Bu haftaki yazımda ben devreden çıkıyorum. Helaketler ve felaketler asrının söz sultanı Hz.Üstad'la sizleri başbaşa bırakıyorum.
İ’lem Eyyühe’l-Aziz! Dünyada sana ait çok emirler vardır. Amma ne mahiyetlerinden ve ne akibetlerinden haberin olmuyor. Biri, cesettir. Evet cesedin genç iken latîf, zarif ve güzel gül çiçeğine benzerse de ihtiyarlığında kuru ve uyuşmuş kış çiçeğine benzer ve tahavvül eder. Biri de hayat ve hayvaniyettir. Bunun da sonu ölüm ve zevaldir.
Biri de insaniyettir. Bu ise zeval ve beka arasında mütereddittir. Daim-i Bâki’nin zikri ile muhafazası lâzımdır.
Biri de ömür ve yaşayıştır. Bunun da hududu tayin edilmiştir. Ne ileri ve ne de geri bir adım atılamaz. Bunun için elem çekme, mahzun olma. Tahammülünden âciz, takatinden hariç olduğun tûl-ü emel yükünü yüklenme!
Biri de, vücuddur. Vücud zâten senin mülkün değildir. Onun mâliki ancak Mâlikü’l-mülk’tür. Ve senden daha ziyade senin vücuduna şefkatlidir. Binâenaleyh Mâlik-i Hakikî’nin daire-i emrinden hariç o vücuda karıştığın zaman
zarar vermiş olursun. (Ümitsizliği intaç eden hırs gibi.)
Biri de belâ ve musibetlerdir. Bunlar zâildir, devamları yoktur. Zevalleri düşünülürse, zıdları zihne gelir, lezzet verir. Biri de sen burada misafirsin ve buradan da diğer bir yere gideceksin. Misafir olan kimse, beraberce getiremediği bir şeye kalbini bağlamaz. Bu menzilden ayrıldığın gibi bu şehirden de çıkacaksın. Ve keza bu fâni dünyadan da çıkacaksın. Öyle ise aziz olarak çıkmaya çalış. Vücudunu Mûcid’ine feda et. Mukabilinde büyük bir fiyat alacaksın. Çünkü feda etmediğin takdirde, ya bâd-i heva zâil olur, gider; veya O’nun malı olduğundan yine O’na rücu eder. Eğer vücuduna itimat edersen, ademe düşersin. Çünkü ancak vücudun terkiyle vücud bulunabilir. Ve keza vücuduna kıymet vermek fikrinde isen, o vücuddan senin elinde ancak bir nokta kalabilir. Bütün vücudun cihât-ı erbaasıyla ademler içerisinde kalır. Amma, o noktayı da elinden atarsan vücudun tam manasıyla nurlar içinde kalır. Biri de dünyanın lezzetleridir. Bu ise kısmete bağlıdır. Talebinde kalaka düşer. Ve sürat-i zevali itibarıyla aklı başında olan onları kalbine alıp kıymet vermez. Dünyanın akibeti ne olursa olsun, lezâizi terk etmek evlâdır. Çünkü akibetin ya saadettir; saadet ise şu fâni lezâizin terkiyle olur. Veya şekavettir. Ölüm ve idam intizarında bulunan bir adam, sehpanın tezyin ve süslendirilmesinden zevk ve lezzet alabilir mi?! Dünyasının akibetini küfür sâikasıyla adem-i mutlak olduğunu tevehhüm eden adam için de, terk-i lezâiz evlâdır. Çünkü o lezâizin zevaliyle vukua gelen hususî ve mukayyed ademlerden adem-i mutlakın elîm elemleri her dakikada hissediliyor. Bu gibi lezzetler, o elemlere galebe edemez.
İ’lem Eyyühe’l-Aziz! Merayı tecavüz eden koyun sürüsünü çevirtmek için çobanın attığı taşlara musâb olan bir koyun, lisan-ı hâliyle: “Biz çobanın emri altındayız. O bizden daha ziyade faydamızı düşünür. Madem onun rızası yoktur, dönelim.” diye kendisi döner, sürü de döner.
Ey nefis! Sen o koyundan fazla âsi ve dâll değilsin. Kaderden sana atılan bir musibet taşına maruz kaldığın zaman, “Biz Allah’ın kullarıyız, sonunda yine ona döneceğiz.” (Bakara suresi 156) söyle ve Merci-i Hakikî’ye dön, imana gel, mükedder olma. O, seni senden daha ziyade düşünür.
İ’lem Eyyühe’l-Aziz! Dört şey için dünyayı kesben değil, kalben terk etmek lâzımdır:
1– Dünyanın ömrü kısa olup, süratle zeval ve guruba gider. Zevalin elemiyle, visalin lezzeti zeval buluyor.
2– Dünyanın lezâizi zehirli bala benzer. Lezzeti nispetinde elemi de vardır.
3– Seni intizar etmekte ve senin de süratle ona doğru gitmekte olduğun
“kabir”, dünyanın zînetli, lezzetli şeylerini hediye olarak kabul etmez. Çünkü dünya ehlince güzel addedilen şey, orada çirkindir.
4– Düşmanlar ve haşerat-ı muzırra arasında bir saat durmakla dost ve büyükler meclisinde senelerce durmak arasındaki muvâzene, kabir ile dünya arasındaki aynı muvâzenedir. Maahâzâ, Cenâb-ı Hak da bir saatlik lezzeti terk etmeye davet ediyor ki senelerce dostlarınla beraber rahat edesin. Öyle ise kayıtlı ve kelepçeli olarak sevk edilmezden evvel, Allah’ın davetine icabet et. Fesübhanallah, Cenâb-ı Hakk’ın insanlara fazl u keremi o kadar büyüktür ki insana vedîa olarak verdiği malı, büyük bir semeni ile insandan satın alır, ibka ve himaye eder. Eğer insan o malı temellük edip Allah’a satmazsa, büyük bir belâya düşer. Çünkü o malı uhdesine almış oluyor. Hâlbuki kudreti taahhüde kâfi gelmiyor. Çünkü arkasına alırsa, beli kırılır; eli ile tutarsa, kaçar, tutulmaz. En nihayet meccanen fenâ olur gider, yalnız günahları miras kalır.
İ’lem Eyyühe’l-Aziz! “Geceye benzeyen gençliğim zamanında gözlerim uyumuş idi, ancak ihtiyarlık sabahıyla uyandım.” meâlinde olan;
“Ve aynî kadnâmet bileyli şebîbetî
Velem tentebih illâ bissubhı meşîbi”
şiirin şümulüne dahilim. Çünkü gençliğimde en yüksek bir intibah şahikasına çıktığımı sanıyordum. Şimdi anlıyorum ki o intibah intibah değilmiş; ancak uykunun en derin kuyusunda bulunmaktan ibaret imiş. Binâenaleyh medenîlerin iftihar ile dem vurdukları tenevvür-ü intibahları, benim gençlik zamanımdaki intibah kabilinden olsa gerektir. Onların misali, rüyasında güya uyanıp, rüyasını halka hikâye eden nâim meselidir. Hâlbuki rüyasında onun o intibahı, uykunun hafif perdesinden derin ve kalın bir perdeye intikal ettiğine işarettir. Böyle bir nâim ölü gibidir; yarıbuçuk uykuda bulunan insanları nasıl ikaz edebilir? Ey uykuda iken kendilerini ayık zannedenler! Umûr-u diniyede müsamaha veya teşebbühle medenîlere yanaşmayın. Çünkü aramızdaki dere pek derindir. Doldurup hatt-ı muvasalayı temin edemezsiniz. Ya siz de onlara iltihak edersiniz veya dalâlete düşer boğulursunuz. (Habbe)
Yıllardır okumuş olmama rağmen, sizlerle beraber bende tekrar okudum. Elhamdülillah bütün latifelerimle beraber istifade ettim. Adeta kurumakta olan bir ağaca su nasıl bir hayat veriyor ise, bu gerçek ve hakikatlerde susuz kalmış ruhuma ab-ı hayat olduğunu ifade etmek isterim.
Mehmet Ali Şengül