Bir hukukçuydu o…Liberal, yani geniş anlamda özgürlükleri savunuyordu.
Bu minvalde AK Parti’nin üzerine gidildiği dönemde özgürlüğün bizim gibi ülkelerde gücün dar kalıplarına göre değil, prensip ve tanımlara göre yaptığı için ideolojisine bakmadan savundu. Onun için konunun öznesi ile vereceği karar arasındaki ideolojik yakınlık/uzaklık önemli değildi.
Yargıtay’ta 15 ve 23. Daire üyesiydi. Her hukukçunun hayalinde olan bir kariyeri vardı.
Son aylarda şiddetli baş ağrısı çekiyordu ama işini ihmal edeceği düşüncesiyle doktora gitmeyi hep erteliyordu. Niyeti adli tatil sonrasında tam olarak kontrole gitmekti…
Ancak, o menfur darbe oldu...
Ve bir anda ülkenin altı üstüne geldi.
Ne olduğunu tam olarak anlayamadan artık dayanacak gücü kalmamış, ağrıları dayanılmaz olmuştu.
Hemen bir hastaneye götürdüler ve teşhis ürkütücüydü.
Tümör vardı, hem de beyninde.
Üstelik acilen alınması gerekiyordu.
Çok ciddi bir hayati risk taşıyordu.
Çaresizce ameliyatı kabul etti.
Ameliyata alındı.
Çok ağır bir ameliyattı ve bilinci kapalı yatacaktı uzun süre. Bir süre sonra hastaneye polisler geldi. Yakınları anlam verememişti ama geçmiş olsuna değil, tutuklamaya gelmişlerdi.
Evet, bu özgürlükçü liberal hukukçuyu hapse attı birileri.
Antalya 3. Sulh Ceza hakiminin çıkardığı karar ile hiçbir gerekçe göstermeden tutukladılar hakim Mustafa Erdoğan’ı. Daha 49 yaşındaydı...
Çok ağır bir ameliyat geçirmiş ve yoğun bakımda tedavi olması gerekiyordu ama birilerinin özel baskısıyla tutuklu koğuşuna nakledildi. Ailesinin yalvarmalarına karşılık değiştirmedi birileri bu kararı.
Tutuklu koğuşunda o halde; yani beyin ameliyatı olmuş, ciddi bakıma ihtiyacı varken, steril bir ortamda bakımının hassasiyetle yapılması gerekirken 6 ay tutuldu.
Bir hukukçunun ne kadar zor yetiştiğini ailemden biliyorum.
Kütüphanedeki en kalın kitaplar hep dayımındı çünkü. Masa lambasını en çok o kullanırdı ve bundan dolayı zılgıt da yerdi.
Yıllar boyu hep dayımı bir şeyler okurken gördüm. Hep okudu okudu..
Mustafa Erdoğan da böyle yapmıştı mutlaka.
İşin acısı kendisine zulüm derecesinde bu muameleyi yapanlar da aynı süreci yaşamış olmaları lazımdı.
Bir hukukçunun başka bir hukukçuya zulmetmesi kadar korkunç bir şey yoktur sanırım.
Üstelik sizden daha deneyimli ve de masum ise zulmettiğiniz, çok körelmiş ve katılaşmış bir vicdanınız olması lazım.
Altı ay felç şekilde burada tutuluyor.
Tedavi almamış için ise sanki her şey yapılıyor. Mal varlığına el konuluyor, tüm banka hesapları bloke ediliyor. Ölmeden mezara koymaya çalışıyor birileri bir hukuk değerini.
Suçu?
Kimse bilmiyor...
Neyle suçlandığını bilmiyor, hakkında iddianame bile yok. Kaçma ihtimalini bırakın ayağa kalkma ihtimali yok, çünkü felç olmuş artık!
Bu kısım çok can yakıcı sevgili okuyucularım. Erdoğan’ın ailesi feryat ediyor, durumu anlatıyor. Ancak tüm tahliye talepleri reddedildiği gibi, hastaneden cezaevine yollanıyor.
Bunu yapan da karı koca hukukçu. Savcı koca itiraz ediyor, hakim eşi hapse yolluyor.
Akıl alır gibi değil biliyorum ama son bir yıl içinde yaşandı tüm bunlar.
Avukatları çaresizce Anayasa Mahkemesi’ne başvuruyor. Gelen cevap ise tarihimizde bir hukuk utancı olarak kalacak: “Tutuklunun herhangi bir tehlikede olmadığı için tutukluluğunun devamına…”
Hastane doktorları insaflı. Rapor hazırlıyorlar…
Ancak bu raporu da kimse ciddiye almıyor.
Bilinci kapanıyor hakim Erdoğan’ın…
Ailesi perişan yalvarıyor artık…
Belki de beyin ölümü gerçekleştikten sonra ‘lütfen’ bir tahliye kararı veriyor vicdanına diyecek söz bulamadığım hakim..
Birkaç gün sonra maalesef vefat ediyor bu değerli hukuk insanı.
Ölümü bile haber değeri taşımıyor.
Sadece iki gazete, vefatından üç gün sonra haberi yayınlıyor. O kadar…
Bir hukuk insanını, bir insanı, bir canı ideolojik kin ve nefret böyle ölüme götürüyor. Çok değil birkaç gün öncenin öyküsü bu…
Peki neydi bir insanı ölüme götürebilecek kadar nefret dolu bir intikama sevk eden suç.
Kim bilmiyor…
Hiç kimse…
PTT’den Tenis Federasyonu’na transfer olan eğlenceli bürokratı atıyor Danıştay’a hakim olarak Cumhurbaşkanı…
Ölen hukukçularımızın yeri dolduruluyor böylece!