Mevsimler enteresandır; vermek ile almak arasında salınır durur. Isı verir, ışık verir… Hayata neşe verir, kimi zaman hüzün. Aynı zaman da alır da…
Vermek, almanın simetrisi…
Bileşik kap yani…
Karanlık, aynı zamanda ışık eksikliği…
Varlık, yokluğun yok oluşu.
Kötülük diye bir şey yok belki de… İyiliğin eksikliği hatta yokluğundan bahsetsek yanılmış olmayız…
Kış, bahar ve yazsızlık demektir bu sebeple…
Baharda ve yazın verdiğini geri alır mevsimler…
Bir tür alış veriş balansı anlayacağınız.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün kahramanı Muvakkit Nuri Efendi’nin veciz şekilde ifade ettiği gibi; “her şey zıddıyla mümkün ve maruftur.”
Bahar ve yaz için kışa, gündüz için geceye, sıcak için soğuğa, iyilik için kötülüğe ihtiyacımız var.
Şair;
“Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın” derken olukların çift oluşundaki hikmeti anlatır şair.
Sözü çok uzatmanın anlamsızlığının siz de farkındasınızdır sevgili okuyucularım.
Çetin sınavlar, fırtınalar hayatlarımızda bir tür ayrıştırma sürecini de başlatır. Bizim başka türlü olduğunu düşündüğümüz kişi ve ‘şey’lerin bir anda aslında öyle olmadıklarını bazen canımız yanarak öğreniriz.
Furkan’ın ailesi için de her şey öyle oldu maalesef.
Maalesef, diyorum çünkü okuyacağınız öykü hem gerçek, hem de iç yakıcı bir olay…
Toplum olarak dehşet verici bir korku tünelinden geçiyormuş gibi yaşadığımız son birkaç yıl. Özellikle de son bir sene…
Öylesi tuhaf bir hayata dönüştü ki yaşamlarımız, artık anne-baba çocuklarına işlerinden atıldığını bile söyleyemiyorlar.
Babasının işe gitmemeye başladığını fark eden çocuklar, ailesinin teröristlikle suçlandığından habersiz çoğu kez.
Anne ya da babasından en az birinin hapishanede olduğu çocuklar içinse durum çok daha trajik aslında.
Hele bazı örnekler var ki, hem anne, hem baba hapishanede.
Hem de bir banka hesabı ya da bir telefon uygulamasından dolayı.
Çocuk zihnine bunu izah edemezsiniz. Asla edemezsiniz…
Büyüklerin yaşadığı olaylar sonrasında bir anda ailesi darmadağın olan ve kendisini sokakta bulan çocuğun psikolojisini tahmin edin isterseniz.
Furkan’ın anne babası da böylesi bir ihbarın kurbanı olmuştu.
Fakat her şeye rağmen hayata tutunmaya çabalıyordu Furkan’ın babası. İşinden edilmişti ama onun için çok daha önemli bir sıkıntı vardı, o da biricik oğlu Furkan…
Çünkü Furkan hastaydı, hem de çok ciddi bir hastalıkla mücadele ediyordu gencecik yavru.
Bir dizi kötülük peşine bırakmadı Furkan ve ailesinin.
Düne kadar iyi gibi görünen pek çok akrabaları, çevreleri bir anda onlara sırtlarını dönmüştü.
Bunu niye yaptıklarını bir türlü anlayamıyordu 12 yaşındaki Furkan.
En çok doktorunun ona yapacağı kötülükten habersiz gitti son kontrollere.
Doktor oldukça umutsuz konuştu, beyninde tümör vardı minik çocuğun ve çok fazla zamanı yoktu. Açıkçası yapacak çok fazla alternatifi de yoktu Furkan’ın ailesinin.
Yine de tüm imkanlarını seferber etti ailesi. Kendi yaşadıkları sıkıntıyı önemsemiyorlardı bile, belki Furkan için bir umut olabilir düşüncesiyle sürekli araştırıyorlardı.
Sonunda toplu iğne ucu kadar bir umut ışığı bulabilmişti babası.
Uzakta, epey uzakta, Furkan’ın o güne kadar ismini dahi duymadığı bir ülkede; Küba’da uygulanan bir yöntemden bahsetmişlerdi. Bir ihtimal Kübalı doktorlar çare olabilirdi minik Furkan’a…
Ailesi bir an bile tereddüt etmedi, buldu buluşturdu, denkleştirdiler maddi imkânlarını ve Küba’ya gitmek üzere harekete geçtiler.
Ancak önce sistem tüm kötücüllüğünü gösterdi. Babasının durumunu sebep olarak beyan ettiler ve yurt dışına çıkamayacağını söylediler. Pasaportunu iptal etmişlerdi hem de habersizce.
Yalvardı Furkan’ın babası, ağladı annesi. Hiç mi merhameti yoktu bu ilgililerin?
Sonunda birileri yarım vicdan da olsa, merhamet gösterir gibi oldu ve “doktorundan, Türkiye’de tedavi edilemez, mutlaka yurt dışında tedavi lazım” diye belge getirirse yurt dışına çıkmalarına izin verebileceklerini söyledi birileri.
Koşarak doktoruna gittiler Furkan’ın…
Gariptir, mesleği gereği insanlara yardım etmeye yemin etmiş olan doktor olumsuz cevap verdi bu talebe, gerekçesi ise daha korkunçtu: “Zaten bir aylık ömrü kalmış, ne gerek var!”
Bir anda KHK, olağanüstü hal, terör bilmem ne bir şerit gibi geçti annesinin gözlerinin önünden.
Nasıl bir zalimlikti ki bu?
Sadece ihraç edilenler değil, ailelerine de yaşam hakkı tanınmıyordu artık.
Çoğu kez hedef gösterildikleri yetmiyormuş gibi, iş için yaptıkları tüm başvurular reddediliyor, tüm kapılar yüzlerine kapatılıyordu.
Hastalığı son aşamadaydı minik yavrunun, kanser son safhaya kadar ilerlemişti.
Çaresizlik nedir bilmeyenler için dünya meseleleri, dünyevi tartışmalar çok ama çok önemliydi. İnsan hayatı, Furkan’ın hayatı haber değeri bile olmayan bir ayrıntıydı, hamiyetiyle meşhur Türk milleti için.
Soğuk bir Şubat akşamı son kez sarıldı ailesine Furkan…
Minik bedeni tekrar ısınmamak üzere giderek soğudu…
Mevsim kıştı ve 12 yıllık kısacık hayatında büyük acılar yaşamıştı küçük çocuk.
Hele ki son bir yılı tam bir trajedi içerisinde geçmişti.
Bulutların üzerine doğru havalanırken minik bedeni, aşağıda hala kıyasıya bir dünyevi savaş vardı.
İnsan hayatının hiç ama hiç değer ifade etmediği bir dünyaya, kâbus dolu bir filmi karanlığın ortasında terk eden ismi cismi belirsiz bir seyirci gibi göçtü gitti bu dünyadan…
Gerisinde koskoca bir ülkeye, birkaç nesil yetecek kadar bir utanç tablosu bırakarak…
Mekânı cennet olsun minik yavrunun…
Meral Aslan