‘Besmele’ ile hareket eden insan, Allah’ın himâyesine girmiş, O’na güvenmiş ve O’na dayanmış olur. Kendini güvenli hisseder. Allah’tan korktuğu için başka hiç bir şeyden korkmaz. Sadece, ilâhi emâneti korumak için tedbirli, temkinli olmaya çalışır.
Bir şahıs devlete, askere intisâp edince, kendini güvende hisseder. İnsan da, Allah’ın adıyla hareket ederse, O’na olan inancın güç ve kuvvetiyle, Allah’ın dışında hiç birşeyden korkmaz. Âhiretle berâber dünya hayâtında da, vicdânî mutluluk ve huzur hisseder.
Hz.Üstad Sözler’de şöyle izah etmiştir: ‘Her varlık hal diliyle ‘Bismillah’ der, Cenâb-ı Hakk’ın adına hareket eder. Zerrecikler gibi tohumlar, çekirdekler başlarında koca ağaçları taşıyor, dağ gibi yükleri kaldırıyorlar. Demek her bir ağaç, ‘Bismillah’der, hazine-i Rahmet meyvelerinden ellerini dolduruyor, bizlere tablacılık ediyor.
Her bir bostan ‘Bismillah’ der, matbaha-i kudretten bir kazan olur ki, çeşit çeşit pek çok muhtelif leziz taamlar, içinde beraber pişiriliyor.
Her bir inek, deve, koyun, keçi gibi mübârek hayvanlar ‘Bismillah’ der, Rahmet feyzinden bir süt çeşmesi olur. Bizlere Rezzak nâmına en latîf, en nazîf âb-ı hayât gibi bir gıdâyı takdim ediyorlar.
Her bir nebât ve ağaç ve otların ipek gibi yumuşak kök ve damarları, ‘Bismillah der, sert olan taş ve toprağı deler. geçer. ‘Allah namına, Rahman namına der’; herşey O’na musahhâr olur.”
Kâinatta tesâdüf yoktur. Her olayın bir hikmeti, bir sebebi vardır. İnsanın başına bir belâ, musîbet gelse; ‘vardır bir hikmeti’ der, sabreder. Musîbeti ikileştirmez.
Hâdiselerin iki yönü vardır. Biri dünyâya, diğeri âhirete bakar. Biz dünyâya bakan yönüyle değerlendirirken, Cenâb-ı Hak âhirete bakan yönüyle değerlendirir.
“Hoşlanmasanız da savaş size farz kılındı. Olur ki hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırlı olur. Olur ki sevip arzu ettiğiniz bir şey sizin için şerli olur. Gerçeği Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara sûresi/ 216)
‘Bir Müslüman’a herhangi bir musîbet, bir sıkıntı, bir keder, bir üzüntü, bir eziyet, bir gam dokunursa, hattâ kendisine bir diken bile batarsa; mutlaka Allah bunları onun günahlarına keffâret yapar.’ (Buhari, Müslim) diyen Nebiler Sultanı’nın (sav) beyânına göre, bu mezkûr hâdiseler âhiret gözüyle değerlendirilmelidir.
Sebeplere tam tevessül neticesinde vukû bulan bazı sıkıntılar; ‘ya geçmişte yaptığım bir hatânın keffâreti veya sabretmek ve Allah’a tevekkül ve teslimiyetle, geleceğe ait bir mükâfattır’ inancıyla değerlendirilmelidir.
Kâinatta var olan herşey Allah’ı tesbih ve tahdis eder. Emr-i İlâhiyeye itaat ederek hareket eder. Onun için, hayâta karamsar değil, dâima iyimser olarak bakılmalı.. İşte insan, Allah’a tevvekkül ve teslimiyet duygusunu ‘Besmele’ ile temin etmiş olur, bu da hayatı müsbet mânâda etkiler.
Haşir sûresi 24.âyette; “Yerde ve gökte ne varsa hepsi O’nu (Allah’ı) tesbih eder.”;
Nisâ sûresi 44.âyette; “Hiç bir şey yoktur ki, O’na hamd ile tesbih etmesin. Ne var ki, siz onların tesbihlerini anlayamazsınız.’ ;
Nur sûresi 41.âyette de; “ Baksana göklerde ve yerde olan herkes, kanatlarını çırparak uçan dizi dizi kuşlar, hep Allah’ı tesbih ederler. Onlardan her biri kendi duâsını ve tesbihini pek iyi bellemiştir.” Buyrulmaktadır.
Kâinatta Allah’ın yarattığı canlı-cansız, irâdî - gayr-i irâdî bütün varlıklar ‘Bismillah’ der, kendilerine tevdi edilen vazifelerini îfâ ederler.
Kur’an’da anlatılan Hz.Süleyman’ın (as) kuşlar ve karıncalar örneği, aynı zamanda dağların, taşların, devenin.. Efendimiz’e (sav) selam verip hallerini arz etmeleri gibi mûcizeler, Son Nebî Efendimiz ile sona ermiştir.
Günümüzde ise; Ehlûllah’ın şahsında kerâmetlerle, bilim ve teknoloji yoluyla hayvanların, bitkilerin ve cansızların Allah’ı zikir ve tesbih ettikleri gerçeği, kudret mûcizeleri olarak deneylerle ortaya çıkarılmıştır.
Yapılan bilimsel araştırmalarda, hayvan ve bitkilerin de insan gibi, dost ve düşmanlarını tanıdıkları, sevinip üzüldükleri, kendi aralarında iletişim kurdukları tesbit edilmiştir.
Bilim Teknik dergisinde okumuştum. Çicek üzerinde bir deney yapıyorlar. Odada bulunan çiceğin yanında on kişi bulunmakta. Bunlardan biri, çiceğe zarar veriyor. Çiçeği makinaya bağlıyorlar. Herkesi odadan çıkarıp teker teker odaya aldıklarında, çicek sâdece kendisine zarar veren insan odaya girdiğinde tepki vermeye başlıyor. Yâni, o insanı tanıyor.
Yaşar Tunagür Hocaefendi’yi vefatından önce hastanede, bir şehire konferans vermek için giderken ziyaret etmiştim. Yolda dikkatimi çeken renkli bir çiçek almıştım. Çiçeği görünce, ‘evlâdım bu çiçek odaya ayrı bir hava kattı’ demişti.
Daha sonra da bana biraz sitem etti: ‘Arkadaşlarına söyle ben yaşlı bir adamım. Benim gibi bir insana günde 8 program doğru değildir’ dedi. O gün çok yorulmuş. Ertesi günü de başka bir şehirde konferansı varmış.
Durumu iyiydi. İzin isteyip ayrıldım. Fakat gittiğim şehirde gece vefatını haber aldım. Seyahatten döndüm, cenâzesine katılmayı Allah nasip etti. Başında beklemekte olan gelini, ‘hocam getirdiğiniz çiçek hacı babam vefat edince birden yapraklarını aşağıya doğru saldı’ demişti. Rabbim Firdevsiyle mükafatlandırsın. Âmin
Avustralya’da vakıf yönetiminde bulunan Mehmet bey, yıllar evvel bizi ailecek tertip ettikleri aile kampına dâvet etmişti. Oldukça güzel bir yerdi. Teşkilatlı bir kamp yeri olduğu için kilisesi de vardı. Arkadaşlarımız kiliseyi temizleyip mescid haline getirmişler. İbadetlerimizi cemaatle orada yapıyorduk.
Bir gün tam namaza duracağım bir anda, bizim atlı karınca olarak bildiğimiz, karıncalardan daha büyük normal bir karınca yanımdan geçiyordu. Arka saflarda kadınlar olduğu için, ‘şimdi bu hayvandan korkar öldürürler’ diye hayâlimden geçti.
Hakikaten arka taraftan bir hanımefendinin hayvana vurduğunu hissettim. Sonra herkes dağıldıktan sonra karıncayı aradım bulamadım.
Bir gün sonra öğlen namazında aynı karıncadan gurup halinde geldiklerini ve o yaralı karıncayı arayıp bularak, aralarına alıp kontrollü bir şekilde götürdüklerini namaz sonunda müşâhade ettim.
Bu bana bir şeyi hatırlattı. Hatırımda kaldığı kadarıyla resmî izin alınarak, talebeler için tertip edilen yaz kampında çadırların bulunduğu yere bir buçuk metreye yakın kocaman bir yılan gelmişti. Tevafuken Hocaefendi ile orada bulunuyorduk. Talebeler korkup öldürmek istediler. Hocamız öldürtmedi; ‘Bırakın gitsin! Biz onların ülkesini meşgul ettik. Siz onlara dokunmazsanız onlarında size zararı olmaz’ demişti.
Daha sonra bu konuşulanlardan haberi olmayan başka bir grup, zarar verir endişesi ve korkusuyla yılanı öldürmüşler. Allahü âlem o yılan, âilenin reisi olacak ki, öldürülen yılanı aramak için bir gün sonra kampın her tarafını yılanlar sardı.
Hz.Süleyman (as) cinlerden, insanlardan ve kuşlardan oluşan orduları düzenli olarak sevk ederken; “Derken Karınca vâdisine geldiklerinde, onları gören bir karınca: ‘Ey karıncalar, haydin yuvalarınıza girin. Süleyman ve orduları, sizi farketmeyerek ezip çiğnemesinler!’ diye seslendi.” (Neml suresi,18)
“Onun (karıncanın) sesini işiten Süleyman tebessüm ederek: ‘Ya Rabbî!’ dedi, ‘beni nefsime öyle hâkim kıl ki; gerek bana, gerek ebeveynime ihsân ettiğin nimetlere şükredeyim. Seni râzı edecek güzel ve makbul işler yapabileyim. Bir de lütfedip beni hayırlı kulların arasına dâhil eyle!” (Neml suresi,19) diye niyazda bulundu.
“Bir de kuşları teftiş etti de; ‘Hüdhüdü neden göremiyorum, yoksa kayıplara mı karıştı?’ dedi.” (Neml suresi, 20)
“Kuvvetli ve geçerli bir mazeret ortaya koymadığı takdirde, onu şiddetli bir şekilde cezalandıracağım yahut boynunu keseceğim.” (Neml suresi, 21)
“Derken, çok geçmeden Hüdhüd geldi; ‘Ben’ dedi, ‘senin bilmediğin bir şeyi öğrendim ve sana Sebe’den önemli ve kesin bir haber getirdim.” (Neml suresi, 22)
Demek ki, kâinattaki bütün canlılar, her birisi bir aile ve millet olarak hayatlarını, Allah’ın onlara takdir ettiği ölçüde sürdürmekte olduklarından, mecbur olmadıkça, zararları dokunmadıkça, kâinattaki eko sistemin bozulmaması adına onlara dokunmamak gerekiyor.
Devam edecek...
Mehmet Ali Şengül