Kalbi Rahman’a Bağlayan Nurani İp: İman

Mehmet Ali Şengül

Mehmet Ali Şengül

19 Şub 2018 10:35
  • Îman; inanmak, başka insanlara güven vâdetmek demektir. Istılah mânâsıyla îman, Efendimiz’in (sav) Allah’dan getirdiği kat’î olarak bilinen, ‘zarûriyât-ı dîniye’ dediğimiz gerçeklere tereddütsüz îman edip, kabullenmek ve kalben tasdik etmektir. 
    “Biz emâneti göklere, yere, dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten kaçındılar. Zira sorumluluğundan korktular, ama onu insan yüklendi.  İnsan (bu emânetin hakkını gözetmediğinden) cidden çok zâlim, çok câhildir.” (33/72)

    Îman, kulun cüz’î irâdesini sarfettikten sonra, Cenâb-ı Hak’ın onun kalbinde yaktığı bir nurdur, mânevî bir merdivendir. Îman, şu fâni dünyâ hayâtının sıkıcı ve boğucu atmosferinden insanı kurtarıp, gitmek zorunda olduğu ebedî, sonsuz âlem olan âhiret hayâtıyla bütünleştiren, kalbine huzur ve itmînan veren bir nur ve ışık kaynağıdır. 

    Hucurat suresi 8.ayette Cenâb-ı Hak;  “Allah size imanı sevdirdi ve onu kalplerinizde güzelleştirdi; inkârdan, fâsıklıktan ve isyandan ise sizi iğrendirdi. İşte Allah’tan bir lütuf ve nîmet olarak doğru yolda yürüyenler onlardır. Allah her şeyi hakkıyla bilir, tam hüküm ve hikmet sâhibidir.” 

    İsrâ suresi 97.ayette de; “Allah kimi doğru yola iletirse işte doğru yolda olan odur. Kimi şaşırtırsa, artık Allah’tan başka ona hâmi ve yardımcı bulamazsın. Kıyâmet günü onları kör, sağır ve dilsiz olarak yüzükoyun haşrederiz. Varacakları yer Cehennemdir. Onun ateşi zayıfladıkça onlara çılgın alevi artırırız.” buyurmaktadır.

    Îman; kâinatı yaratan, idâre eden ve kendisine ibâdet edilen tek ve yüce varlık olan Allah’a yapılır. Îman erkânının birincisi ve temeli ‘Allah’a îman’dır. Allah (cc) varlığı kendinden -Vacib-ül Vücûd- , bütün hamd ve övgülere lâyık en yüce varlığın adıdır.
       
    Allah (cc) yaratılan bir madde değildir. O maddeden münezzeh, şekilden müberrâ, varlığı kendinden, isim ve sıfatlarıyla bilinen, her şeyi yaratan bir yüce varlıktır.
      
    Kâinatta, yaratılan bütün varlıklarda; O’nun varlığı ve birliği, isbata gerek duyulmayacak kadar net ve açıktır. İbrahim suresi 10.ayette ifâde edildiği gibi; “Hiç gökleri ve yeri yaratan yüce Yaratıcı hakkında şüphe mi olur?...” 

    Buna rağmen îmandan mahrum insanlara bir pencere hükmünde olan, gözlerinden perdeleri kaldırıp, gözle görülmesi mümkün olmayan Allah; zâtıyla değil, yaratmış olduğu eserleri ve gönderdiği Nebîler’le ‘Mevcud-u meçhul’ zâtını tanıtmaktadır.

    Kâinatta O’nun varlığını haykıran, bize anlatan deliller sayısızdır. Hz.Üstad’ın Reşhalar’da işâret buyurduğu, en büyük delillerden üç tanesi vardır ki bunlar; Kâinat, Kur’ân-ı Kerim ve Nebîler Sultânı Efendimiz Hz.Muhammed (sav)’dir. 
     
    Muhteşem bir sanat eseri  olan Kâinat; akıl ve hislerimizi tatmin edecek inceliklere, güzelliklere sâhiptir. Bâsiretiyle kâinât’a bakanlar için şüpheye yer bırakmayacak şekilde O’nun varlığını açıkça ifâde etmektedir.
      
    Kur’ân-ı Kerim; ihâtalı ve mükemmel olarak hem geçmişten hem de gelecekten, haşirden ve âhiretten bâhsetmektedir. Yaratılış gâyemizi, ölüm hakîkatinin ne olduğunu, ölüm ötesi haberleri ondan öğreniyoruz.
     
    Böylece, dünyâ ve âhiretin yol haritasını veren Kur’ân-ı Mûciz-ül Beyân, herşeyden evvel kelâm sıfatının tecellisi olarak Yüce Zâtı haykırmaktadır.
      
    Peygamber Efendimiz (sav); Allah’ın kendisine  göndermiş olduğu kelâm-ı ezelî ve ebedî olan Kur’ân-ı Azîmüşşan’ı, hayâtına uygulayarak kıyâmete kadar beşere model ve örnek olmuştur. Onun için Allah(cc) varlığına O’nu en büyük canlı delil yapmıştır. 
    Hz.Muhammed (sav) öyle bir zâttır ki, inananların en son ve en âlî imamı ve insanlığa saâdet düsturlarını beyân eden en büyük hatîbidir. Allah indinde en kıymetli, kâinatların yaratılış vesîlesi olması îtibâriyle; Allah yeryüzünü ona mescid, Mekke-i Mükerreme’yi mihrab, Medine-i Münevvere’yi de minber yapmıştır. 

    Dînin temel esası olan tevhidi en güzel İhlâs sûresi anlatmaktadır. Bu sûre, O’nun ulûhiyetine yakışmayan her türlü iddiâları, karmakarışık ve yanlış düşünceleri süpürüp atmaktadır. İnsanlara Allah kendisini nasıl tanıtıyorsa, o kadar tanırlar ve bilirler:
    “De ki, O Allah, Ehad’dir: Tekdir, yaratıklar hakkında düşünülen, hayâl edilen her türlü özelliklerden uzak, mükemmel sıfatlara sâhip, ibâdete lâyık olan Bir’dir. 

    Samed’dir: O hiçbir şeye muhtaç değildir. Herşey O’na muhtaçtır. Herşey, O’nun izni ile ayakta durur ve hayâtı devam eder. 

    Doğurmamıştır: Allah yarattığı varlıklar gibi, çocuk, eş sahibi bir varlık değildir.

    Doğurulmamıştır: O’nun varlığına sebep olan başka hiçbir varlık, irâde ve kudret yoktur. O, Vâcib-ül Vücut’tur, varlığı kendindendir. 
    Hiçbir şey de O’nun dengi değildir: O’nun ne zâtında, ne sıfatlarında, ne de fiillerinde bir benzeri yoktur.”  (İhlâs s., 1-4)

    Yaratılanlar ancak O’na ayna olurlar. O’nun isim ve sıfatlarını gösterirler. Herşey O’ndan sonsuz derece uzak olduğu gibi, O her şeye sonsuz derece yakındır. Kâinatta O’nun eşi, benzeri ve dengi hiç bir varlık  yoktur.

    Allah, zamânın ve mekânın her an ve her noktasında hâzır ve nâzırdır. Kulun, O‘nun dışında fâni varlıklara bakması, onlardan medet talep etmesi, inanç ve itikâda ters olduğu gibi,  o huzûrun edebine de muhâliftir.
       
    Gerek fert gerekse toplum planında, beşerin maruz kaldığı bütün ızdırapların, sıkıntı ve problemlerin, dünyâyı kasıp kavuran zulümlerin, istismarların, bütün tükenmeyen kavga ve savaşların, anlaşmazlıkların, boğuşma ve didişmelerin altında yatan en birinci ve en önemli sebep, Allah’ın gerektiği gibi tanınmaması, tanınıp sevilememesi  ve o sevgideki manevî lezzetin elde edilememesidir. 

    Elemsiz lezzet îmandadır. Bu itibarla beşerin, O’nu tanımaya, O’na îman etmeye ve bu îmânın ne demek olduğunu yeniden keşfetmeye, inandığı gibi yaşayarak huzur iklimine yelken açmaya her zamankinden daha çok ihtiyacı vardır.

    Onun için insanlar, iman erkânını çok iyi bilmeli, mevcut kaynak eserler çok iyi okunarak hazmedilmelidir. Fert ve âile olarak bu mevzûya hiçbir mâzeret beyânında bulunulmamalı, Allah’ın emânet ettiği yirmidört saatin en az bir saatini mutlakâ bu işe ayırmalıdırlar.

    Ecel mukadderdir, Azrâil (as) her an kapımızı çalabilir. Binâenaleyh insan, Büyük Mahkeme’de hâkimler Hâkimi Allah huzurunda,  zerresinden hesap vereceği şuuruyla, hayatını ona göre tanzim etmelidir. Yoksa böylesine kaygan bir zeminde, kazanma yolunda kaybetme tehlikesi her zaman mümkündür.

    Mehmet Ali Şengül
    19 Şub 2018 10:35
    YAZARIN SON YAZILARI
    YAZARLAR