İnsan, âlem-i ervahdan yola çıkıp değişik aşamalardan geçip, neticede rahm-i mâderde, anne karnında madde ile buluşmuştur. Doğumla, hikmetler ve imtihanlar âlemi olan dünyâya gözünü açmıştır. Hz.Adem’le (as) başlayan hayat, zincirin halkası olarak devam etmekte ve kıyâmete kadar da devam edecektir.
Allah’ın ezelde yaratmaya murat ettiği insanların bir kısmı ruhlar âleminde nöbetini beklemekte, bir kısmı yolda, diğer bir kısmı da hayâtın âhiret boyutuna intikal etmiştir.
Böylesine harikâlar dolu gerçekleri gören, yaşayan insanoğlu, dünyaya gelen her canlı gibi insanında öldüğünü, dünyânın fâni, geçici olduğunu görmekte ve yaşamaktadır. Buna rağmen bazı insanlar, dünyâ hayâtının ölümle sona erdiğine, başka bir hayâtın mevcut olmadığına inanmakta ve âhiret hayâtını, öldükten sonra dirilmeyi inkâr etmektedirler.
Akıl, irâde ve fizyonomisiyle canlıların en mükemmeli olarak yaratılan insanın Sâni-i Muhteşemi olan Allah; bu dünyâyı âhiretin bir pazarı olarak yaratıp insanın emrine vermiştir.
İnsan gece ve gündüzlerde, yazlar ve kışlarda devamlı ‘ba’sü ba’del mevt’ hakîkatini gördüğü halde, âhirete inanmaması kabul edilir bir şey değildir.
Âhiret hayâtı insanın ölümü ile başlamakta, gerçek mânâda ise kıyametin kopmasıyla, ebediyyen devam edecek olan ikinci hayattır ki; haşir, hesap, mîzan, şefaat, sırat, Cennet ve Cehennem gibi olaylara muhtevîdir.
Kur’ân-ı Mûciz-ül Beyân’da Mü’min suresi 59.âyette; “Kıyâmet günü mutlaka gelecektir, bunda şüphe yoktur. Fakat insanların bir çoğu buna inanmazlar” ifâde buyrulmaktadır.
İnsanların büyük çoğunluğu cehâlet ve körlük içinde olmaları sebebiyle; akıl, irâde ve tefekkürü arka plana alarak bu hâdiselere önyargı ile yaklaşmaktadırlar.
Yunus suresi 36.âyette; “ İnkarcıların çoğu sırf bir zan (ve tahmine) tâbi olurlar. Oysaki zan, gerçek adına hiç bir şey ifâde etmez” buyrulmaktadır.
Bu mevzûda insanların büyük çoğunluğu önderlerini, liderlerini taklit etmekte ve onların kurbanı olmaktadırlar. Bir kısmıda dünyâ sevgisine, arzûlarına, kibir ve gururlarına takılmaktadırlar. Dünyâyı varlıklarının gâyesi haline getirenlerin, onun ötesi olan âhiret hayâtını düşünmeleri zordur.
Hz.Üstad, dünyânın üç yüzü vardır diyor: “Biri, Allah’ın isimlerinin tecelli ettiği bir teşhirgâhdır. Diğeri, âhiretin tarlası cennetin mezrâ’sıdır. Âhirete giden yol dünyâdan geçmektedir. Üçüncüsü de, insanın hevâsına bakan yönüdür ki, bu insanı aldatır, batırır ve âhiret hayâtını mahveder. (Sözler)
Âl-i İmran sûresi 14.âyette, “Kadın, evlat, tonlarca altın, gümüş, eğitilmiş atlar, hayvanlar ve ekinlere olan istek ve tutku insanlar için süslü (câzip) kılınmıştır”
Allah’ın sonsuz nîmetleri içinde; ‘helâl dâiresi keyfe kâfidir, harama girmeye ihtiyaç bırakmıyor.’
“Ey cin ve insanlar topluluğu! İçinizden size âyetlerimi anlatan ve bu gününüzle karşılaşacağınızı bildirerek sizi uyaran peygamberler gelmedi mi? Ey Yüce Rabbimiz! Kendi aleyhimize şâhidiz” diyecekler. Dünyâ hayâtı onları aldatmıştı. Böylece kendilerinin kâfir olduklarına, yine kendileri şâhitlik ettiler.”(En’am, 130)
“O kâfirler ki onlar dinlerini oyun ve eğlence konusu hâline getirmişlerdi; dünyâ hayâtı kendilerini aldatmıştı.İşte onlar, kendilerinin en önemli günü olan bu günkü karşılaşmayı unuttular ve âyetlerimizi bilerek inkâr ettikleri gibi,Biz de bugün onları unutup kendi hallerine terkedeceğiz.” (Â’raf, 51)
“Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının! Öyle bir günden çekinin ki, o gün hiçbir baba evladına asla fayda veremez, evlat da babasına fayda sağlayamaz. Allah’ın vâdi elbette gerçektir. O halde sizi dünya aldatmasın ve çok hilekâr şeytan da sizi Allah ile aldatmasın, Allah’ın affına güvendirmesin” (Lokman, 33)
“Ey insanlar! Allah’ın vâdi elbette gerçektir, öyleyse sakın dünyâ hayâtı sizi aldatmasın; o çok hilekâr şeytan da Allah’ın kerem ve merhametini ileri sürerek sizi aldatmasın.” (Fâtır, 5)
“Her canlı ölümü tadacaktır. Siz ey insanlar, çalışmalarınızın ücretini ancak kıyâmet günü tam bir şekilde alacaksınız! O vakit, kim ateşten uzaklaştırılıp Cennete yerleştirilirse, işte o muradına ermiştir. Yoksa bu dünyâ hayâtı, aldatıcı ve geçici bir zevkten başka bir şey değildir.” (Âl-i İmran, 185)
“İyi bilin ki (âhirete yer vermeyen) dünyâ hayâtı, bir oyundur, bir oyalanmadır, bir süstür. Kendi aranızda karşılıklı övünme, mal ve nesli çoğaltma yarışıdır. Tıpkı o yağmura benzer ki; bitirdiği ürün, çiftçilerin hoşuna gider. Ama sonra kurur, sen onu sapsarı kurumuş görürsün. Sonra da çer-çöp haline gelir. İşte dünyâ hayâtı da böyledir. Âhirette ise kâfirler için şiddetli bir cezâ, mü’minler için ise, Rab’leri tarafından bir mağfiret ve rızâ! Evet, dünyâ hayâtı bir aldanma metâından başka bir şey değildir.” (Hadid, 20)
“Buna “yalan” diyenler, ancak zâlimler, azgınlar, günaha dadananlardır.” “Kendilerine ayetlerimiz okunduğunda: ‘Bunlar, eski devirde yaşamış insanların masalları!’ diyenlerdir.” (Mutaffaffin, 12-13)
Allah ve Resûlullah’ı inkâr etmenin, âhiret hayâtını reddetmenin altında, insanoğlunun sorumluluktan kaçtığı görülmektedir. Onlar, hayatın başını ve sonunu düşünmekten uzak durup, hayâtın geçici zevkleri, eğlenceleriyle teselli bulurlar.
Kur’ân-ı Azîmüşşân, âhireti inkâr edenlerin daha çok kibirli ve gururlu kimseler olduğuna dikkat çeker.
Kibir, basîreti kör eden bir perdedir. Basîret kör olunca basar (göz) da bir işe yaramaz. O zaman insan, ne kâinat kitâbını okur, ne de âhiret hayâtının varlığını kabul eder.
Haber verenin doğruluğu, verdiği haberin gerçek olduğuna işarettir. Vâdine muhâlefet etmesi aslâ mümkün olmayan yüce Yaratıcı Allah, bu dünyâyı kapatıp yepyeni, ebedî bir dünyâ kuracağını ifâde ediyor.
“Mûsâ da şöyle dedi: “Ben, âhirete, hesap gününe inanmayan her kibirli ve zorbadan benim ve sizin Rabbiniz olan Allah’a sığınırım.” (Mü’min. 27)
“Sizin ilâhınız bir tek İlahtır. Öyle iken âhireti inkâr edenlerin kalpleri, bu gerçeği de inkâr eder. Hep kibirlenip dururlar.” (Nahl, 22)
İnsan kendi akıl terazisiyle tartamadığı, kabullenemediği bir şeyi reddeder. Halbuki Rabb-ul âlemin olan Allah’ın kudretini merkeze alması gerekir. Öyle olunca hiç yoktan yerleri ve gökleri yaratan, insanı hakir bir sudan yaratan Allah, insanı ve kâinatı yok edip yeniden yaratabilir.
Allah Enbiya suresi 104.âyette; “O gün göğü, kitapları dürer gibi toplarız. İlk yaratmaya nasıl başladıksa onu, yine öyle iâde ederiz. Üzerimize söz; biz bunu mutlaka yapacağız” buyurarak vâdediyor.
Kur’ân-ı Azîmüşşân’da inkârcı insan şöyle anlatılmaktadır:
“Böyle iken kâfir insan: ‘Sahi, ben öldükten sonra diriltilip kabrimden çıkarılacak mıyım?’ der. O insan hiç düşünmüyor mu ki, o hiçbir şey değilken Biz onu yaratıp var ettik? (Meryem, 66-67)
“Ey insanlar! Eğer siz öldükten sonra dirilmekten şüphe ediyorsanız, bilin ki: Biz sizi ilkin topraktan, sonra bir nutfeden, sonra bir yapışkan hücreden, sonra esas unsurlarıyla hilkati tamamlanmış, ama bütün azâlarıyla henüz tamamlanmamış bir çiğnem et görünümünde bir ceninden yarattık ki, kudretimizi size açıkça gösterelim. Dilediğimizi belli bir süreye kadar ana rahminde durdururuz. Sonra da sizi bir bebek olarak dünyaya çıkarırız. Sonra güç kuvvet kazanıncaya kadar sizi büyütürüz. İçinizden kimi, henüz çocukken öldürülür, kimi de hayatın en düşkün biçimine götürülür. Öyle ki, daha önce bildiği şeyleri bilmez hale gelir.
Yeri de kupkuru görürsün, ama oraya Biz su indirince çok geçmeden kıpırdanır, kabarır da gözü gönlü açan her güzel çiftten nice nebat bitirir.” (Hac, 5)
“Nasıl yaratıldığını unutarak, bir de misâl fırlattı Bize:
‘Çürümüş vaziyetteki o kemikleri kim diriltecek!’ diye.
De ki: “Onları ilk defa yaratan diriltir, hem O, yaratmanın her türlüsünü bilir.” (Yasin, 77-78)
“Gökleri ve yeri yaratmak, insanları yaratmaktan daha büyük bir iştir, ama insanların çoğu gerçeği bilmezler.” (Mü’min, 57)
“Siz ey haşri inkâr edenler: Düşünün, sizi yeniden yaratmak mı zor, yoksa gök âlemini mi? İşte bakın: Allah onu nasıl da sağlam bina etti.” (Naziat, 27)
Kışta, ölü gibi olan yeryüzünün baharda diriltilmesi, akşam uyuyan insanın sabah uyanması yani diriltilmesi, âhiretin varlığına en güzel örnektir.
“İşte bak, Allah’ın rahmetinin eserlerine! Ölmüş toprağa nasıl hayat veriyor! İşte bunları yapan kim ise, ölüleri de O diriltecektir. O, her şeye hakkıyla Kadîrdir.” (Rum, 50)
“O’nun kudretinin ve hikmetinin delillerinden biri de şudur ki: Sen yeri boynu bükük, kupkuru görürsün. Fakat Biz üzerine su indirince yer harekete geçip kabarır. İşte bu yere kim hayat veriyorsa ölüleri de O diriltecektir. Çünkü O her şeye kadirdir.” (Fussilet 39)
“Onların Rabbi de duâlarına şöyle icabet buyurdu:
‘Sizden gerek erkek, gerek kadın hayır işleyen hiçbir kimsenin çalışmasını zayi etmem. Çünkü siz birbirinizdensiniz, birbirinizden farkınız yoktur. Benim rızam için hicret edenlerin, vatanlarından sürülenlerin, Benim yolumda işkenceye, zarara uğrayanların, Benim yolumda savaşanların ve öldürülenlerin, elbette kusurlarını örtecek ve elbette onları Allah tarafından mükâfat olarak içinden ırmaklar akan cenetlere yerleştireceğim. En güzel ödüller Allah’ın yanındadır.” (Al-i İmrân, 195)
İnsanın bu dünyada ölümüyle ‘Kabir Hayatı’ başlar. Kabir âlemi, dünyâ ile âhiret arasında bir koridor, bir bekleme salonudur.
İnsanın dünyâda yapması gereken en önemli işlerinden birisi; Allah ve Resûlü’nün verdiği haberleri tasdik edip orası için hazırlıklı bulunmasıdır. İnsan şakası olmayan öyle bir âleme gidiyor ki, o gün amel defteri arzedildiği gibi, insanın uzuvları, yeryüzü de şahitlik edecektir.
“İşte herkesin hesap defteri önüne konuldu. Mücrimlerin defterdeki kayıtlardan korktuklarını ve şöyle dediklerini görürsün: ‘Eyvah bize! Bu deftere de ne oluyor? Ne küçük komuş, ne büyük, yazılmadık şey bırakmamış!’ Böylece yaptıkları her şeyi yanlarında buldular. Şu kesin ki Rabbin kimseye zulmetmez.” (Kehf, 49)
Ebu Berze Nadle İbni Ubeyd el-Eslemî (ra)'den rivâyet edildiğine göre, Resülullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
"Hiçbir kul, kıyâmet gününde, ömrünü nerede tükettiğinden, ilmiyle ne gibi işler yaptığından, malını nereden kazanıp nerede harcadığından, vücudunu nerede yıprattığından sorulmadıkça bulunduğu yerden kıpırdayamaz." (Tirmizi)
Başka bir rivâyette; Ebû Ya’lâ… İbn Ömer’den rivayet etti ki; İbn Mes’ud şöyle demiştir: ‘Efendimiz (sav), Âdem oğluna beş şeyin hesâbı sorulmadan kıyâmet gününde ayaklarını ileri atmasına izin verilmez buyurmuşlardır;
Ömrünü nerede tükettin? Gençliğini nerede çürüttün? Malını nereden kazandın, nereye sarf ettin? Öğrendiklerinle ne kadar amel ettin?” (Heysemî, Taberanî)
Adâlet’in mutlak mânâda gerçekleşmesi âhiret hayatında olacaktır. Dünyâ hayatında ise adâlet; istikâmetin, huzur, güven ve emniyetin kaynağını teşkil etmektedir.
Mehmet Ali Şengül