Sînelere atılan îman tohumu bir filiz gibi yeşermişti.. Aşk ve heyecan vardı.. Geceler gündüzlere katılıyordu.. Gönül erleri, Hak dostları, küheylanlar gibi soluk soluğa koşuyorlardı.. Yüce ve kutsî bir dâvâyı, muhtaç gönüllere, yaratılış gâyesini unutmuşlara, kalb ve ruhu îmandan mahrum kalan ciğeri yanmışlara ulaştırabilmek için büyük fedâkârlıklarda bulunuyorlardı..
Ruhları, niyetleri pırıl pırıl, yıldızlar kadar berrak, hâlis muhlis, kaderini îman ve Kur’an hizmetine, maddî mânevî değerlere, husûsiyle geleceğin ümidi olacak nesillere adamış kahramanlar, sînelere taht kuruyor, ölmüş bir milletin ihyâsı için çırpınıp duruyorlardı..
Böylesine samîmi, hasbî, fedâkar, hizmet-i îmâniye ve Kur’aniye’ye sâhip çıkan, maddî mânevî bütün imkanlarını inandıkları, hak bildikleri bu yüce mefkûreye adayan kullarına, Cenâb-ı Hak inâyet ediyor, filizler meyveye dönüşüyordu.. Meleklerle yarışacak, kafası kalbi kadar, kalbi kafası kadar aydın bir nesil meydana geliyordu..
Husûsiyle fazîletli, topluma saygılı, yakan yıkanlara karşı ıslahçı bir neslin mevcudiyetinden fevkalâde rahatsız, sîneleri bu fedâkarlara karşı gayz, kin ve nefretle dolu, yakmaktan, yıkmaktan, öldürmekten zevk alan câniler; binbir zorluklarla meydana getirilmiş, hayru’l halef nesillerin yetiştirilmesine vesîle olan, milyonların hak ve hukûku bulunan eğitim, sağlık ve yardım kurumlarına el koyup gasp ettiler.
Ülkemizin yükselmesi, yücelmesi ve kalkınmasına yardımcı olan kahraman bir milletin, binbir zahmet ve sıkıntılar içinde alınteriyle kazandıkları şahsî servetlerine ve îtibarlarına el koyarak, aynı zamanda mâsum çocukları ve kadınları, onbinlerce memlekete, millete ve topyekün insanlığa yararlı, faydalı insanları hapse doldurdular.
Böylece yüzbinlerce insanın ve âilenin onuruyla, izzetiyle oynadılar. Bilhassa bebekler ve kadınlara zulmettiler. Yuvaları yıkıp âile fertlerini birbirlerine hasret bıraktılar..
Ama mü’minler, sebeplerde kusur yapmamak kaydıyla ve haklarını hukuk çerçevesinde aramak suretiyle; bu olup bitenlere kader açısından bakmak zorundadırlar.
Allâmü’l-guyûb olan Allah, herşeyden haberdardır.. Her işinde hikmet vardır.. Abes ve lüzumsuz iş işlemez.. Allah (cc), yaratandır. Mülkün hakîki sâhibi O’dur. Dilediği gibi tasarruf hakkına sâhiptir. Allah (cc), sonsuz kudret sâhibidir. İnsan ise, her canlı gibi yaratılan bir varlıktır ve O’nun kudreti karşısında sıfırdır. Namazdaki secdesiyle bunu fiîlen isbatlamaktadır.
Allah, insanların hayır zannettiği şeylerden şer, şer zannettiği şeylerden de hayır yaratır. İnsan neye sâhip ve mâlik ki, Allah’a başkaldırıp isyan ediyor, O’nu sorgulama cür’etinde bulunabiliyor. Kâinat ve insanı yoktan yaratan Allah, Nahl sûresi 4.âyette; “Nitekim O, insanı bir damla sudan yarattı. Ama o (insan), yaman bir hasım kesiliverdi” buyurmaktadır.
Cenâb-ı Hak insanı, ahsen-i takvîm sırrına mazhar yaratmış olmasına rağmen insan; akıl ve irâdesiyle esfel-i sâfilini tercih ediyor. Rabbü’l âlemin olan Allah, Zâriyât sûresi 56.âyette; “Ben cinleri ve insanları sırf Beni tanıyıp, yalnız Bana ibâdet etsinler diye yarattım” hatırlatmasında bulunduğu halde..
Halbûki insan; Allah tarafından kendisine nîmetler verildiğinde şükretmesini, musîbet ve sıkıntılarla imtihan edildiğinde sabretmesini bilmelidir. İnsan, Allah’a karşı saygıda, itaatte kusur yapmama mevzuunda, fevkalâde hassas olmalıdır.
İnsan, Allah’ın kendisi gibi yarattığı bütün insanlara karşı sînesi sevgi, şefkat ve merhametle dolu olmalı, hangi dinden ve milletten olursa olsun onlara saygıda kusur etmemelidir. İnsanca muâmelede bulunarak, kendini sevdirmelidir. Çünkü insan, kendini sevdirmeden sevdiklerini başkalarına sevdiremez. Efendimiz Hz.Muhammed (sav), “İnsanlara Allah’ı sevdirin ki, Allah da sizi sevsin” (Suyûtî, el-camiu’s-Sagîr) buyurmaktadır.
Sırr-ı teklifin gereği olarak Allah (cc), bu dünyâyı zıtlarla cem’etmiştir. Hayat; inişli çıkışlı, acı ve tatlı, sevinçli ve kederlidir. İnsan bâzen mutluluk içinde, huzurlu olur. Bâzen de acılar ruhunu sarar, yakasını bırakmaz.
Buna rağmen insan, dünyâda bâkî değil, yolcudur. Yorulan yolcu dinlenir ama, yolculuk devam eder. Dünyâ ağacı altında dinlenmekte olan insan, orada kalıcı değildir. Ölümsüz âleme doğru yolculuğa devam etmektedir.
Yüce dinimiz ve O’nun Mübelliği insanlığın iftihar Tablosu Efendimiz (sav), büyüklere hürmet ve saygı, küçüklere şefkat ve merhametle muâmele etmeyi emrederken (Ebû Davud, Tirmizi, Beyhâki); insanların bilhassa ehl-i îmanın ayıp ve kusurlarını araştırmamayı, kusurları affetmeyi, arızaları kavl-i leyyin ve mev’ize-i hâsene ile tâmir etmeyi tavsiye etmiş (Buharî, Müslim); gayz, kin ve nefretle muâmeleyi yasaklamıştır. (Buhâri, Suyutî)
İyiliğe iyilik bir vazîfedir ve kolaydır, mutlaka yapılmalıdır. Kötülüğe kötülük daha kolaydır ama, sabredip dişini sıkıp affetmek esas olmalıdır. Fakat yiğitlik, kahramanlık; kötülüğe karşı iyilikle mukâbelede bulunabilmektir. İşte zor olan budur. Bu başarılabilirse nice insanlar, günahtan, haram ve küfürden kurtulacak, insan olduğunun farkına varmış olacaklardır.
Nice Allah, peygamber düşmanları vardır ki, -küfr-ü inâdî içinde olanlar hariç- Resûlüllah’ın (sav) şefkat, merhamet ve sevgiyle muâmelesi karşısında, yağın ateşte eridiği gibi eriyerek, İslâm ve îmanla şereflenme imkan ve fırsatını bulmuşlardır.
Gayz, kin ve nefretinden dolayı intikam alabilmek için Uhud’da Hint (r.anha), Vahşi’nin (ra) şehit ettiği Hz.Hamza’nın (ra) ciğerlerini ısırıyor; ama daha sonra, İslâm’ın şefkat ve merhamet iklimini görünce îman ederek Sahâbe ve Sahâbiye olma şerefine yükseliyorlar.
Asırlar sonra büyüklerimizi vesîle yaparak, Allah bizleri de îman ve İslâm’la buluşturmuş, Resûlullah’a (sav) ümmet olma, Sahâbe yolunda îman ve Kur’an hizmetinde bulunma şerefiyle şereflendirmiştir. Aynı zamanda kaderini hizmet-i îmaniye ve Kur’aniye’ye adamış faziletli ve melekler kadar kıymetli milyonlarca insanlara kardeş olmayı lütfeylemiştir.
Dünyâya bir daha gelme şansımız yok.
Kalp kırıp gönül yıkmanın hiçbir faydası yok..
Kavganın, gıybetin, tenkidin kimseye faydası yok;
Dünyâ ve âhiret hayâtı adına zararı pek çok..
Kavganın, tenkidin, gıybetin kimseye faydası olmadığı gibi, dünya ve âhiret adına çok büyük kayıplara sebebiyet vereceği muhakkakdır.
“Hepiniz toptan, Allah’ın ipine (dinine) sımsıkı sarılın, bölünüp ayrılmayın! Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın...” (Âl-i İmran, 103)
“Onlar öyle kimselerdir ki Rab’lerinin çağrısına kulak verip, namazı hakkıyla îfâ ederler. İşlerini istişâre ile yürütürler, kendilerine nasib ettiğimiz imkânlardan hayırlı işlerde sarf ederler.” (Şûrâ,38)
“İnsanlara yumuşak davranman da, Allah’ın merhametinin eseridir. Eğer katı yürekli, kaba biri olsaydın, insanlar senin etrafından dağılıverirlerdi. Öyleyse onların kusurlarını affet, onlar için mağfiret dile ve işleri onlarla müşâvere et. Bir kere de azmettin mi, yalnız Allah’a tevekkül et. Allah muhakkak ki Kendisine dayanıp güvenenleri sever.” (Al-i İmran,159) emr-i ilâhileri yetmez mi ehl-i îman ve ehl-i hizmet olarak bizlere?