Cenâb-ı Hak (cc), hoşumuza gitmeyen bazı hâdiselerle dünyânın fâni olduğunu, kalben mü’minin ona bağlanmaması gerektiğini; nerede, hangi mevkî ve makamdan olursa olsun, dünyada misâfir bulunduğunu, vazîfesinin kulluk, hâdimlik, -hizmetkârlık- olduğunu insana hatırlatmaktadır.
İnsan ise, kimseye karşı üstünlük hissi taşımadan, sırtına aldığı vazîfenin -zerresinden hesap verme endişe ve korkusuyla- bîhakkın yerine getirmesi gerektiğini bilmelidir.
İnsan; kendi aleyhinde bile olsa, her kardeşini bağrına basmalı, misâfir bulunduğu dünyâdan her an ayrılma duygu ve düşüncesiyle, “Ey îman edenler! Siz kendinizi düzeltmeye bakın! Siz doğru yolda olduktan sonra sapanlar size zarar veremez. Hepiniz dönüp dolaşıp Allah’ın huzurunda toplanacaksınız. O da yaptıklarınızı size bir bir bildirecek, karşılığını verecektir.” (Mâide,105) emr-i ilâhisine kulak vermelidir.
Cenâb-ı Hak Hucûrat sûresi 12.ayette; “Ey iman edenler! (Sû-i) zandan çok sakının. Çünkü zanların bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli hallerini araştırmayın. Kiminiz kiminizi gıybet etmesin. Hiç sizden biriniz ölmüş kardeşinin cesedini dişlemekten hoşlanır mı? İşte bundan hemen tiksindiniz! Öyleyse Allah’ın azabından korkun da bu çirkin işten kendinizi koruyun. Allah tevvabdır, rahîmdir (tövbeleri kabul eder, merhamet ve ihsanı boldur)” âyetiyle ikâz etmektedir.
Dolayısıyla insanlar; başkalarının eksiğini, kusurunu, ayıplarını araştırmamalı, kimsenin kusurunu ayıbını yüzüne vurmamalı ve toplum içinde mahcup duruma düşürmemelidirler. Aynı zamanda, ‘Emr-i bil ma’ruf nehy-i anil münker’ vazîfesini de ihmal etmemeli, toplumun ve ailenin huzurunu bozmama adına, şefkat ve merhametle, kavl-i leyyin -tatlı dil güleryüz- ile çözüm aramaya çalışmalıdırlar.
Zirâ Allah (cc), hiçbir kimseyi başkalarının muhâsebecisi tayin etmemiştir. Herkes Allah’a vereceği kendi hesâbına göre defterini tutmalı, ölümle sona erecek dünyânın fâni şeylerine gönlünü kaptırmadan, fitne ve fesada vesîle olmadan, barış ve huzûrun tesisi yolunda gayret göstermelidir.
Talak sûresi 3.âyette; “Allah’a dayanıp güvenene Allah Kâfidir. Allah emrini elbette yerine getirir. Gerçekten Allah her şey için bir ölçü, her iş için bir vâde belirlemiştir.” Buyrulmaktadır.
Efendimiz (sav); ‘Bid’aların ve dalâletlerin istilâsı zamânında, Sünnet-i Seniyye’ye ve hakîkat-i Kur’âniyye’ye temessük edip hizmet eden, yüz şehit sevâbını kazanabilir.’ (et- Taberâni, el-Beyhâki) buyurmuşlardır. Böyle bir fırsatı mü’min kaçırmamalıdır.
İbrâhim sûresi 12.âyette; “Hem niye Allah’a dayanıp güvenmeyelim ki, tâkip etmemiz gereken yola bizi ileten O’dur. Bize verdiğiniz her türlü ezâ ve sıkıntıya, hiç şüpheniz olmasın ki sabredeceğiz. Zaten tevekkül sâhiplerine de düşen, ancak Allah’a dayanıp güvenmektir.” buyrulmaktadır.
Öyleyse ehl-i îman dâimâ ıslahçı olmalı, Hakk’ı muhtaç gönüllere duyurmalı, sevdirmeli, Hak rızâsının sevdâlısı olmalı; her an Cenâb-ı Hakk’ın âhiret dâveti vukû bulacakmış gibi de, çok ciddi hazırlık içinde bulunmalıdırlar.
Nebîler Sultanı, Sonsuz Nûr’un sâhibi Aleyhissalâtü vesselâm Efendimiz (sav); safiyyullah Hz.Âdem (as)’den rûhullah Hz.Îsa’ya (as) kadar gelen nübüvvet mîrâsına sâhip çıkmış, peygamberlerden hiç birisine toz kondurmamıştır. Kıyâmate kadar gelecek ümmetine de, onları nasıl sevecekleri nasıl davranacakları dersini vermiştir.
Efendimiz (sav), ’Ben dünyâda da âhirette de Îsa’ya (as) en yakın olan insanım.’
-Nasıl Yâ Resûlullah?
-‘Peygamberler babaları bir, anneleri farklı kardeşlerdir. Ama dinleri birdir. O’nunla benim aramda peygamber gelmediğinden O’na en yakın olan benim.’ (Buhâri, Müslim)
Bir de; ‘Şeytan her doğan çocuğa dokunur. Onun için feryat eder, çığlık atar. Meryem ve oğlu Îsa (as) bundan müstesnâdır.’ (Buhâri) buyurmuştur.
Sâni-i Muhteşem, Rabbü’l âlemin Allah (cc) tanınmayınca, insanoğlu her varlığın bir mûcize olduğunu göremiyor, kâinatı ve insanı O’nun hesâbına okuyamıyor.
Kâinatta ve insan hayatında ibret alınacak o kadar hâdiseler cereyan ediyor ki, kalb gözü kör olunca vücut sarayına Allah’ın birer pencere gibi yerleştirdiği gözler bakıyor ama, hakîkatleri göremiyor.
Hz.Âdem’den (as) Hz.Muhammed’e (sav) kadar gelip geçmiş yüzyirmidört bin peygamber tevhid hakîkatini ve gerçekleri, kavimlerine seslendirdikleri halde, onların büyük çoğunluğu insanoğluna yakışmayacak bir tarzda alay ve istihzâ ile karşılamışlar ve baş kaldırıp isyan etmişlerdir.
Günümüzde de, dikkat edecek olursak hadîseleri bundan farklı görmüyor, bu imtihan dünyasında aynı gerçeklerin tekkerrür ettiğini müşâhade ediyoruz.
Rabbimiz Kur’an-ı Mûciz’ül Beyan’da Kamer sûresi 17.âyette; “Yemin olsun: Biz, ders alınsın diye Kur’ân’ın anlaşılmasını kolaylaştırdık. Haydi var mı düşünen ve ibret alan?” buyurmaktadır.
Mehmet Ali Şengül