Allah (cc) insanı, anasının karnından dünyaya hiçbirşey bilmiyor olarak gönderdi.. İnsana kalp, göz ve kulak verdi.. Akıl, irade ve şuurla donattı.. Beyin fakültesi, kan dolaşımı, sinir sistemiyle harika bir varlık olarak yarattı..
Allah (cc), başta insan olmak üzere bütün canlıların ve nebâtâtın yaşaması için gökten yağmuru, topraktan saymakla bitirilemeyen, konserve edilmiş rengarenk nimetlerle donattı. Hayatın devamına vesile olan oksijeni, güneşi, suyu ve toprağı, ücretsiz olarak bütün canlıların emrine musahhar kıldı. İnsanlar inansın –inanmasın Rezzak-ı Hakiki olan Allah rızklarını kesmeden vermeye devam ediyor.
Böylesine mükemmel, alınıp satılmayan harika lütuflara mazhar olan insan, Hâlık’ını tanımazsa, nimetlerine şükürle mukabelede bulunmazsa, Rabbi’ne karşı en büyük nankörlükte bulunmuş olur.
Nahl suresi 55 ve 56.ayetlerde buyrulduğu gibi; “İşte bunca nimete şükür yerine neticede, böyle nankörlük ederler. Şimdi bir süre eğlenin bakalım, yakında başınıza gelecek âkıbeti öğrenirsiniz.”
“Bir de kendilerine nasib ettiğimiz nimetlerimizden, tutuyor gerçek yüzünü kendilerinin de bilmedikleri o bilinçsiz putlara pay ayırıyorlar. Allah hakkı için, uydurduğunuz bu iftiraların mutlaka hesabı sorulacaktır.”
Aynı surede 61.ayetde; “Eğer Allah zulümleri (nankörlükleri) yüzünden insanları cezalandıracak olsaydı; dünyada tek canlı bile bırakmazdı. Fakat onları takdir ettiği bir vâdeye kadar bekletir. Vâdeleri gelince ne bir an öne alabilir, ne de bir an erteleyebilirler.”
110.ayette de; “Bundan sonra şunu bil ki: Şüphesiz ki senin Rabbin, mihnet ve işkenceye, zulme ve baskıya uğradıktan sonra mücâhede edip sabreden, ardından da hicret edenlerle beraberdir. Evet Rabbin, onların bütün bu güzel hareketlerine karşılık elbette onları bağışlayıp ihsanda bulunacaktır. Çünkü O gafurdur, rahîmdir.” Buyrulmaktadır.
Nice büyük gibi görünen küçük insanlar vardır ki, dünyada elde ettikleri ve ölümle kaybetme mecburiyetinde oldukları makam, servet, şan ve şöhret onların başlarını döndürüyor, ölümü unutturuyor. Sanki dünyada ebedi kalacaklarmış gibi, geçici olarak ellerine geçen fırsatları, çıkarları adına kullanıp kendilerine engel gibi gördükleri herkese, her türlü zulmü ve kötülüğü yapma cür’etini gösteriyorlar.
Bu ‘büyük görünen küçük insanlar’; tarih boyu milyonların gözüne baka baka, makamlarını, ellerine geçirdikleri kuvveti ve dînî kimliklerini kullanarak, çok rahat yalan, isnat ve iftiralarda bulunmuşlar ve bulunmaya devam edeceklerdir. Mahkeme-i Kübrâ’da, hâkimler Hâkimi Allah huzurunda, zerre kadar hayır ve şerrin hesabının sorulacağını unutuyorlar. Allah da onlara dünyada kendilerini unutturuyor.
Bazen de, öyle büyük, allame görünen insanlar vardır ki, yanlış içtihatlarıyla nice çocuk, kadın, yaşlı, hasta, olup bitenlerden hiç haberi olmayan, hiçbir şey bilmeyen suçsuz garibanların, müsait olmayan hapishane odalarında, aç ve susuz bırakılarak işkence içinde sıkıntı çektiklerini bildikleri halde, girdikleri yoldan geri dönemiyor, battıkları çamurdan çıkamıyor, hakkı ve adaleti seslendiremiyorlar. ‘Yaptılar, çeksinler’ deyip, şayet varsa üç-beş suçlunun yanında yüzbinlerce masumun sancı ve ızdırap içinde kıvranmalarına fetva vererek hatalarında ısrar ediyorlar.
Dünyanın son basamaklarına tırmanmakta olan bu insanlar, konumları itibariyle hakemlik rolü yapsalardı -hâlâ da yapabilirler-; ‘ceza suça terettüp eder’ kaidesini hatırlatıp; ‘bu kadar mazlum, günahsız insanlara çile ve ızdırap vererek zulmetmeyin’ diyebilirlerdi. O zaman bu günahsız, masum insanlar cehennem azabı çeker gibi sıkıntıya maruz kalmazlardı. Böylece kendileri sorumluluktan kurtulurlardı.
İsra suresi 13.ayette Hâkim-i mutlak olan Allah (cc); “Her insanın vebalini, kendi nefsine bağladık, her insan yaptıklarına göre muamele görür. Nitekim kıyamet günü hesap defterini önünde açılmış bulacaktır.” Buyurmaktadır.
Âyet-i kerime insanın yaptığı her hareketle, âdeta bir kalem gibi, daha doğrusu tuşa dokunmuş gibi, kendi ekranında hayatı boyunca bir şeyler yazıp durduğunu, kıyamet günü de, âdeta bunun çıktısını alacağı izlenimini vermektedir. İnsan, dünya hayatında nefsin arzu ve isteklerini öne çıkarıp, günahlarını, ayıplarını, yalan, isnat ve iftiralarını rahatlıkla gizleyebilmektedir. Ama âhirette her şey göz önüne serilecek ve onların hesabı sorulacaktır.
İsra suresi 14.ayette Cenab-ı Hak; “Şöyle deriz ona: “Defterini oku. Bugün muhasebeci olarak kendi işini görmeye kendin yetersin!”
53.ayette; “Söyle o kullarıma: “Hep en güzel sözleri söylesinler, çünkü şeytan aralarını bozmaya çalışır. Gerçekten şeytan insanın açık düşmanıdır. Muhaliflere delil getirirken, delilleri en güzel tarzda ifade etsinler, hiddet göstermeye, sövüp saymaya kalkışmasınlar.”
72. ayette; “Kim bu dünyada gerçekleri görmede kör ise, âhirette de kördür, hatta yol bulmadaki şaşkınlığı daha da beterdir.”
76.ayette; “Onlar yurdundan çıkarmak için seni tedirgin edip dururlar. O takdirde kendileri de senden sonra pek az kalır, sonra da yok olur giderler.”
83.ayette; “İnsana her ne zaman nimet versek, Allah’ı anmaktan yan çizer, umursamaz. Başına bir dert gelince de ümitsizliğe düşer.”
84.ayette; “De ki: Her insan kendi seciye ve karakterine göre davranır. Kimin daha isabetli olduğunu ise asıl Rabbiniz bilir.”
97.ayette de; “Allah kimi doğru yola iletirse, işte doğru yolda olan odur. Kimi şaşırtırsa, artık Allah’tan başka ona hâmi ve yardımcı bulamazsın. Kıyamet günü onları kör, sağır ve dilsiz olarak yüzükoyun haşrederiz. Varacakları yer cehennemdir. Onun ateşi zayıfladıkça onlara çılgın alevi artırırız.” Buyurmaktadır.
Rabbimiz Kehf suresi 6.ayette; “(Habibim) Şimdi, bu söze inanmazlarsa, demek sen onların ardına düşüp nerdeyse kendi kendini yiyip tüketeceksin!”
7.ayette; “Biz, dünyada bulunan her şeyi ona bir zinet kıldık. Böylece insanlardan kimin daha iyi iş gerçekleştireceğini ortaya koymak istedik.”
17.ayette; “...Allah kime hidâyet verirse doğru yolda olan odur; kimi de hidâyetten mahrum eder şaşırtırsa, artık imkânı yok, ona yol gösterecek bir dost bulamazsın.”
103. ve 104. Ayetlerde de; “De ki: “İşleri yönünden âhirette en büyük kayba uğrayanların kimler olduklarını bildireyim mi?”
“Onlar o kimselerdir ki, dünya hayatında yaptıkları işlerin karşılıkları hep boşa gidecektir. Halbuki kendilerinin güzel güzel işler yaptıklarını sanırlar.” Buyurmaktadır.
Allah (cc), kullarının ahireti kazanmaları için dünyayı yollarına bir pazar olarak kurmuştur. Kaybetmeden kazansınlar, ebedî ölümsüz hayatlarını dünyanın geçici zevklerine, altın, gümüş ve villalarına feda etmesinler. Bir talebe gibi dünya mektebinde derslerine iyi çalıssınlar, diplomalarını alsınlar. Beklenmedik bir anda vuku bulacak ahiret yolculuğunda, en önemli emniyet vesikası olan pasaportlarını almaya, imanla Allah huzuruna gitmeye çalışsınlar.
Dünyada büyük görünen, kibir ve gururlarıyla çalım satan, kuvveti kendi çıkarları adına zulümde kullanan ve bu gayr-i meşru adaletsiz tavır ve davranışa fetva veren bu insanların, öbür tarafta nasıl bir durumla karşılaşacaklarını, Kur’an ve sünnetin rehberliğinde tahmin ediyor, acıyor ve üzülüyoruz. ‘Değmez dünya hayatı için ahireti yakıp yıkmaya!’ diyor; yüzbinlerce masum çocuk, kadın, yaşlı, hasta bîgünah mazlum, mağdur, mahkum, hicret edip gaybubet içinde kıvranan Allah kullarının durumunu, merhamet-i sonsuz olan Allah’a havale ediyoruz.
Mehmet Ali Şengül