Bugün insanlık, -husûsiyle âlem-i İslâm’da büyük çoğunluk- müthiş bir bunalım geçirmektedir. Bu bunalımlar; inanç, ahlâk, düşünce ve âile zaafı başta olmak üzere, sistem, idârî yanlışlıklar ve adâletsizlikler olarak, en güçlü devletleri bile sarsacak kadar derin olduğunda şüphe yoktur.
Asrımızın insanı, metafiziğin ilim yuvalarından kovulduğu, cismâniyetin adetâ putlaştırıldığı, mânevî değerlerin tezyif gördüğü, insan benliğinin azdırıldığı bir dünyâda yaşamaktadır. İnsanın, gerçek mutluluk ve barış içinde yaşamasını sağlayabilmek için, kalp-kafa, ruh-beden, fizik-metafizik, dünya-âhiret bütünlüğü içinde ele alınması gerekmektedir.
Bugün fertler, âileler, husûsiyle gençlik, ürpertici sarsıntılarla perişan durumda ve sürekli kan kaybetmektedir. Kuvveti arkasına alarak dünyâyı karıştıran/karıştırmak isteyen, menfaat ve çıkarları, makam ve şöhretleri adına mazlum ve mağdur insanları ezen, yuvalarını dağıtıp, çoluk çocuğu perişan eden, mallarına ve işlerine el koyup zor durumda bırakan zâlimler; dişini tırnağına takarak, ömrünü, dünyâsını bu değerlerin korunmasına adayan ve dünya barışına sahip çıkan insanların çalışmalarının önünü kesme ve engelleme gibi çok acı tablolar sergilemektedirler.
Oysaki, devletler başta olmak üzere gönüllü kuruluşlar, eğitim kurumları, hatta fertlere büyük sorumluluklar düşmektedir. Birinci derecede cehâletle savaşmaları, dîni kendi orjini içinde temsil ederek telkin etmeleri, modern ilimlerle düşünceye ışık tutmaları, kalbleri de doğru ve müstakim hâle getirebilme gayreti içinde olmaları gerekmektedir.
Bununla beraber, husûsiyle devlet adamları, ilim adamları, akademisyenler, medya kuruluşları, hukuk ve adâleti temsil edenler, âsâyiş ve huzuru koruma sorumluluğunu taşıyanlar ve topyekün insanlık, üzerlerine düşen sorumlulukları yerine getirirlerse; kendi çıkarları, şan ve şöhretlerini koruma adına yapılacak yanlışlara, tahripkâr yıkımlara fırsat verilmemiş olacaktır. Böylece dünyânın her yerinde , husûsiyle şu anda ülkemizde nice mazlum, mahkum, gaybûbet içinde olan mâsum insanlar, içinde bulundukları her türlü zulümlerden kurtulma imkânı bulacaklardır.
İnsan sâdece maddeden ibâret olmadığına göre, hayâta yalnız maddeci düşünceyle bakmamalıdır. Hoşgörülü, diyalog içinde, kavl-i leyyinle -tatlı dil güleryüzle- davranılmalı ve her düşünceye saygılı olunmalıdır. Husûsiyle insanı, kalp kafa bütünlüğü içinde ele almalı, onun eğitimine ve kabiliyetlerinin maddî-mânevî inkişâfına daha fazla önem verilmelidir.
İnsanın yaratılış gâyesi ve hedefi ve bilhassa îman erkânı ihmâl edilmeme kaydıyla; nesiller arası değişim ve dönüşüm her dönem kolay olmamıştır, bu dönem de kolay olmayacaktır. Bugün fevkalâde önemli bir süreçten, bir imtihandan geçildiği muhakkaktır. İnsanlığın iftihar Tablosu, kâinatın yaratılış vesilesi Nebîler Sultânı, vahiyle müeyyed Allah’ın son peygamberi Efendimiz (sav) bile, fetret ve cehâlet karanlığındaki nesilleri dönüştürmek için çeyrek asır mücâdele vermiştir.
Bu mevzu, geçmiş ve gelecek milyonların hukuku nazar-ı itibâra alınarak, âlî bir meclisin, hislerden uzak ve gelişen dünyâ şartlarını hesap ederek alacağı bir kararla düşünülmelidir.
Hayâtını dâvây-ı İslâm’a adamış olanlar, “Mü’minlerin ayıp ve kusurlarını araştırmayın!” (Hucurat,12) emr-i İlâhi’yi esas alarak, hatâ ve kusurları da rencide etmeden -şûrâ’nın alacağı bir kararla- düzeltme yolunu tercih etmelidirler.
Buna rağmen bütün riskleri göze alarak, insanlığın dirilişinin ve dirilişlerinin birbirini takip edeceği mutlu günlere ulaşmasını sağlamak için, yaşatma arzusuyla yaşayan, kendisini nesline fedâ eden kahramanlar olması ve böyle bir nesil yetiştirip geleceği onlara devretmesi, değişim adına asıl gâye olmalıdır.
Böyle bir nesil, îmanlarının derinlikleri ölçüsünde, şartlar ne kadar ağır olursa olsun endişeye kapılmadan, korkup geriye çekilmeden, diklenip inatlaşmadan her zaman dik durur, Allah’tan başka kimseden korkmaz ve eğilmezler. Yaptıkları ve yapacakları hizmetleri karşısında asla beklenti içine girmezler. Aynı zamanda huzur ve güveni temsil etmeleri itibâriyle, katiyyen ifsad edici olmazlar. Vazîfeleri tamir ve tashihtir.
Onlar, Allah’ın lütfettiği nimetler ve başarılar karşısında, gurur ve kibire girmez, nankörlükte bulunmadığı gibi, mahrûmiyetlerle karşılaştığı zaman da ye’se düşmezler. Azîmli ve kararlı olarak hizmetlerine devam ederler.
Onlar, herkesi sever, herkesi kucaklar, kimsenin ayıp ve kusurunu araştırmazlar. Varsa bir kusur, kimseyi rencide etmeden tamir yollarını araştırırlar. Kin ve nefrete yenik düşmeden, herkes için hayır yolları bulma peşinde olurlar ve ruhlarındaki sevgi ve merhameti sürekli canlı tutmaya çalışırlar.
Hiçbir kimsenin Allah’ın takdirine, ilmine ve kadere sınır koyamaya yetkisi yoktur. Herkes üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmekle mükelleftir. ‘Kadere îman eden gamdan, kederden kurtulur.’ (El-Kudsî el-Münavî) Mü’min için hedef, dünyayı kurtarmak değil; rızâ-yı İlâhî’yi elde etmektir. Bu da ihlâs, samîmiyet, vefâ ve sadâkatle elde edilir.
Bütün kardeşlerimizin mübârek Kurban Bayramını kutlar, âlem-i İslâm ve insanlık hakkında hayırlara, barış ve huzura vesîle olmasını dilerim.
Aynı zamanda aklı, gönlü, rûhu, Allah ve Resûlullah ile beraber olan ve hac yapma şerefine ermiş bulunan bütün mü’minlerin de, haclarının mebrûr olmasını Cenâb- ı Hak'tan diler ve duâ ederim