Bugün dünya insanlığının çekmiş olduğu bütün sıkıntılar ve ahlâkî erezyon, Kur’an-ı Kerim’den ve Resûlullah’tan (sav) mahrûmiyetin neticesidir. Müslümanlar da, Kur’an’dan ve Allah Resûlün’den uzaklaşmanın neticesinde, Kur’an’dan süzülüp gelen feyiz ve bereketten ve güzelliklerden mahrum kalmaktadırlar.
İnanmış gönüller, ne kadar Kur’ân’a teveccühte bulunur O’na sinelerini açarlarsa, Kur’an da o nisbette teveccühte bulunur sinesini açar.
Vahiy yoluyla Allah Resûlü’ne gelen Kur’ân-ı Mûcizül Beyan’ı Efendimiz’den daha iyi anlayan olamaz. Efendimiz (sav) tanınmadan, Kur’an-ı Mûciz’ül Beyan anlaşılmadan, kâinat onların gözüyle okunmadan Allah gerçek manada tanınamaz ve bilinemez.
Binâenaleyh mü’minler, Resûlullah’ın rehberliğinde Allah’ın kopmayan ipi Kur’ân’a sımsıkı sarılır, O’nu hayatlarının gâyesi yapar, hayatlarının merkezine alır, emir ve yasaklarına saygı duyarlarsa; Cenâb-ı Hakk da rahmet kapılarını açar, kalbleri itminan ve huzûra kavuşturur.
İnsanlar, aklı öne çıkararak İslâm’a şekil vermeye kalkmamalı, vahiyle müeyyed Kur’an insanlara şekil vermelidir. Kur’ân’a ve Resûlullah’a tâbi Müslümanlar olarak bizler, müstakim olmalıyız ki; ifâde de, görüşte, duyuşta, ticârette, hatta niyette doğruluk, âilede huzur, toplumda güven ve itimat, eğitimde başarı ve mutluluk, idârede adâlet ve ahlâk gerçekleşmiş olsun.
Topyekün insanlığın gerçek muallimleri, Allah’ın tayin ettiği peygamberlerdir. Kâinatın yaratılış vesilesi Hâtemü’n Nebî olan Efendimiz (sav), kıyâmete kadar insanlığın en son Rehberi ve değişmeyen Muallimi’dir.
İnsanlık ahlâk-ı âliyey-i İslâmiyeye ne kadar gönül verir, Kur’ân-ı Mûciz’ül Beyan’a ne kadar sâhip çıkar, hayatını ne kadar O’na göre yönlendirirse, o kadar mutlu ve huzurlu olma imkanını elde etmiş olur.
Kaybettiği özüne dönmez, akıl, irâde ve ruhunu Allah’a teslim etmez ise; ne dünyâda ne de âhirette mutluluk ve huzuru yakalaması mümkün değildir. Çünkü medeniyet, din ile kâimdir. Din yoksa medeniyet de yoktur.
Asırlar var ki, nice ihânet şebekeleri kendi çıkarları ve yalancı cennetlerini sürdürebilmek için, insanlığı dinlerinden uzaklaştırma mücâdelesi vererek, milletleri birbirlerine kırdırdılar, sokak hareketleri ile aynı milletin mensuplarını, gençlerini hatta öz kardeşlerini birbirlerine düşman yaparak savaştırdılar, bir kısmının kabire, bir kısmının ise hapse girmelerine sebebiyet verdiler.
Allah Resûlü (sav), Kur’ân-ı Kerim’in elmas düsturlarıyla câhiliye döneminde birbirlerine karşı gayz, kin ve nefret dolu insanlar arasından, Sahâbe-i Kiram Efendilerimiz (r.anhüm) gibi; kardeşini kendi nefsine tercih edecek kadar birbirlerine karşı sevgi, şefkat ve merhamet duygusuna sahip, birlik ve beraberlik içinde, îsâr derecesinde kardeşlik yaşayan bir nesil yetiştirdi.
Bugüne kadar da hayatlarını bu Kur’an ve Peygamber yoluna adayan; İmâm-ı Âzam, Abdülkâdir Geylâni, İmâm-ı Rabbani, Üstad Bediüzzaman ve daha nice büyük zâtlar kendi dönemlerinde sahâbe misal güzel insanların yetişmesine vesile oldular.
Yakın tarihte Hz. Üstad; böyle bir neslin yetişmesi mevzuunda ömrünü dâvâsına adamış, her türlü hakâretlere maruz kalmış, görmediği ezâ ve cefâ kalmamış olmasına rağmen, kimseyi incitmeden “medenîlere galebe iknâ iledir” prensibi ile hareket ederek, neslin elinden şefkat ve merhamet ile tutmuş, kavl-i leyyin ile, yaratılış gâyesini hatırlatmak sûretiyle, ölmüş bir milletin yeniden ihyâsına vesile olmuştur.
Günümüzde helâket ve felâketlerin zirve yaptığı, “belâyı umûmi” ile ikaz edilecek seviyede kirlenen bir dünyâya muhatap durumunda bulunan Hocaefendi de; yarım asırdır gece gündüz îman ve Kur’an dâvası’nın derdini, çile ve ızdırabını vicdanında duyarak yaşayan, hep ağlayıp gülmeyerek Allah huzurunda hesap verme korkusuyla, yıllardan beri nesl-i cedid için çırpınmış ve hâlâ çırpınıp durmaktadır.
Memleket, millet ve insanlık hakkında cihan çapında sulh-u umûmiye vesile olan, böylesine hayırlı hizmetlerin, bütün eğitim kurumlarının, hayır kurumlarının, sağlık hizmetlerinin, en önemlisi îman kurtarma seferberliğinin üzerine buldozerlerle gelindi, sâhip çıkanların servetlerine el konuldu, yuvalar parçalandı, milyonlarca mâsum insanlar, “terör örgütü” gibi bir iftira ile -maalesef- çökertilmeye çalışılmaktadırlar.
Dinin sâhibi Allah’tır. Dine sahip çıkanların sâhibi de Allah’tır. Muvakkat bir gâlibiyet gibi görünse de, Allah’ın dâvâsıyla savaşanların âkıbeti felâkettir. Bunu da zaman gösterecektir.