Her 15 Temmuz geldiğinde AKP ve ortaklarının tertiplediği anlaşılan 15 Temmuz darbe fitnesine değinmeden geçmek olmuyor. Onlar bugünü suni, sevimsiz, zoraki bir bayrama dönüştürmeğe çalışadursunlar, neticeleri itibariyle konu; Milli bir bayram mı yoksa milli bir matem midir? Bunun iyi değerlendirilmesinde fayda vardır.
Bu menfur olayla aslında din, ülke ve insanlık adına büyük bir hayrın önü kesilmeye çalışılmıştır. Neyin bayramının (!) kutlandığını anlamak mümkün değildir? Bu kakofoninin peşine takılıp giden insanları gördükçe, insanın, insanlığından utanası geliyor. Bu nasıl bir gaflettir. Ağlanması gereken yerde düğün toy yapmak da nedir? Yıllar sonra, ortalık durulup da hadiseler akl-ı selimle değerlendirildiğinde bu meşum 15 Temmuz darbe fitnesi ile ülke ve insanımızın neler kaybettiği nasıl bir oyuna getirildiği daha iyi anlaşılacak fakat iş işten geçmiş olacaktır.
Varsın bazı kesimler bu uğursuz olayı ‘Bayram’ olarak niteleyedursunlar bu darbe senaryosu ile ülkemiz ve insanı telafisi yıllar alacak maddi manevi pek çok kayıplara maruz kalmıştır. Bu yazı serisinde ancak bu kayıpların en önemlileri diyebileceğimiz dört tanesi üzerinde sadece bir hatırlatma yapmayı düşünüyoruz. Bunlardan;
Birincisi: Yetişmiş insan kaybı.
İkincisi: Ülke ekonomisi ve onun parlak geleceğinin karartması.
Üçüncüsü: İnsanlarda İyilik, hayır yapma düşüncesinin kaybolması
Dördüncüsü: Adalet, güven sıla-i rahim, dostluk ve kardeşlik duygularının yok olması.
Şimdi kısaca bunlara değinelim.
1. Yetişmiş İnsan Kaybı
Bir toplum, bir ülke için en değerli sermaye nedir? Diye sorulsa, herhâlde ortalama olarak verilecek en birinci cevap ‘Yetişmiş İnsandır’ olacaktır. Her ülke için bu tespit doğru olsa da maalesef bugünkü Türkiye için bunun doğru olduğundan bahsedilemez. Türkiye’de insanın hele yetişmiş insanın maalesef kıymeti yoktur. Çünkü fiilen bu doğruyu tekzip edecek o kadar vaka yaşanmıştır ki. İşte bunlardan bir tanesi de 15 Temmuz sözde darbesi ve sonrasında olan ve devam eden olaylardır. Bu hadise ülkesi ve insanı için gece gündüz fedakârca çalışan, namus ve şeref sahibi pek çok kişinin sözde darbe karambolüyle bazen bir iftira bazen bir şüphe bazen bir ‘İltisak’ saçmalığı bazen de bir KHK ile tutuklanıp yargılanmaları, hapis ve işten çıkarmalarla tasfiye edilmeleri bunun en bariz delillerinden biridir. Bu elim hadisenin yakın zamanda ülkede yaşanan en büyük sosyo-ekonomik felaketlerden biri olarak ele alınması gereken bir olaydır.
Aslında 15 Temmuz’da ülkeye değil Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en vatansever en inançlı, en yetenekli, en namuslu, kanunlar çerçevesinde vazifesini en iyi yapan, ülke ve insanımız için ümit vadeden insanların tasfiye edilmesiyle milletin kendisine darbe yapıldı. İster muhafazakarlık isterse de vatanseverlik açısından bakalım her iki açıdan da değerli iyi yetişmiş bir nesil maalesef haksız ve hukuksuz bir şekilde vazifelerinden uzaklaştırıldılar.
Bu yetişmiş insanların özellikleri nelerdi diye bakılacak olursa; Öncelikle bu insanlar mesleklerinde çok iyi ve tecrübeliydiler. İkinci olarak görevlerini anayasa ve hukuka göre yapıyorlardı. Bu ne demektir? Yani kanuni olmayan işlere geçit vermemekle asıl amirleri olan milletin hukukunu, haklarını koruyorlardı. Kendi aleyhlerine bile mal olacak olsa hukuktan, doğrudan ayrılmayan insanlardı. Nitekim onlardan bazılarının gayr-i hukuki işlere bulaşan kişiler kim olursa olsun velev ki üstleri bile olsa anayasa ve kanunun gereği vazifelerini yapmaktan geri durmayacak kadar vatansever hukuka bağlı kişiler oldukları bu hadise münasebetiyle görülmüş oldu. Üçüncü olarak bu insanlar kendilerini değil ülke ve insanını düşünen insanlardı. Çünkü kendilerini düşünmüş olsalardı, onlarda bu kirli çarka dahil olabilir şimdi zindanda veya işsiz olmaktansa bu 15 Temmuz darbe kumpasını kuran amirleri gibi mevki makam sahibi olur lüks ve debdebe içinde bir hayatı tercih edebilirlerdi.
Dördüncü olarak bu insanlar namuslu, şerefli, varlıkları ile kötülüğe geçit vermeyen, hiçbir kirli işe bulaşmamış temiz insanlardı. Şayet bu insanlar kirli işlere bulaşmış olsalardı bu masum insanlara bu kötülükleri reva görenler çoktan bunları kamuoyu ile paylaşır ve ‘İşte bunlar da bunları yapmış’ diyebilirlerdi. Böyle bir şeye çok ihtiyaçları olmasına, her türlü yetki ellerinde olmasına rağmen bu şerefli insanlara bunu diyemediler çünkü bu insanlar gerçekten temiz ve iyi insanlardı.
Beşinci olarak bu insanlar ülke ve insanını seven insanlardı. Sevmeselerdi bu kadar sıkıntıyı hiç göze alabilirler miydi? Altıncı olarak bu insanlar ülke ve insanı için fedakârca çalışan vatansever insanlardı. Ülkelerine deli gibi âşık olan bu insanların pek çoğu Avrupa ve ABD gibi ülkelerde rahatlıkla çalışabilecek zekâ, yetenek, beceri ve mesleki tecrübeye sahip olmalarına rağmen çok kısıtlı imkanlara düşük maaşlara razı olarak ülkelerine hizmet etmeye çalışan kişilerdi. Yedinci olarak bu insanlar doğusuyla batısıyla birbiriyle kaynaşmış Anadolu insanıydı. Bu topraklarda büyümüş, bu memleketin havasını solumuş, suyunu içmiş bu ülkenin inanç, örf ve adetlerini bilen yaşayan, yadırgamayan pek çoğu itibarı ile ortalama orta direk Anadolu insanının evlatları idiler.
Sekizinci olarak hemen hemen hepsinin de yüksek bir gayesi bir hedefi vardı; o da bu ülke ve insanını maddi-manevi hukuki ve demokratik olarak layık olduğu çağdaş, müreffeh ülkeler seviyesine yükseltmek. Dokuzuncu olarak bu mağdur ve mazlumlar cesur ve karakterli insanlardı. Bu kişilerin pek çoğu, neticesi ne olursa olsun, İnsani, hukuki ahlaki, dini olarak ‘doğru’ olan görevlerini yapmaktan çekinmedikleri, korkmadıkları gibi, vazgeçmeleri için kendilerine yapılan dünyevi cazip pek çok teklifi de geri çevirecek kadar yiğit, mert birer vazife insanları idiler.
Onuncu olarak sevgi ve muhabbet insanları idiler. Yoksa (haşa) denildiği gibi terörist veya o yolun yolcuları olmuş olsalardı hukuki ve demokratik yolları tercih etmez, ellerindeki imkanlarla 15 Temmuz saçmalığından çok daha iyi o ellerindeki fırsatları değerlendirmeyi düşünebilirlerdi. Fakat onlar bir insanın kılına bile zarar gelmemesi pahasına pek çoğu anarşiye meydan vermeden gitti kendi kendine teslim oldu veya terk-i diyar ettiler. On birinci olarak, bu kişilerin en önemli özellikleri ‘İnançlı’ kişiler olmalarıydı. Belki de birkaç asırdır milletçe özlemi duyulan, kalbi iman kafası da çağdaş ilimlerle aydınlanmış Müslümanlığı sadece söz ile değil hal ve davranışları ve yaptıkları işlerdeki mükemmeliyetle de temsil eden insanlardı.
Tabi ki onların tüm özellikleri bu sayılanlarla sınırlı değildi. Sizleri rakamlarla sıkmamak için uzatmak istemiyorum fakat herhâlde her okuyucunun ‘Şu da vardı’ diyeceği bir kısım noktalarda mutlaka vardır. Biz sadece örnek kabilinden bunları sıraladık. En basitinden bir misal verilecek olursa; 15 Temmuz darbesinden sonra tutuklanan bir komutanın özel şoförü olan er kendi amirinden bahsederken ‘Makam aracı ile katiyen şahsi işlerini görmezdi, bir gün ihtiyaç olunca kendi kredi kartını verdi ve benzin almamı söyledi, böyle inançlı, namuslu bir insandı’ diye bahsediyor.
Bu insanlara sadece ‘Cemaatçi’ denilmesi gerçeği yansıtmadığı gibi büyük bir aldatmaca ve insafsızlıktır. Hizmet Hareketi çok değerli insanlar yetiştirmiştir, fakat bu tasfiye edilenler içinde hizmet insanları dışında vatanını, insanını seven, mağdur ve mazlum pek çok başka değerli insanın da olduğu bir gerçektir. İşte böyle ahlaklı ve şerefli insanlar alaşağı edilerek ayaklar baş haline getirildi. Ülke insanımız, demokratik haklarını kullanmak suretiyle bu insanlara sahip çıkmadığı/çıkamadığı gibi kendi haklarını korumaya çalışan bu güzel insanları aslında onların kendi ne çocuklarının geleceğine sağlayacağı katkılardan da mahrum kalmış oldu.
Bugün işler çoğunluk itibariyle na-ehillerin elindedir. Halbuki Allah emanetin ehil insanlara verilmesini emretmektedir. “Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adalete uygun tarzda hüküm vermenizi emreder. Allah bununla, size ne de güzel öğüt veriyor! Şüphe yok ki Allah semî ve basîrdir.” (sözlerinizi de, hükümlerinizi de hakkıyla işitir, bütün yaptıklarınızı hakkıyla görür) (Nisa Suresi, 58) Bir hadis de Efendimiz Hz. Muhammed (as) “Emanet ehil olmayan kimseye verildiği zaman kıyâmeti bekle!” buyurdular. (Buhârî, İlim 2, Rikak 35)
Evet, her şeyin başı insan ve bilhassa yetişmiş insan ise 15 Temmuz’dan bu yana ülkenin iki yakasının bir araya gelmemesinin, bir türlü huzura kavuşamamasının arkasında başka sebep aramak beyhudedir. Eğer bir sebep aranacaksa da başka bir yerde değil, burada aranmalıdır. Zira bu yetişmiş kaliteli insanlar ülkenin aklı, beyni eli kolu yetenekleri mesabesinde idiler. Bunların yok edilmesi ile ülke adeta akl-ı selimini, hafızasını kaybetmiş gibi bir türlü kendini toparlayamadı. Kullandıkları oylar ile, bilerek veya bilmeyerek bu insanların mağduriyet ve mazlumiyetine sebebiyet veren kişilere, anlayışa destek veren insanımızın, namus ve şeref sahibi, vatansever ehl-i iman olduğunda şüphe olmayan bu insanlara karşı zayi olan dünyevi haklarından dolayı, iade-i itibarlarını sağlamak için onların her birinden -nasıl yapabilirler bilmiyorum ama-tek tek helallik almak/dilenmek gibi bir borçları vardır. Bu kul hakkıyla öbür tarafa gitmemek için üzerlerine düşen vazifeyi yerine getirmeleri kendi uhrevi menfaatlerine olacaktır.
Şu anda hapishanede dışarıda fakat işsiz ve maddi sıkıntılar içinde anne babasından eşinden ayrı, yurtdışında aile düzeni bozulmuş dert ve ıstırap içinde kıvranan ne kadar mazlum ve mağdur varsa, bu insanların ahı dinmedikçe musibet ve belalar -Allah korusun -bitmek tükenmek bilmeyecektir. Bu maddi manevi haklar eda edilmedikçe ülke ve insanımızın gerçek huzuru ve iktisadi ekonomik dengeyi yakalaması maddi, manevi sıkıntılardan kurtulması da mümkün olmayacaktır.
2. 15 Temmuz’un ülke ekonomisi ve parlak geleceğini karartması
Esasında 15 Temmuz darbesi cemaatin ülkeye yaptığı bir darbe değil muktedirlerin cemaati bahane ederek insanımıza, ülkenin ekonomisine ve onun geleceğine yaptığı bir darbedir. Son dönemlerde iki video izledim. Bu videoları her seyredişimde herkes gibi hem sevindim hem de üzüldüm. Bu videolardan biri Nepal, Katmandu da bir Türk gezginin çekimlerinde (https://www.youtube.com/watch?v=0GO5D-TI4Yg)yer ) diğeri de Moğolistan da çekilen bu (https://twitter.com/kacsatoldu/status/1644640892299403264?s=51&t=m7A1t5BKjYIiBwtvruV-_w) bu video idi. Bu iki videoda da Nepal ve Moğolistan’da Hizmet Hareketi’nin açtığı okullarda yetişmiş, İngilizce ve Türkçe bilen bir kadın ve erkeğin Youtoberlara rehberlik yaparken Türkçeyi nerede ve nasıl öğrendiğine dair bilgi verirken Türk okulları ve orada çalışan fedakâr öğretmenlerden bahsettiği görülüyor. Fakat o okullarda şimdi hazan rüzgarları esiyor. Bu videolar izlendiğinde Hizmet Hareketi’ne yapılan 15 Temmuz darbe kumpasının ülke ekonomisi ve ülke geleceğine ne kadar büyük bir zarar verdiğini anlamak daha kolay olacaktır. Türkiye menşeli bu eğitim faaliyetleri ile o okullarda okuyan öğrenciler hem mükemmel seviye de İngilizce öğreniyor dolayısıyla da dünyaya entegre oluyorlar, hem de Türkçe öğreniyor Türkiye ile sosyal kültürel manevi bağlarını güçlendiriyorlardı.
Yıllar önce 1994’lü yıllarda Azeri şair, yazar Bahtiyar Vahapzade İzmir’de Fethullah Gülen Hocaefendi’yi ziyaret ettiğinde henüz okullar birkaç Orta Asya ülkesinde açılmışken ‘Siz aslında nasıl bir hizmet yaptığınızın farkında değilsiniz, bunu ancak on beş yıl sonra göreceksiniz’ demişti. Gerçekten de öyle oldu. Dünyanın hemen her ülkesinde faaliyet gösteren Türk okulları ve o okullarda yetişen öğrenciler aldıkları kültür, sanat, bilim, teknoloji, İngilizce eğitimleri ile hem rahatlıkla dünya ile temasa geçtiler hem de bilhassa Türk öğretmenlerin şahsında Türkiye ve ülke insanımıza medyun oldular. Bu iyi değerlendirilebilse idi- ki halen değerlendirilebilir- ülke ve insanımız adına maddi manevi büyük bir kredi, kazanç olacaktı. Bu ülkedeki okullarda okuyan öğrenci ve velileri -ki çoğunluğu o ülkelerin iş insanları idi- ister istemez Türkiye’ye ve insanımıza ilgi duyuyor, güveniyor ve sosyal, kültürel, ekonomik alanlarda ilişkiler kurmak istiyorlardı. Bu her yönüyle güzel bir şeydi. Türkiye bu okullar sayesinde adeta bir ilgi odağı olmuştu. Bu belli bir dönem yaklaşık olarak 2003-2010 arası ülke ekonomisinin, itibarının yükselmesinde katkı sağlayan çok önemli bir faktöre dönüşmüştü. Türkçe bir dünya dili haline geliyordu.
O yıllardaki AKP iktidarının sosyoekonomik başarısının temelinde -tabi ki bu iddiaya itirazlar olabilir-yurt içinde, hizmet düşüncesi ile yetişen insanlardan yararlanması varsa, yurt dışından da, okulların, ülkeye kattığı katma değer vardı. Türkçe Olimpiyatları bunu teşvik ediyor, Türkiye’de her kademeden yetkililer, insanlar da buna destek veriyor, takdir ediyorlardı. Dünya ile ters düşmeden, insanlık alemi ile barışık, her dil, din, renk ve kültüre saygılı, insani evrensel değerlere sahip yeni bir insan modeli yetişiyordu ve bu bir hayal değil, gerçekti. Adeta insanlık gölüne, sevgi, hoşgörü ile yepyeni bir maya çalınıyordu, çalındı.