15 Temmuz darbe girişiminin oluşturduğu boşluk

Numan Yılmaz Yiğit

Numan Yılmaz Yiğit

15 Tem 2024 21:45
  •         15 Temmuz darbe senaryosunun acı neticeleri, kendini her geçen yıl  biraz daha derinden hissettirir hale gelmiştir. Bu sözde darbenin ülke ve insanımıza neler getirdiği neler götürdüğü konusunun, objektif kriterlerle ele alınarak bir muhasebesinin yapılması gerektiği ortadadır. Türkiye’de   oluşturulan partizan hukuk sistemi ve korku atmosferinden dolayı,  herhangi bir kişi veya kurumun tarafsız bir muhasebe/değerlendirme  yapma imkanı şu an itibariyle henüz çok zor gözükmektedir. Ama bir gün mutlaka bu değerlendirme yapılacaktır. Birileri bu muhasebeyi yapmasa bile,  başa gelen felaketler, yaşanan hadiseler, bunu zorunlu kılacaktır. Kim,  neden böyle bir darbe planlama ihtiyacı duydu? “15 Temmuz sözde darbesi ülke ve insanımıza neler kazandırdı, neler kaybettirdi?” gibi sorular, elbette  bir gün mutlaka gerçek cevaplarını  bulacaktır. 



    Belki bazıları objektif bulmayabilir fakat ifade etmeden geçemeyeceğim. Gerek 28 Şubat krizinde gerekse de 15 Temmuz menfur darbe senaryosundaki  asıl hedef, Hizmet hareketi ve Hizmet hareketi bahane edilerek tasfiye edilmek istenen, Anayasa ve hukuka saygılı, demokrasiye, dini duygu düşünceye bağlı, inançlı, vatansever gibi özellikleri taşıyan, KHK ile işlerinden atılan, Anadolu insanı diyebileceğimiz kadrolardı. Şu bir gerçektir ki,  bu kadroların tasfiyesi ile ülkede,  sosyo ekonomik, dini, ahlaki, milli, büyük bir boşluk, büyük bir yıkım meydana gelmiştir. Fizik boşluk kabul eder mi? Etmez, doğrudur. Peki, metafizik boşluk kabul eder mi? Cevap, tabii ki hayır. O da boşluk kabul etmez. Sosyal hayatta iyi ve iyiliği temsil edenler etkisiz hale geldiğinde, yerine  kötü ve kötülüğü temsil edenlerin  aldığı/alacağı muhakkaktır.



    Hak hukuk düşüncesi kaybolduğunda zulüm hakim olur

     


    Ahlakın zayıfladığı, ahlaklı insanların azaldığı bir cemiyette de gayr-i ahlaki davranışların arttığı, kötü ahlaklı kişilerin baştacı edildiği/edileceği çok görülmüştür. Bir toplumda  hak, hukuk düşüncesi kaybolduğunda onun yerine zulmün  hakim olduğu, liyakat yok olduğunda da  ayak takımının baş haline geldiği/geleceği malumdur. Sosyal hayatta din ve maneviyatın olmadığı veya zayıfladığı zamanlarda, yerine batıl inanç ve  hurafelerin  gelip, yerleştiği/yerleşeceği de  bilinen bir gerçektir. Şu da bir hakikattir ki soyut/mücerret hakikatler ancak onu temsil eden kişilerle anlaşılabilir. Doğruluk, dürüstlük, iyilik ve güzellik gibi vasıflar ancak insanla, model  bir grupla  temsil edildiği zaman fonksiyonunu icra eder. Bir kişi veya cemaatle temsil edilemeyen hakikatler soyut, mücerret birer hakikat olarak kalmaya mahkum olduğu gibi, algılanması da ancak o kadar olacaktır. İyilik ve güzellikler  güçlü bir şekilde temsil edilmediğinde  onların yerini, zıtları ve o zıtları temsil eden kişi veya  grupların alması kaçınılmaz  bir durumdur.



    İşte 15 Temmuz darbe senaryosuyla toplum için hava, su, can ve kan kadar değerli olan, son derece hayati ve faydalı olan bir kesim,  saf dışı bırakıldı, adeta yok edildi. Bu kesim, hukuk ve demokrasiyi benimsemiş, vatan ve milletini gerçekten samimi olarak seven, ülke ve insanının çıkarlarını her zaman kendi çıkarlarının önünde tutan, her biri alanında uzman başarılı, güzel, imanlı ahlaklı insanlardı. Vicdanı bozulmamış olan herkes bu insanların bu özelliklere hatta daha fazlasına sahip olduklarına şehadet eder. Evet, 15 Temmuz darbe tiyatrosu ile böyle bir kesime  tenkil (yok etme) muamelesi yapılarak toplumdaki müessiriyetleri kırılmaya çalışıldı, kısmen de başarılı olundu denilebilir.


    Temel hukuki, dini, ahlaki, insani değerler de sökülüp atıldı




    Ekolojik denge içerisindeki herhangi bir türün yok edilmesi, nasıl tabiatta nizamın, dengelerin alt üst olmasına sebebiyet veriyorsa, o dönem de yapılan bu hukuksuz tasfiyelerle  de toplumun maddi manevi ekolojik dengesiyle oynandı, alt üst edildi. O insanların sosyal hayattan çekilip alınmasıyla,  onlarla  birlikte bir kısım temel hukuki, dini, ahlaki, insani, manevi değerlerde sökülüp atıldı. Asıl acı olan ise, o iyi hasletlerin yerini, kötü hasletlerin, onların temsilcilerinin almasıydı.

     


    15 Temmuz darbe senaryosu uygulandıktan sonra ileride işlenecek suçları halkın nazarında meşru hale getirmek için,  bir de  piyasaya mesnetsiz bir laf sürüldü, ‘Söz konusu vatansa, gerisi teferruattır!’ diye. Yani hukuk, din, iman, ahlak, insanlık, vicdan, yetişmiş insan, liyakat, ekonomi vs. bunların hepsi teferruat ve önemsiz şeyler, öyle mi?



    Peki şu anda ülke de hangi problemleri konuşuyoruz?



    Hukukun yok olduğunu, gerçek hukukçuların yerini  partizanca hareket eden  kişilerin aldığını, hakim ve savcılardan bazılarının borsalar oluşturdukları, mafya babaları ile ilişkilere girdikleri, talimatlarla kara verdiklerini, dolayısıyla da insanların adalet sistemine güvenmediklerini, adalet duygularını yitirdiklerini konuşuyoruz. Evet, hukuk gitti yerini talimat aldı, adalet gitti zulüm geldi. Gerçek hukuk adamı KHK ile atıldı, o mevki makamlar, torpil ve mülakatla, yandaş, partizan, liyakatsiz kişilere kaldı.



    Başka neyi konuşuyoruz? 



    İşlerin iyi gitmediğini. Ekonominin, tarım ve sanayinin, sağlık ve eğitimin dip yaptığını. Ülkede güvenliğin kalmadığını, sınırlarımızın yol geçen hanına döndüğünü, mafya ve uyuşturucu kartellerinin memleketi merkez edindiklerini. Bir ülkenin en değerli sermayesi yetişmiş insan gücüdür. Devlet kadrolarında ne kadar işbilen, kabiliyetli, uzman, tecrübeli, vatan ve millet sevgisini kendi çıkarlarından daha öte  gören, vazife ve sorumluluk duygusu yüksek inançlı vatan evladı varsa, bir KHK ile görevlerinden el çektirildiler. Ortaya çıkan o büyük boşluk o günden bu  güne hala doldurulabilmiş değildir. Adliyede yaşanan bu liyakat katliamı, aynı şekilde kolluk kuvvetlerinde, sağlık ve eğitim sektöründe, maliye ve diğer sektörlerde de yaşandı.



    Başka hangi problemden bahsediyoruz? 



    Liyakâtsizlikten, adam kayırmacılıktan, başarıya göre değil, mülakata göre personel alımı yapıldığından, sicili bozuk kişilerin önemli görevlere getirildiğinden, yetkililerin suçlularla flörtünden, suça bulaştıklarından. AKP ve yandaşları, normal bir hukuk devletinde olsa, suç örgütü muamelesi görmeleri kuvvetle muhtemel bir yapı haline dönüştüğü için suça bulaşmamış, ’temiz kalabilmiş’ gerçek memurlardan her zaman rahatsız olmuştur. Onun için de millete hizmet için kendilerine emanet edilen mevki ve makamları nâehil insanların ellerine verdiler. Bu da ülkenin kıyametini hazırladı. 



    “Emanet ehil olmayan kimseye verildiği zaman kıyameti bekle!”



    İster dünyevi isterse de dini meselelerde, topluma ait  işlerin -ki bu mevki makamlar bir emanet hükmündedir- liyakatsiz ve ehil olmayan kişilere verilmesi başarısızlığın en önemli sebeplerinden birisidir. Ki, başa gelenler bundan başka bir şey değildir. Efendimiz (as) kıyametin ne zaman kopacağını soran bir kişiye, “Emanet zayi edildiği zaman kıyameti bekle!” buyurdular. Bedevi, “Emanet nasıl zayi olacak?” diye sordu. Peygamber Efendimiz’in de (as), “Emanet ehil olmayan kimseye verildiği zaman kıyameti bekle!” buyurması dikkat çekicidir. (Buhari, İlim 2) Topluma ait vazifelerin uzman ve ehil olmayan kişilere verilmesi, o toplum adına bir cinayet, bir  kıyamettir. Evet, iş  ehline verilmeyince liyakatsiz kişilerin işlere nezaret etmesi kaçınılmaz olacaktır.



    Bunlar maddi kayıplarımız. Bir de  kaybettiğimiz manevi değerlerimiz var. En başta ‘Utanma’ duygusunu kaybettik. Koca koca insanların, onca rezillikleri ortaya saçılmışken, hala hiçbir şey yokmuş/olmamış gibi varsayıp ortalıkta dolaşabilmelerini anlamak zordur. Sonra ‘Güven’i kaybettik. Milletin devletine olan güveni kayboldu. Tabii birilerinin umurunda ise. Toplumda herkesin doğru dürüstlüğüne, çalışkanlığına, başarısına, fedakârlığına, ülke  ve insanına olan sevgisine şahit olduğu pek çok ‘İyi’ insana ‘Kötü’ denmesi insanlarda devlete karşı güvensizlik travması oluşturdu. Bu insanlar ‘Kötü ‘ise o halde ‘İyi ‘kim?

     


    Sadece bu kadar mı? Tabii ki hayır. Doğruluk gitti yerine yalan kaim oldu. Hâlbuki ‘Doğruluk’ sadece dini açıdan  değil, temel evrensel insani değerler açısından da en önemli değerdir. Şefkat, merhamet, insanı sevme, yardımseverlik, iyilik düşüncesi, nezaket ve nezahet, zerafet, kibarlık, saygı, tevazu, birlik, beraberlik, ihlas ve samimiyet  gibi değerleri hatırlayan var mı?



    Peki dine, imana ne oldu? İslami kimlikle ön plana çıkan ve ’Siyasal İslam ‘ı kullanarak cemaatlerin desteğini alan mevcut iktidarın, özde değil de sözde Müslümanlıkla, apaçık yalanlarla halkın ve bilhassa gençliğin dini duygu düşüncesini mahvetmesine, onların dinden uzaklaşmalarına deizmin yaygınlaşmasına neden olmasına ne demek lazım/gerekir.? 15 Temmuz darbe girişimi ile Hizmet hareketi zora sokuldu. Ülkede oluşan dini ve manevi boşluk o kadar büyüktür ki, belki de bunun telafisi yılları alacaktır. Halbuki Hizmet Hareketi, hangi inanç, kültür, mezhep, anlayıştan olursa olsun her kesimi saygı ve sevgiyle karşılayabilen bir yapıya sahipti. Dünyevi hiçbir beklentiye girmeden ülke ve insanına, onların dini ve kültürel hayatına dair projeler üretiyor hizmet ediyordu. 



    Hizmet hareketinin dini ele alış keyfiyeti, toplumdaki her kesimin dine, dini düşünceye en azından saygılı olmasına vesile oluyordu. Din adına ortaya atılan sorulara medenice cevaplar veriliyor, açılan kurumlarla nesillerin dini duygu düşünceleri besleniyordu. Toplumda dinin, dini hayatın, dindar kişilerin bir saygınlığı, ağırlığı, inanırlığı  vardı. 15 Temmuz’a destek veren cemaatlerden bazıları, ilahiyat camiası, bazı Hoca Efendiler ’Bize alan bırakmadınız’ diye yakınıyorlardı. İşte arkanızda iktidarın desteği ve istemediğiniz kadar, boş alan. Allah samimi olarak dine hizmet edenlerden razı olsun. Onlara bir şey demek bize yakışmaz. Fakat basiretli, hakkaniyetli, insaflı olmak da  dinin   emridir. Cami, Kuran Kursları ve yurt emsali hizmetlerden öte, bu neslin geneline acaba ne verebiliyoruz? 



    Yüzde doksan dokuzu Müslüman olan bir ülkede ‘Siyasal İslamcı’ bir iktidar, onca tarikat, cemaat, İHL, İlahiyat, Diyanet camiası vs. arkasında olmasına, maddi imkanların o günkü Hizmet Hareketi’nin imkanlarından kat be kat fazla olmasına rağmen, acaba nerede din, dini düşünce, dine olan sevgi  saygı? Ülkedeki samimi dindarların bile nefret ettiği bir dini yapı haline dönüşmüş olmak ne kadar acı bir durumdur.

          


    Evet, bunlardan bahsetmek inançlı her kalbi üzen hususlardır. Fakat üzücü de olsa problemin tespiti ve tedavinin yapılabilmesi adına, bu kadar olsun bir şeyler demek de bir zarurettir. Allah ülke ve insanımızı içinde bulunduğu sıkıntılardan muhafaza etsin...




    15 Tem 2024 21:45
    YAZARIN SON YAZILARI