Varlık sebebi ana ve baba, iki ayrı cesed, ama tek ruh gibidirler. Onlar bir bütünün iki parçasıdır. Allah nesillerin devamını onlara bağlamıştır.
Hz.Allah (cc), Hz. Adem babamız ve Hz.Havva validemizi kıyâmete kadar nesillerin devâmı için yaratmış, kainatın yaratılış vesîlesi Nebîler Sultânı Efendimiz Hz.Muhammed‘in (sav) dünyayı şereflendirmesi adına -lihikmetin- onları tavzîfen dünyâya göndermiştir.
Ana-baba, her ikisi de etten kemikten müteşekkil, hilkatte ve adâlette eşittirler. Ne var ki Allah, mes’uliyet taksiminde babayı dış hayatta, sevk ve idârede, cesarette önde; anneyi iç bünyede, sevgi ve şefkatte, nezâket ve nazâfette, tertip ve düzende önde yaratmıştır.
İslâmiyet ana ve babaya ciddi önem vermektedir. Onların evlatlar üzerinde büyük hukuku olduğunu, Kur’an-ı Mûciz-ül Beyan‘da İsrâ sûresi 23. ve 24. âyetlerde önemine binaen şöyle ifade edilmektedir:
“Rabbin şöyle buyurdu: ‘Allah’tan başkasına ibâdet etmeyin. Anneye ve babaya güzel muâmele edin. Şâyet onlardan her ikisi veya birisi yaşlanmış olarak senin yanında bulunursa, sakın onlara hizmetten yüksünme ve “öff!” bile deme, onları azarlama, onlara tatlı ve gönül alıcı sözler söyle.”
“Şefkatle, tevazu ile onlara kol kanat ger ve şöyle duâ et:
‘Ya Rabbî, onlar küçüklüğümde nasıl beni ihtimamla yetiştirdilerse, ona mükâfat olarak Sen de onlara merhamet buyur!”
Lokman suresi 14. âyette de; “Biz insana, annesine babasına iyi davranmasını emrettik. Zirâ, annesi onu nice zahmetlerle karnında taşımıştır. Sütten kesilmesi de iki yıl kadar sürer. İnsana buyurduk ki: ‘Hem Bana, hem de annene babana şükret! Unutma ki, sonunda Bana döneceksiniz’” buyrulmaktadır.
Babaya nispeten anne himâyeye, korunmaya daha muhtaç olduğundan Peygamber Efendimiz (sav), anneye daha hassas davranılmasını, ona yardım edilmesini ifâde buyurmaktadır.
Hz.Ebû Hureyre (ra) Efendimiz’den (sav) şöyle rivâyet etmiştir:
Bir adam Resûlüllah (sav)’e geldi ve: ‘İnsanlar arasında kendisine en iyi davranmam gereken kimdir?’ Diye sordu. Resûlüllah (sav) şöyle buyurdu:
Annen’dir.
Adam, sonra kimdir Ya Resulüllah? dedi; Efendimiz (sav), ‘Annen’dir’ buyurdu.
Adam, sonra kimdir Ya Resûlüllah (sav)? Diye tekrar sorunca Allah Resûlü (sav) yine; ‘Annen’dir’ buyurdular.
(Dördüncü defa) Ya Resulüllah daha sonra kimdir? Diye sordu.
Allah Resulü; ‘Baban’dır’, buyurdular. (Buhari, Müslim)
Yine Ebû Hureyre (ra) başka bir rivâyette şöyle dedi:
“Bir adam, ‘Ya Resûlüllah! (Tatlı dil, güleryüzle) kendisine güzel sohbet etmeme en hakkı olan kimdir? Diye sordu. Resûlüllah (sav) şöyle buyurdu: ‘Annendir, sonra annendir, sonra annendir, sonra babandır. Sonra da, derece derece yakın olan kimselerdir (yakın akrabalarındır).” (Müslim)
Kadın anadır. Onun makamına kimse yükselemez. Çünkü, başta peygamberler olarak, maddi -manevi en büyük makam sâhiplerinin de anası kadındır. Evlatlarının yetiştirilmesinde, topluma kazandırılmasında ananın emeği büyüktür.
İzdivaç nesil içindir. Aile ağacının en tatlı meyvesi çocuktur. Çocuklar, anne babaya Allah’ın emânetidir. Onlar, kafaları aydın, gönülleri iman, ahlâk, mes’uliyet duygusu ve gelişen dünya şartlarına uyumlu bir şekilde iyi yetiştirilirse; huzur ve güvenin, dünya barışının temsilcileri, aile ve topluma yararlı birer insan olurlar.
Bugün şikâyet edilen, ortalığı yakıp yıkan, şefkat ve merhametten yoksun, kin ve nefret kusarak zulmeden insanlar; ailede, mektepte, sokakta ve toplumda dün ihmal edilen nesillerdir.
İnsan ya yapıcı olur, ya da yıkıcı.. Allah’ın insanda yarattığı potansiyel kabiliyetler; çocukken, anne, baba, öğretmen ve rehberler tarafından, müsbet yöne kanalize edilirse, mâhiyetindeki güzellikler bahar çicekleri gibi ortaya çıkar. İhmal edilip kontrol altına alınmaz ise, anne- baba başta olmak üzere, topluma ve insanlara hayâtı zehir ederler.
Çocukların anne-babaya, topluma ve insanlığa yararlı hâle gelebilmesi, erkan-ı imaniyeye sağlam bir şekilde inanmalarını sağlamakla mümkündür.
Gizli -açık zerre kadar hayır ve şerrin, Allah tarafından kontrol altına alındığı ve bunların âhirette hesâbının sorulacağı güne inanan nesillerdir ki, her türlü haramdan ve günahtan kendilerini koruyacaklardır. Böyle bir îmandan mahrum olan insanlar; inanmış görülseler bile, sınır tanımayacak, haram helal dinlemeyecek, şeytan ve nefsin esâretinden kurtulamayacaklar ve ortalığı yakıp yıkmaktan zevk duyacaklardır.
Böyle insanlar, Bakara sûresinde şöyle anlatılmaktadır:
8 – “Öyle insanlar da vardır ki ‘Allah’a ve âhiret gününe inandık’ derler; Oysa iman etmemişlerdir.”
9 – “Akılları sıra Allah’ı ve iman edenleri aldatmayı kurarlar. Kendilerinden başkasını aldatamazlar da farkında değiller.”
10 –“ Kalplerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalıklarını daha da ilerletti.”
11 – “Ne zaman onlara: ‘Yeryüzüne fesat saçmayın!’ denilse ‘Biz sadece barışçıyız, ortalığı düzeltmekten başka işimiz yok!’ derler.”
12 – “Gözünüzü açın, bunlar bozguncuların ta kendileridir, lâkin şuurları yok, farkında değiller.”
13 – “Ne zaman onlara: ‘Şu güzel insanların iman ettiği gibi siz de iman edin’ denilse, ‘Yani o beyinsizlerin inandıkları gibi mi inanalım?’ derler. Asıl beyinsizler kendileridir de farkında değiller.”
14 –“ Bunlar iman edenlerle karşılaştıkları vakit, ‘Biz de müminiz’ derler. Fakat şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında da: ‘(Onlara)Emin olun biz sizinle beraberiz, biz onlarla alay ediyoruz’ derler.”
15 – “Allah da kendileriyle alay eder ve azgınlıklarında onlara mühlet verir; böylece onlar bir müddet başıboş dolaşırlar.”
16 – “İşte onlar hidâyeti alacaklarına, dalâlete müşteri oldular. Ama bu, kârlı bir ticaret olmadı, çünkü kâr yolunu tutmadılar”
Münafıkûn sûresi 2. ve 4.âyetlerde de Hz.Allah (cc);
“Onlar yeminlerini kalkan olarak kullanıp insanları Allah’ın yolundan uzaklaştırırlar. Yaptıkları bu iş ne kötü bir iştir!”
“Onları gördüğünde kalıpları, kıyâfetleri senin hoşuna gider, onları beğenirsin. Konuştuklarında sözlerine kulak verirsin. Gerçekte ise onlar, âdeta koltuklarına dayanan, içi boş, ruhsuz kütüklere benzerler. İçleri boş, ödlek olduklarından çıkan her sesten pirelenir, her yeni haberi kendi aleyhlerinde sanırlar. Onlar düşmandır, onlardan sakının! Allah belâlarını versin onların! Nasıl da hakîkatten vazgeçiyorlar” buyurmaktadır.
(Onlar hakkında “Allah belalarını versin!” ifâdesi bedduâ olmayıp, onların cezâya müstahak olduklarının Allah tarafından bildirilmesidir. S.Y.)
Görüldüğü gibi, günümüzün insanı re’fete, şefkate çok muhtaç bir dönem yaşamaktadır. Şefkat, merhamet ayaklar altına alınmış, Allah’ın sanat hârikası olan insana, hayvana bile yapılmayan muâmale yapılmaktadır. İslâm’da ise, kurban keserken bile hayvanlara eziyet verilmemesi tavsiye edilmektedir.
İnsanlar; Allah’dan, peygamberden uzaklaştıkça; ana-baba hukûkunu, büyüklere saygıyı, küçüklere şefkati, sevgi ve merhameti, hatta insanlığını kaybetmektedirler. Bu sebeple dünyânın her yerinde; iyiliği, sevgiyi, merhameti, barışı, insana insan olduğu için değer verip saygı göstermeyi temsil eden gönül insanlarına ihtiyaç var.
Mehmet Ali Şengül