Durdurulamaz (Unstoppable), Tony Scott tarafından yönetilen, Denzel Washington ile Chris Pine'nin başrol oynadığı 2010 yılı bir film. Filmin konusu ise: İçinde bol miktarda kimyevi madde ve bir vagon dolusu küçük çocuk olan yük treninin kontrolünü kaybederek son sürat şehre doğru yol almaya başlamasını ve çok tehlikeli bu trenin durdurulma hikayesini anlatıyor.
Türkiye'de Erdoğan'ın AKP'si ve yandaşlarıyla 2007 Dolmabahçe görüşmesini milat alırsak, o günden beri hukuksuzluk ve yolsuzluk treni her geçen gün hızlanarak ve önüne ne gelirse yıkarak yoluna devam ediyor. Tek adam ve arkasında kendilerini rejimin sahibi görenler tam gaz yola devam ediyorlar. Duramazlar çünkü durdukları anda her şeylerini kaybedeceklerini çok iyi biliyorlar. En son Can Atalay'ın Meclis tarafından vekilliğinin iptali konuşuluyor. AİHM İnsan Hakları Mahkemesi'nin Yalçınkaya lehine verdiği karar sonrası emsal kararlar da bu treni durdurmaya gücü yetmiyor. Mehmet Baransu, Hidayet Karaca, İlhan İşbilen, Alaaddin Kaya, Osman Kavala, Selahattin Demirtaş bunca uluslararası baskıya rağmen hala rejim yargısı tarafından içeride tutuluyor. 2023 Dünya Yolsuzluk Endeksi sonuçlarına Türkiye 2013'te 52. sıradayken, 180 ülke içerisinde 115. sıraya düştü.
Ütopyalarla halkı bir noktaya kadar konsolide edebilirsiniz. Ya da düşman algısını canlı tutarsınız, korkuyu yayarsınız. Türkiye’den yeni dönen arkadaşım bunu teyit ediyor, ‘haber bültenlerini izlediğinizde her an ülkeye sınırdan bir düşman girecek algısı veriliyor. Haber spikerleri elinde bir çubuk ve ayakta devamlı korku pompalıyorlar, hatta meteoroloji haberleri bile büyük bir afet var gibi sunuluyor.’ S-400’ler Rusya'dan borçla alındı, ödemeleri bitmeden 2,5 milyar $ çöp oldu. Dış ve iç politikada tutarlı bir şey bulmak çok zor. Dün ak denen her şey bugün kara veya tam tersi. Mısır, Rusya, İsveç örneklerinde olduğu gibi. Kendi gösterim mekanı olanlar haricinde, sanatçılar iktidara yakın ise sahne alabiliyorlar, konserlere çıkabiliyorlar. Pek çok sanatçı rantçılıktan, belediye fetişizminden rahatsız ve yılmış durumda.
Ray Bradbury'nin karanlık bir geleceği konu aldığı Fahrenheit 451 romanı, bilim kurgu ögelerini baskı rejimi ve mekanikleşmiş bir toplumla harmanlıyor. Kitabın olay örgüsü, itfaiyecilerin yangın söndürmek yerine kitap yakmakla görevlendirildiği totaliter bir düzen etrafında şekilleniyor. İktidar ve yandaşlarının kitap yakacak kadar cinnet halini
Kitap Yakma Cinneti yazımda bahsetmiştim.
31 Mart seçimleri öncesi Kilise saldırısı, Ramazan hoca lakabıyla sosyal medyadan bilinen bir halk kahramanın öldürülmesi gibi olaylar artıyor. İktidar için kanlı senaryoları bugüne dek sergilemekten çekinmeyen zihniyet yine en iyi bildiği şeyi yapacaktır, kan ve zulümle yeni bir mağduriyet hikayesi ile iktidarını sürdürmeyi deneyecektir. Ayrıca bir kişinin zalim ve diktatörler karşısında korkuyla ve teslimiyet rûhuyla kendi değerlerinden vazgeçmesi, vazgeçme teşebbüsünde bulunması da, onları düşmanlığından vazgeçirmez ve geri durdurmaz. Bu da, onları yine daha çok cesaretlendirir ve daha çok hücum etmesine sebep olur. Yani en iyi bildikleri şeyi, kötülük yaparak, kutuplaştırarak ve halkı bölerek iktidarı, gücü ellerinde tutmayı durmadan denemeye devam edeceklerdir. Gözünü hırs ve intikam bürümüş olanları ancak kendi yenilgi ve hezimetleri durdurabilir. Gerçekten ruhunu kine, öfkeye, vahşete teslim edenlerin kendi karanlık dünyalarında boğulmalarına tarihte pek çok örnekler vardır.
Erich Fromm’un şu sözü günümüzde yaşananları tercüme ediyor: “İnsanlığın başındaki en büyük tehlike, suçlular ya da sadistler değil, elinde olağanüstü güçler bulunan sıradan insanlardır.”
Kars’ta yaygın bir deyiş vardır; “O kadar çok yeni dert çıktı ki eski dertlere hasret kaldık, onları arar olduk!” Ne diyelim derdimiz bize derman olsun. Bu dertleri kendi ikballeri için başımıza açanlar da bertaraf olsunlar.