Düşünmeden yaşayanlar, başkalarının hayat felsefesinin figürleri sayılırlar.
Öncelikle tüm Samanyoluhaber okuyucularına ve gönül dostlarına merhaba diyorum.
Yirmi yılı aşkın süredir dergi, gazete, haber sitelerinde ve kendi web sitemde;
www.eincekul.com deneme türünde yazılar yazıyorum. Gelişen bir çizgide seziş ve duyuşlarımı satırlara dökme gayreti içinde, kendimle dertleşiyorum.
İnsana ve hayata dair dokunuşları, ve hikayeleri siz okurlarla paylaşmaya devam edeceğim.
Gayret bizden, tevfik Allah’tan.
Bir yazımda Silivri ve aydınımız demiştim.
Aydınımızın maceralı ve hüzünlü hikayesine bir yenisini daha ekleyeyim istedim. Bu yazıyı da kaleme almama Stockholm ‘de on yıldır yaşayan kadim dostum Mustafa Bey sebeb oldu.
Zülfü Livaneli’yi dinliyorum; bir kaçak gibi takip edildim, sahte pasaportla yurtdışına kaçmak zorunda kaldım. İsveç’e sığındım orada da kimliğimi ispatlayamadığım için hapse girdim. Eşim ve çocuklarım gelince ancak kurtuldum. Ülkemde Zülfü Livaneli olduğum için, İsveç’te de Zülfü Livaneli olduğumu ispatlayamadığım için suçlu bulundum diyor ironi yaparak. Vatan haini ve terörist ilan edilişini ise, kitap okuyan, saz çalan adamdan vatan haini mi çıkar diye kara mizah yaparak hafifletiyor.
En sonunda Barış Elçisi sonrası Milletvekili oldum ve kırmızı pasaporta kadar taltif edildim, diye ekliyor gülerek.
Yavuz Baydar geçenlerde ülkeden İsveç’e kaçmak zorunda kalan aydınlardan; Demir Özlü’yü yazdı. Stockholm Öyküleri , Sait Faik Armağanı ödülü ile beraber bir çok ödüller almış, bir çok edebiyat eseri arkasında bırakarak, 13 Şubat 2021 ‘de bu dünyadan terk-i diyar eden bir başka rejim-zede aydın.
Yavuz Baydar şöyle diyor yazısında;
“Yanılmıyorsam 1979 yılı başlarında tanışmıştım Demir Özlü ile. Ülkesinin gidişatıyla alakalı ve kaygılı her dürüst Türk aydını gibi o da o korkunç dönemde açık tehdit almış ve terk-i diyar etme hakkını kullanmayı tercih etmişti. Ama asıl sebebin hayatı ile ilgili olmaktan ziyade, ülkenin derin işletim kodlarını çözerek kendisini derin - ve doğru yoldan ayırmayan - bir karamsarlık olduğunu çok sonraları anlayacaktım.”
Solcusu, sağcısı ile Avrupa ve Amerika’ya göçler devam ediyor. Bir çok aydın 80 lerde ve öncesinde yaşanan sürgünlere bugünlerde de maruz kalıyor. İsveç’te yaşayan çok donanımlı aydın, gazeteci, akademisyen ve bürokratlar bu son 6-7 yıl içerisinde aynı Zülfü Livaneli, Demir Özlü gibi ülkeden çıkmak zorunda bırakıldılar. Hizmet Hareketine iltisaklı insanlara rejim tarafından uygulanan sistematik cadı avı , eski günlere göre çok daha şiddetli bir ölçekte devam ediyor.
Nobel merkezi olmasından mıdır? İsveç’in aydınları çeken bir cazibesi var. İshak Alaton’dan ilk kez dinlemiştim Stockholm ve hatıralarını. Bugünlerde de gelecekte bir çok edebi esere, gazetecilik başarısına imza atacak, insan hakları konusundaki aktivist çalışmaları ile hatırlanacak isimler İsveç’te çalışmalarına devam ediyorlar.Bir taraftan hayata tutunma mücadelesi veriyorlar, bir taraftan da kaliteli işler ortaya koyuyorlar. Almanya, Hollanda, Belçika, Fransa, İngiltere ve diğer demokratik ülkelerde yaşama tutunan ve velud işler ortaya koymaya başlayan başarılı aydınlarımız var ve yaşam hikayeleri yazılmaya başlandı bile.
Böylesi zor dönemlerde hedef belirleyenler ve olayları olduğu gibi kabul edebilenler, suni ve şişirilmiş umutlara bel bağlayanlara göre çok daha gelecek adına verimli ve sağlam bir duruş sergileyebiliyorlar. Umudunu ve ideallerini kaybedenler ise karanlık bir boşluğa düşme tehlikesi ile karşı karşıyalar.
Günümüz aydınları için hele de bizim gibi ülkelerin evlatları için Cemil Meriç maziden şöyle sesleniyor; “Senaryoyu başkaları hazırlamıştı. Biz sadece birer oyuncuyduk. Nesiller bir ütopyanın kurbanı olmuştu”.
Evet, Zülfü Livaneli’den “ Güneş topla benim için” veya Dede Efendi’den “Zülfündedir benim baht-ı siyahım” eserlerini dinleyince, farklı tepelerden esen birbirine benzer meltemler gibi geliyor insana yurtdışında. Aynı kaynaktan gelen farklı ses ve soluklar gibi...bize yaşadığımız acıların, umutların ve hülyaların ortak , bazen de benzer olduğunu gösteriyorlar.
İnsanlık için yüreği çarpan , nisbi iyilik kazansın diye kavgasına devam edenler birer ışıktır, aydınlıktır, düşüncedirler. Ve ışık hareket ettiği zaman karanlıkları deler geçer hiç şüpheniz olmasın.
Liberalizmin kurucularından John Locke ile bitirelim; Hangi açıdan bakılırsa bakılsın yeryüzündeki geçerli olan hukuk, insandır ve bu yüzden de yalnızca insanların rızalarıyla oluşturulabilir. Dolayısıyla halkın rızasına dayanmayan bir hukuka ve otoriteye itaate hiç kimse zorlanamaz.
Görüş ve önerileriniz için