peygamber yolunda dine hizmet etmek isteyen herkesin de rehber edinmesi gereken olmazsa olmaz bir şart olarak dün önemli olduğu gibi, bugün de önemini hâlâ korumaktadır.
Peki İffet ne demektir? İffet, çirkin söz ve fiillerden uzak kalma, hayâ ve edep dairesinde bulunma, doğruluk, dürüstlük ve ahlâkî değerlere bağlılık üzere yaşama demek olduğu gibi, izzet ve haysiyetiyle yaşayan, çalıp çırpmayan, haramlardan sakınan ve namusunu koruma mevzuunda fevkalâde hassas davranmak anlamına kullanılagelmiştir.
Güzel vasıfların nesillere aktarılması
Zaman zaman hepimiz çevremizdekilere üstün vasıf ve fazilete dair davranışlardan, geçmişte bunları temsil etmiş şahsiyetlerden bahseder, örnekler veririz. Fakat bu mühim özellikleri şahsi hayatımıza mal etme, yaşama, numune-i imtisal olma konusunda ne kadar zorlandığımızı da çok iyi biliriz.
Halbuki bugün en çok ihtiyaç duyduğumuz hususlardan biri; böyle bir çağda bu yüksek faziletleri yaşama ve yaşanabilir olduğunu âleme ilan etme, (Allah için) bunları göstermedir. Bu mesele bugün “inanıyorum” diyen herkesin omuzuna konmuş çok önemli, bir o kadar da ağır bir sorumluluktur.
Allah ahlakı veya Ahlak-ı Muhammediye (aleyhissalatu vesselam) -ki o Kur’an ahlakıdır- her dönemde sadece mücerret olarak anlatılır bazı şahıslarca müşahhas olarak temsil edilmezse bu güzel davranışların bugünkü nesillere aktarılması çok zor olacaktır.
Güzel hasletleri Müşahhaslaştırma
Bu ulvi davranışların nesillere mal edilmesinde en önemli rolü muhakkak ki peygamberlik mirasının emanetçileri olan âlimler üstlenmektedir.
Peygamberlik mirası olan ilim, irfan, ahlak ve Hakkı gönüllere duyurma vazifesini bu çağda hakkıyla temsil ettiğine şahit olduğumuz büyük şahsiyet Fethullah Gülen Hocaefendi geçmişten bugüne dinî hayatın her meselesinde olduğu gibi “iffet” mevzuunda da bizlere örnek olmuş, böylesine bir asırda bizlere mü’mince yaşamanın rehberliğini yapmıştır, yapmaktadır. Bugünkü nesillere ‘iffet ve istiğna’ ahlakı ile bu çağda da dine, vatana hizmetin yaşanabileceğini göstermek açısından bir örnek olarak onun hayatından birkaç misal vermek yararlı olacaktır.
Hocaefendi’nin gençliğinden bugüne hayatına bakıldığı zaman, onun hep, bu tarifte ifade edilen çerçevede bir hayat sürdürdüğü eskiden beri müşahede edilen bir husustur.
Hocaefendi’nin gençlik yılları Edirne-İzmir gibi dünyeviliğe açık şehirlerde geçmiş olmasına rağmen seksen küsurluk (Allah sağlıklı uzun ömürler versin) hayatında namus ve şerefiyle alakalı (haşa) hiçbir olumsuzluğa şahit olunmadığı gibi bilakis dinî duygu ve düşüncenin çok zayıf olduğu bu muhitlerde gençliğine rağmen kendini dine hizmete adayarak doğruluk ve dürüstlükten, ahlaktan hiç taviz vermediği görülmektedir.
O gerek vazife (Diyanet) hayatında gerekse hizmet hayatında dine ve dini hayata, vatana, millete ve insanlığa hizmet ederken bu hizmetine mukabil maddi-manevi hiçbir beklentiye girmemiş, böyle bir çıkar peşinde olmayı ihlasa indirilen en büyük darbe olarak görmüş, daima doğruluk, dürüstlük ve ahlaki değerlere bağlılık çerçevesinde hareket etmiştir. Yaptığı ve vesile olduğu hizmetlerden dolayı hiçbir kimseye şahsı adına el-avuç açmamış, hiçbir kimseye yük olmamış, tabiri caizse kendi el emeği ile geçinerek dine hizmet karşılığında ne maddi ne de manevi bir ücret talebinde de bulunmamıştır.
Hocaefendi’nin talebelik yılları çok zor şartlar altında geçmiştir. Zira babası, kalabalık nüfuslu ailesini geçindirmek için bir köyde imamlık vazifesi yapıyor, buna mukabil köylülerin tarladan kaldırdığı mahsulden verdikleri pay ile ancak ailesinin iaşesini temin etmeye çalışıyordu. Bundan dolayıdır ki babası merhum Ramiz hoca çoğu zaman Hocaefendi’ye düzenli bir şekilde harçlık gönderemiyordu.
Hocaefendi’nin gençliğinden bugüne kendine prensip edindiği, sevenlerine de sürekli tavsiye ettiği en önemli kaidelerinden biri vatan ve millet yoluna bilhassa dine yapılan hizmetler karşılığında şahsi bir çıkar beklentisi içerisine girmeme, ücret almama ve her şeyi sadece Allah için (ihlas) yapmadır.
Mevlüt de okuduğu Kuran’dan aldığı paralar
Merhum Hasbi abiden (Hocaefendi’nin kardeşi) dinlemiştim: Abim askerden döndüğünde beni çağırdı ve bana üzerinde isimler yazılı zarflar verdi. Sonra da bana, “Bunları al ve üzerlerinde isimleri yazılı şahıslara teslim et. ‘Bunlar nedir?’ diye sorarlarsa onlara; abim talebelik yıllarında sizin mevlüdünüzde Kur’ân okuduğu için o zaman bir miktar para vermişsiniz. İşte bu, odur.” O günler Hocaefendi, zaruri ihtiyaçlarını karşılamak için Kur’an okuma karşılığında bazen kendine verilen parayı almak zorunda kalıyordu. Hocaefendi Kur’ân’ın emrine imtisalen “Dine hizmet karşılığında ücret almamalıyım” diyerek azimet yolunu tercih ettiğinden imkân bulduğu ilk anda bu paraları sahiplerine iade etmişti.
Ramiz hocanın imamlıktan dolayı aldığı paylar
Hatta aradan yıllar geçmiş olmasına rağmen Hocaefendi, merhum babasının Hasankale’ nin köylerinde (Ügimi, Alvar, Çiçekli) yedi-sekiz yıla yakın yaptığı imamlık vazifesine karşılık köylülerin verdikleri bu payları unutmamış, babasının bile dine olan hizmetinin Allah katında halisan lillah (Allah için) olması ümidiyle, kitap teliflerinden kendine takdir edilen gelirinden yakınları vasıtasıyla o köylerin umumi ihtiyaçlarında kullanılmak üzere köy aza heyetlerine bir miktar para göndererek merhum babasına vefasını göstermiştir.
Üç Şerefeli Camii penceresinde mumla kitap okuması
Edirne’de bulunduğu yıllarda kiraladığı evden vazife yaptığı camiye gelip giderken mahalle aralarından geçmek zorunda kalıyordu. Fakat bir husus onu çok rahatsız ediyordu. Bilhassa yaz günleri kapı önlerinde oturan kadınların arasından geçmekten çok sıkılıyordu. Bundan dolayıdır ki Hocaefendi imamlık yaptığı Üç Şerefeli Cami’nin o dar penceresine yerleşmeye karar vermiş, Edirneli yıllarının çoğunu o caminin o meşhur penceresinde geçirmişti.
O caminin penceresinde kaldığı yıllarda çok az yiyor, çok az uyuyor bilhassa gecelerde vaktini daha çok mum ışığında kitap ve evrad-u ezkar okuyarak ibadet-ü taat ile geçiriyordu.
Gecede mum ışığında kitap okuduğunu gören Hüseyin Top Hoca (Hocaefendi’nin dayısının oğlu ve o yıllar Edirne’de bir camide imamlık yapıyordu. Hafız olduğu için de Hocaefendi ona “Hafız abi” diye hitap ediyor) Hocaefendi’nin haberi olmadan tanıdığı bir elektrikçiye o pencereye uzatmalı bir kablo ile bir ampul takmasını rica ediyor. Bununla da yeğenine bir jest yapmayı planlıyor. Elektrikçi çıraklarını göndererek o işi yapmaya başlıyor. O esnada camiye gelen ve çırakları gören Hocaefendi onlara ne yaptıklarını soruyor. Meseleyi öğrenen Hocaefendi çıraklara mani oluyor ve pencereye ampul çekilmesini istemediğini söyleyerek onları gönderiyor. Bir hayli zaman sonra elektrikçiye ücretini ödemek için giden Hüseyin Top Hoca, Hocaefendi’nin ampul takılmasına razı olmadığını öğrenince şaşırıyor. Gidip niçin ampul takılmasını istemediğini soruyor. Hocaefendi, “Hafız abi, caminin elektrik masraflarını vakıflar ödüyor, ben vakfın elektriğini kullanamam” diyor. Hocaefendi o günlerde henüz 17 yaşlarında bir delikanlıdır. İmamlıktan aldığı maaşı kitap almaya, o günlerde yeni yeni canlanan İslami neşriyatı alıp Edirne gibi dinî duygu–düşüncenin zayıf olduğu bir yerde hizmet olsun diyerek dağıtmaya sarf ediyordu. Hatta bundan dolayı bazen aç gezdiği bile oluyordu.
İzmir’de vaizlikten aldığı maaş
İzmir’e vaiz olarak tayin edildiği zaman vaizlik vazifesinden dolayı maaş almak acaba caiz midir diye çok düşünmüş çareyi Bediüzzaman’ın talebesi Sungur abiye sormakta bulmuştu. Üstad’ın (ra) bir vaize cevaz verdiğini ondan duyan Hocaefendi, her ne kadar bu maaşı alsa da bu maaştan şahsı adına ancak zaruret miktarını kullanmıştır.
İzmir’e vaiz olarak atandığı zaman Kestanepazarı yurdunda kalıyor, aynı zamanda o yurdun da idareciliğini yapıyordu. Henüz 26-27 yaşlarında bir genç olan Hocaefendi’nin talebeler tarafından en çok dikkat çeken yönleri, onun ilmi ve yaşantısıydı. Hem vaaz ediyor hem yirmi dört saat imam hatip okulu talebelerinin kaldığı yurdun idareciliğini yapıyordu. Aynı zamanda bu yatılı kursta günde ortalama on saat ders veriyordu. Pazartesi-perşembe günleri oruç tutuyor, adeta yirmi dört saati ayakta geçiriyordu. Fakat bütün bunlarla beraber katiyen talebenin yemeğinden yemiyordu. Kendisi için yurt mütevellisinin hazırladığı o çok sevdiği ve hiç unutamadığı meşhur tahta kulübesinde kalıyor, gelen giden misafirlerini burada karşılıyordu. O günlerde talebeler arasında yaşça büyük “abi” konumunda bir talebesi şöyle anlatıyor: Hocaefendi her ay maaşını aldığı zaman beni çağırır ve maaşını üçe bölerek, üçte birini ihtiyaç sahibi öğrencilere vermek için bana teslim eder, üçte birini kullandığı elektik su masrafları için muhasebeye verir, kalanını da zaruri ihtiyaçları için yanına alıkoyardı.
Kaldığı mekânlardaki masrafları
Hocaefendi kendi duygu-düşünce dünyasında ideal dava insanını resmederken, yaşatma uğruna yaşamaktan, evden, serden mal-menalden vazgeçmiş bir hizmet insanını resmeder. Kendisi de öyledir. Hizmet yolunda kendini unutan Hocaefendi ne bir ev edinmeye ne de bir yuva kurmaya imkân ve zaman bulamamış, bu yöndeki ısrar ve tekliflere de olumlu cevap vermemiştir. Hele hele şahsı adına mal-mülk edinme yoluna hiç ama hiç yeltenmemiş yakın çevresine, sevenlerine ve talebelerine de hep bunu tavsiye etmiştir. Bir evi, ailesi olmadığı için sevenlerinin ısrarı ile hep bir hayır kuruluşunun veya bir vakıf müessesesinin üst (5. kat) katlarında kalmış, her zaman o çok sevdiği arkadaşlarının, talebelerinin aralarında olmayı sıcak bir yuvaya tercih etmiştir. Yalnız bir şartla: O da kaldığı yerde kendine ve misafirlerine ait masrafları imkânı nispetinde karşılamak kaydıyla.
Hocaefendi bu müesseselerde kalırken yine adetleri olduğu veçhiyle talebenin yemeğinden yemez, kaldığı katın halılarını kendi alır, kendi terliğini kullanır, kira, elektrik, su ve ısınma masraflarına mukabil kitap telif gelirlerinden muntazaman ödeme yapar. O geçmişte böyle yaptığı gibi şimdilerde de aynı şekilde hareket etmektedir. ABD’de kaldığı yerin ait olduğu vakfa halen düzenli olarak kitap telif gelirlerinden kirasını, yeme içme masraflarını ödemektedir. Şahsi yeme-içme ve ihtiyaçları son derece basit ve mütevazi olduğu için masrafları da azdır.
Başkasına ait eşyaları katiyen kullanmaz. Eğer kullanmışsa mutlaka bedelini iade eder. Kendine gelen hediyeleri, getirenlere karşı bir nezaketsizlik olmaması için kabul etseler de, bunları, en kısa zamanda hemen başkalarına hediye eder, mutlaka hediyeye hediye ile mukabelede bulunarak minnet altına girmekten kaçınır.
Milletvekilliği teklifi
Hocaefendi sadece maddi meselelerde değil, makam mansıp, şöhret, insanların kendine gösterdiği ilgi alaka vb. meselelerde de her zaman doğruluk, dürüstlük, güven ve itimat çerçevesinde hareket ederek sadece Türkiye’de değil tüm dünyada haklı bir takdire mazhar olmuştur.
Kendisine çok genç yaşlarda milletvekilliği teklif edilmesine rağmen o bu teklifi reddederek millet davasına hizmetten maksadının makam mansıp sahibi olmak olmadığını ta o günlerden ilan etmiştir.
Kendisini seven pek çok imkân sahibi insanlar ona bu imkânlarını sonuna kadar açmalarına rağmen o şahsı ve yakınları adına bunlardan zerre miktar yararlanmayı düşünmemiştir. Bunun yerine onları, hep vatan, millet, hizmet ve insanlık uğruna kullanmalarını tavsiye ve teşvik etmiştir.
Hocaefendi’nin iffet ve afifliği ile ilgili verdiğimiz misaller ancak deryada katre olduğu gibi ifade etmeye çalıştığımız şeyler de katiyen sözün tamamı değildir. İffet ve afif olma ile ilgili bir sahife açılsa ve onu tanıyanlara bu konu hakkında yaşadıkları, şahit oldukları hatıralarını yazmaları rica edilse zannediyorum anlatılacaklar ancak mücellitlere sığacaktır.
Bugün toplum nezdinde Hocaefendi’ye duyulan o büyük güven, onun, bu ve buna benzer dinî, ahlakî ve içtimaî konulardaki samimi, istikrarlı değişmez davranışlarının bir neticesidir.
Bugün toplumun önünde bulunan kişilerde bu iffet ahlakının temsil edilmesine ne kadar çok ihtiyacımız var..!