25 Nisan günü haber manşetlerine göz gezdirirken Fransa Cumhurbaşkanı Macron'un ''Siyasal İslam, Fransız Cumhuriyeti'ni bölmeye yönelik bir tehdittir'' ifadesini okuyunca büyük bir ürperti duydum. Söze neresinden bakarsanız bakın art niyet kokuyordu.
Çünkü henüz Müslümanların bizzat kendilerinin bile ''din'' olan ''İslam'' ile bir ''ideoloji'' olan Siyasal İslam’ın ne gibi farklarla birbirinden ayrıldığını bilememelerine karşın, zaten büyük çoğunluğu İslam’a önyargılı düşüncelere sahip olan Avrupa halkının, hele de Fransa’nın, bu ayrımı kendiliğinden anlaması mümkün gözükmüyor. Dolayısıyla bu ifade ile oluşacak olan muhtemel algı, bizzat İslam’ın kendisinin Fransa İçin bir tehdit teşkil ediyor olmasıydı. İkinci olarak da Fransa’da ve neredeyse tüm Avrupa’da, İslam’ın siyasi olarak Avrupa siyasetinde etkin olabilecek seviyede olmadığı da gün gibi ortadayken, yapılan bu alakasız açıklamanın bir hedef gösterme olduğu izlenimi oluşuyordu.
Nitekim sonraki günlerde beklenildiği gibi bu ifadeler birçok insanın dikkatini çekmiş, medya ve sosyal medyada birçok kişi ''siyasal İslam''a ve ''siyasal İslamcılar''a methiyeler(!) dizmişti. Belirtmeliyim ki bu tavır ve eleştirilerin neredeyse hepsine hak vermek gerekir. Çünkü İçeriği ve maksadı her ne olursa olsun bir dinin siyasete alet edilerek siyasallaştırılması kesinlikle tasvip edilemez. Ve bugün dünyada oluşan İslam algısındaki bu olumsuz anlayışın ciddi sebeplerinden birisi de siyasal İslamcıların tavır ve tutumlarıdır.
Madem öyle, Siyasal İslam dediğimiz şey nedir ve din olarak İslam'dan farkı nedir? Kısaca bu kavramlara değinmek yerinde olacaktır. Daha çok 18 ve 19. asırlara dayanan modern ideolojiler ile birlikte İslamcılık ideolojisi de arz-ı endam etti. İslam devletlerinin geri kalması ve batının hızlı yükselişi karşısında eski ihtişamlı günlere geri dönüş maksadıyla acil çözüm arayışları, İslamcılık görüşünü doğurdu. Çünkü yükselen Avrupa ve Batı toplumlarının çoğu yeni düşünce ve ideolojiler ile bunu gerçekleştirmişti. Maalesef ''kopyalama'' hastalığının başlangıcı sayılan bu tarihlerde, kopyalayıp ''ideolojileştirme'' ile İslam bir din olmaktan ziyade bir ideoloji olarak işlenip ele alındı. Pozitivizm gibi, Sosyalizm gibi, Darwinizm gibi bir ideolojiye indirgenen İslam, toplum nezdinde de büyük oranda ruhunu kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kaldı.
Bu dönemde İslamcılar İslam'ı, bireyleri ilgilendiren bir inançtan ziyade büyük ve güçlü devletler şeklinde uygulanmış ve uygulanması gereken bir din şeklinde algıladılar. Bu ideolojinin tek gayesi hâkimiyete dayalı güçtür ve tüm olaylar bu mücadele gayesi etrafında döner. İslam'ın ancak devlet bazında ve dolayısıyla siyasi olarak güçlenebileceğine inanan bu düşünce, her şeyden önce üstünlüğü önceler, bununla da klasik siyaset teorilerinin idealize ettiği gayeleri amaçlayarak aynı yanlışa düşer. Çünkü bu amacın neticesinde din devreden çıkar, devlet tüm varlığı ile sahaya iner, devletin kendisi bizzat amaçlaşır ve devlet tüm gücüyle dinden ziyade kendi varlığını korumaya çalışır, bunun neticesinde de milliyetçilikler doğar. Arzu edilen bu üstünlük için ise sürekli mücadele ve çekişmeler kaçınılmaz olacağından, 1. ve 2. Dünya savaşlarında olduğu gibi sürekli bir mücadele ve bu mücadelelerden dolayı savaşlar, sefalet, demokrasiden uzaklaşma ve nihayet büyük yıkımların olması kaçınılmaz olur. Çünkü bu yıkımların sebebi modern ideolojilerin toplumlarda oluşturduğu tazyiktir ve siyasal İslam’da modern bir ideoloji olduğundan, bu açıdan bakınca temayülleri ve neticeleri de aynı olacaktır.
Evet, Siyasal İslam budur.
Fakaaaat!
Fakat İslam kesinlikle bu değildir ve olamaz. Daha önce defalarca belirttiğim gibi İslam bir dindir. Devletle, siyasetle, ideoloji ile -hatta epey iddialı olacak belki ama- 'bilim'le bile pek işi yoktur. İslam'ı bir medeniyet olarak ele alacaksak bu tespitlerin neticesi değişir elbette ama din olarak ele alacaksak durum böyledir. Uygun olanın da bu olması icap eder. Aksi takdirde İslam'ın ''evrenselliği'' ve ''ebediliği''ne tezat neticeler ile karşılaşmamız kaçınılmaz olacaktır.
Ne yazık ki İslam’ın imajı hâlihazırda çok problemlidir. Bu algının oluşmasında en büyük sorumluların bizzat müslümanların kendilerinin olduğuna elbette şüphe yok. Fakat mevcut anlayış ve algıyı değiştirmek için meseleye belki de buradan başlamak, bu algı sahiplerinin yönünü algıların dünyasından gerçekliğin dünyasına çevirmemiz gerekir. Siyasal İslamcıların İslam dünyasına verdiği büyük zararı görmemize ve bilmemize rağmen yapılması gerekli olan şey Siyasal İslam ile ilgili eleştiri ve tespitlerinden ziyade, bizzat İslam'ın kendisini nazara verip ondan daha fazla bahsetmek olacaktır. İslam'ın bu olumsuz algısı, ancak ve ancak İslam'ın gerçek yüzünün görülüp gösterilmesi ile mümkün olabilir.
Esasında İslam'ın siyasallaşması olarak özetleyebileceğimiz siyasal İslam’a yönelik tespit ve açıklamalarda bulunmak son günlerin en moda davranışlarından biri oldu. Bu akım dünya genelinde olduğu gibi Türkiye'de de çok popüler. Türkiye’deki siyasal iktidara muhalif herkesin ortak paydalarından birisi de Siyasal İslam karşıtlığı. Fakat öyle anlaşılıyor ki bu karşıtlık ve tavır alma bazen maksadını aşıp çok uç noktalara ulaşabiliyor. Bazen de bu konudaki eleştiriler normal olsa bile, etkileri çok farklı sonuçlar doğurabiliyor. Dolayısıyla oluşan bu ''Siyasal İslam'' karşıtlığı, bazen bizzat İslam karşıtlığına dönüşebiliyor ya da İslam karşıtlığı doğuracak neticelere sebebiyet verebiliyor. Macron'un açıklamalarına biraz da bu zaviyeden bakmak gerekir.
Oysa başından beri bizim siyasal kültürümüzün özelliklerinden birisi de taraftarlıkta ayarı tutturamadığımız gibi, muhalefette de dengeyi ayarlayamayıp tavırlarımızı ifrat tefrit sınırlarında göstermemizdir. Maalesef toplum olarak, yaşanan bunca tecrübe, atlatılan bunca badire, siyasi kültür ahlakımıza hala pek katkı sağlamamışa benziyor. İslam toplumlarının büyük çoğunluğunda görülen ''Ya hep, ya hiç'' felsefesi, bu iki yol haricinde üçüncü bir yolun oluşturulmasına müsaade etmiyor: Bir düşünceye ya da tarafa, ya çok keskin bir karşı duruş sergileyeceğiz; ya da ölesiye taraftarı olacağız. Fakat kendimize üçüncü bir yol oluşturup önceki paragraflarda belirtildiği gibi kimseye ve hiçbir şeye karşı olmadan, sadece İslam'ın kendisinden ve güzelliklerinden bahsederek de sergileyebiliriz tavırlarımızı.
Tekrar ediyorum; her ne maksatla ve her kim tarafından yapılırsa yapılsın, bir dinin siyasete alet edilip politize edilmesi, o dine verilecek en büyük zararlardan biridir ve siyasal İslam’ın İslam’a yaptığı tam da budur. Fakat İslam bu değildir. Bize düşen ise sürekli siyasal İslam'dan bahsetmek yerine (akademik çalışmalar hariç), daha çok İslam'ın güzelliklerini anlatıp yaşamak olmalıdır. Dünya insanına verebileceğimiz elimizdeki tek sermayemiz budur. Netice-i kelam; İslam eşit değildir Siyasal İslam ve Siyasal İslam ise sadece ve sadece İslamiyet'le alakası olmayan ve sonradan peyda edilmiş bir ideolojidir, hepsi bu!
Mevlüt KARAKAPLAN
@mevlutkk13