Tasavvufta en önemli iki kavramdan birisi muhasebe bir diğeri murakabedir. Kalbin Zümrüt Tepeleri’nde muhasebeyi şöyle tanımlar: İnsanın, kendi kendini ledünnî yanlarıyla, iç derinlikleriyle, mânâ ve rûh enginlikleriyle keşfedip tanıması, tanıyıp yorumlaması diye de ifade edebileceğimiz muhâsebe, gerçek insânî değerlerin ortaya çıkarılması, bu değerlere esas teşkil eden duyguların geliştirilmesi ve korunması yolunda bir ruh cehdi ve düşünce sancısıdır. Ancak böyle bir cehd ve düşünce sayesindedir ki insan, dünü, bugünü ve yarınıyla alâkalı hayrı-şerri, güzeli-çirkini, yararlıyı-zararlıyı birbirinden tefrik edip gönül istikametini koruyabilir. Murâkabeyi ise; her zaman Hakk'ın murâdını takip etme ve Cenâb-ı Hak tarafından takip edilme mülâhazasıyla iç ve dış bütünlüğü içinde, hayat ve davranışlarımızı ciddi bir çizgide sürdürme şeklinde de yorumlayabiliriz. Çağlayan dergisinde Şubat 2018'de yayınlanan Kendiyle Yüzleşmede Peygamber Ufku yazı dizisi ise bu konuda bir şaheserdir.
Muhasebemizin doğruluğu ve hassasiyeti kadar insanız aslında. Vicdanı sağlam, hür ve tam inanmışların kendileriyle yüzleşmeleri ve hakperestçe muhasebeleri ile insanlık tarihi kuruldu desek yanlış olmaz herhalde. Kendiyle yüzleşemeyen korkakların bu dünyaya kan ve zulümden, günah ve yıkımdan başka vaat ettikleri yoktur. Pişmanlıklarımızdan ölmeden önce ders alabilirsek ve hayat dantelamıza yansıtabilirsek bir anlam ifade eder. Yanlışlarımızdan pişmanlık duyabilmek, kendimizi düzeltmeye çalışmak ne büyük bir farkındalık değil midir? Hatta çok iyi yaptığımızı düşündüğümüz işler de bile bir bit yeniği arama harikalığına ulaşabilirsek kamil insan olma yolundayız demektir.
İnsanların son sözlerine bir hayat özeti gibi bakılabilir. Gerçi Karl Marks gibileri “Son sözler, hayatı boyunca yeteri kadar konuşamamış ahmaklar içindir” der. Fakat insan aslında yaptıkları ve yaşadıkları ile kendine bir son hazırlar. Bazıları ise doğru rehberleri bulamamanın karanlığına gömülürler tıpkı yaşamına intiharla son veren Zweig gibi, bıraktığı notta yazanların bir kısmı şöyleydi: "Bütün dostlarımı selamlarım! Umarım, uzun gecenin ardından gelecek sabahın kızıllığını hala görebilirler. Ben, çok sabırsız olan ben, onların önünden gidiyorum."
Nice muhasebe örneklerine ve farklı finallere şahit oluyoruz. Aradığı hakkaniyeti bulamamış ve beklediği adaleti ötelere bırakmış, ömrünü özgürlük mücadelesine adamış İskilipli Atıf Hoca ise devrin zalimlerine çok sade ama mana yüklü şu sözlerle veda ediyordu “Mahkeme-i Kübra'da hesaplaşırız.” Hrant Dink gibi kahraman gazeteciler ise gözü açık gitmişti bu dünyadan çünkü 9 gün önce yazdığı yazıda “Bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz” demişti.
Doktor raporlarına rağmen ilaçları verilmeyen ve hastaneye sevk edilmeyen Halime Gülsu, 28 Nisan 2018’de cezaevinde hayata gözlerini yumduğunda, yazdığı cevapsız kalan mektupların acısı ile bu dünyadan göçüyordu. Ya da gözaltında kaldığı 13. gün işkenceye dayanamayan Gökhan Açıkkollu öğretmenin kalbi durduğunda hissettiklerini tarif etmek imkansızdır. Pırıl pırıl bir eğitimciyi hainler mezarlığına gömün diyenler utansın!
“Sebepler planında son günlerimi yaşıyorum. Her şey Rabbimin ekstra lütuflarına bağlı. Dostlardan helallik rica ediyorum." Diyen Cemal Uşşak'ın, avukatları aracılığıyla "İzin verin geleyim, ülkemde öleyim" mesajını gönderdiği, ancak "Sakın gelme, tutuklarız, son nefesini zindanlarda verirsin" cevabının ardından memleket hasreti ile bu dünyaya gurbette veda edişi de ayrı bir hüzünlü sondur.
Kendimle yüzleştiğimde özellikle yakın dönemde vefat edenlerin simaları gözümün önüne geliyor. 10 yıldır ama özellikle 7 yıldır çok yoğun travmatik olaylar, haberler ağının içindeyim. Yakın arkadaşlarımdan, çevremden çok ağır acılar yaşayanlar oldu. Bizatihi bu acıları yaşayanların ruh halini, psikolojisini düşünemiyorum bile. Elimden gelen ise, imkanım kadar maddi yardımda bulunmak ve onların trajedilerini dünyaya anlatmak için İngilizce ve Türkçe yazılar yazmak, kitaplar yayınlamak, çevreme anlatmak oldu. Kendi küçük dünyamda da dili ve kültürü farklı bir ülkede farklı imtihanlardan geçtim, geçmeye devam ediyorum.
Ailem, çocuklarım bu yaşadıklarımızın tam ortasındalar, ne kadar onları uzak tutsak da bir şekilde etkileniyorlar. Ülkemize gidemiyoruz, rahat bir şekilde akrabalarla bile konuşamıyoruz. Yapmam gerekli sorumluluklarımı her şeye rağmen devam ettirmek, moral bozmamak ve ümidimi canlı tutmak kolay olmuyor. Hele bazılarının duyarsızlıklarına veya negatifliklerine rağmen kendimle yüzleşmek, yaşananlar ya benim yüzümden olduysa ihtimalini kendime vermek ise her seferinde canımı çok acıtıyor. Suçluyu devamlı dışarda arayanlardan olmak istemiyorum. Çünkü devamlı suçluyu dışarıda arayanlar, başına gelenlerde Hakk'ın da bir muradı vardır diyemeyenler, kendine toz kondurmayanlar tam huzura ve arınmaya eremezler.
Her söylediği ile olumsuzluklara kilitlenen ve kendini kurtarılmış görme derin gafletinde olanlar gibi olmaktan ürküyorum. İnandığım değerleri ucuza satmaktan, işler zorlaşınca zamanında bazı güzellikleri hiç yaşamamış gibi davranma ikiyüzlülüğünden de olanca hızımla kaçmak istiyorum. ‘Herkes karakterinin gereğini sergiler’ sözü çok hoşuma gidiyor, bir o kadar da karakterini yitiren bir adam olmaktan korkuyorum. Hakikatin peşinde koşarken yorulup bir kenara çekilen ve kimseye bir faydası olmayan bir kalbzede olmaktan da cidden endişe duyuyorum, ürperiyorum.
Vefalı olabilmek aslında en büyük paye. Ailene, dostlarına, inandığın davaya, Hakk'a vefalı olabilmek, bu uğurda mücadele vermek ne büyük bir hedef ve bahtiyarlık! Etrafına ümit olabilmek, olumsuzluklar ağında bile değerler üretimine devam edebilmek, iyilik yapabilme inancını diri tutabilmek ne güzel! Bir taraftan da hayata tutunmak. Aslında bulunduğumuz toplumlarda göçmenleriz. Göçmeni egzotik bitkiye benzetebiliriz, sonradan uyum sağlamaya çalışan bitkiler gibiyiz. Yaşadığımız toplumların bir parçası olabilmek için uğraşıyoruz ama hiç de kolay olmuyor. Kendi kimliğini koruyamayan ve teknolojiyi kendi üretemeyen toplumlar tüketimin bir parçası olmaktan kurtulamaz, ayakta durmaları güçtür. Hem ruhumuzu korumamız gerekiyor, hem de ilim ve teknolojiye ayak uydurmamız.
Avrupa gibi demokrasi ve insan haklarının yaşandığı, hür olduğumuz, imkanların olduğu ülkelerde bu toplumlara nasıl bir katkı sunarım, nasıl değerlerimizi anlatabilirim? Bu kültürlerden neler alabilirim? gibi sorularla zihnim devamlı meşgul oluyor. Özellikle gençlerin bu ülkelerden alacağı önemli birikimler olduğu gibi, ikinci kuşaklar olarak sanat, kültür, bilim alanlarında çok şeyler vereceklerine inanıyorum, küçük de olsa yeni başlangıçları gözlemliyorum. Yeni Youtuberlar, toplumsal ve etik meselelere kafa yoran, program yapanlar, edebiyat ve sanat alanında yeni çalışmalara imza atanlar, bilişim teknolojilerinde yeni buluşları keşfeden gençlerin sayısı her geçen gün artıyor. Kendimle yüzleşirken, bizden artık geçiyor ama en azından gençlerin yapacağı güzel işler var diyorum, bu da hayat ve moral oluyor bana.
Kendimle hakkıyla yüzleşememenin hacaleti içerisindeyim. Mağdur ve mazlumun yanında yeterince olamamanın, çağımızın dertlisinin ızdırabını duyamamanın, düşüncelerini anlayamamanın ağır yükünün altında eziliyorum. Çilelerle ömür geçirenlerin ve bu emaneti bize ulaştıranların çektikleri sıkıntılarının mirasyedisi olmaktan ödüm kopuyor! Kendimi bir şey sanmaktan, başkalarına kibir satmaktan, kaybederken kendini kazanan görmekten, bunca yaşanandan sonra bir vicdanzede olarak bu alemden gitmekten inanın çok korkuyorum!
Yeterince gayret etmediğim, dua etmediğim, kıyametvari hadiselerin yaşandığı şu günlerde inanan bir Müslüman olarak Hakk'ın davasına, Resûlü'nun emanetine sahip çıkamadığım için çok utanıyorum! Ya “dünya ve ötelerde zarar ve hüsrana maruz kalan ancak onlardır." itabının muhatabı olursam, nice olur halim diyerek kendimle yüzleşme ve sorgulamalarla 2023'e buruk bir şekilde veda ediyorum.
Hakk'ın merhametine her zamankinden daha çok muhtaç olduğumun idrakı ile ümit ve duam odur ki, 2024 mazlum ve mağdurların özgür bir dünyaya kavuştuğu bir yıl olsun. Göçmen olarak hicret edenlerin veya sürgünde kendini tanımlayanların kendilerini buldukları, Hakk'ın sevgisine mazhar oldukları, hakikate uyandığımız, dağınıklıktan kurtulduğumuz, birbirimize saygı duyup, anlamaya çalıştığımız, sonsuz olanı sevip, sevdirdiğimiz, kamil anlamda bir insanlığa ulaştığımız yepyeni bir zaman dilimi olsun. Yeni yılınız kutlu olsun.