Son yıllarda gördükleri baskı ve zulümler nedeniyle mağdur olan kitlelerin Türkiye’den kaçış ve demokratik ülkelere sığınma süreci devam ediyor. Türkiye'nin sürekli öğüten ve dışlayan yapısı fiziksel göçle birlikte duygusal kopuşu da hızlandırıyor. Ne var ki bir insanın onu çevreleyen kültür kodlarından sıyrılıp yeni bir kimlik inşa etmesi sanıldığı kadar kolay bir süreç değil. Köyden şehre bidonla salça taşıyanların İsviçre Alplerine bile yerleşseler bir takım alışkanlıklardan vazgeçmekte zorlandığı görülüyor. Oysa yer değiştirmek, insana hem farklı bir vizyon katar hem de yeni bir hayat kurgusuna başlama imkanı verir.
Yeni bir beldeye ayak bastığınızda edindiğiniz ilk izlenimler önemlidir. Zira başta sizi büyüleyen görseller bir süre sonra sıradanlaşır ve kıyas yapmakta zorlanırsınız. Örneğin, Brezilya gibi devasa toprakları olan bir ülkeden Hollanda’ya gelmişseniz burası size küçük bir şehir gibi gözükecektir. Biraz tanıdığınızda yüzölçümü ve nüfusu dışında neredeyse her alanda güçlü ve vizyon sahibi bir ülkede olduğunuzu anlarsınız. Bu tezat, önemli olanın boyut değil işlevi olduğunun kanıtıdır.
Her insan yaşadığı ülkenin tarihi, coğrafyası ve kültürünü inceleyerek yeni ilhamlara kapı açabilir. Örneğin, Hollanda’nın su kanalları meşhurdur. Ülkeyi tehdit eden azgın dalgalar terbiye edilmiş ve bugün içinde ördeklerin yüzdüğü harikulade su kanallarına dönüşmüştür. Üzerinde alaca ineklerin otladığı verimli arazilerse bir zamanlar sivrisineklerin yuva yaptığı bataklıklardan ibaretmiş. Bu iki dönüşüm eylemi, su bükücü bir toplum olan Hollanda’nın başarı hikayesidir.
Aslında Türkiye’nin de buna benzer bir başarı öyküsü vardır. Anadolu’nun çorak topraklarında yetişen ve içinde yaşadıkları kültür atmosferi nedeniyle radikalleşmeye meyilli gençler dünyaya ilim ve sevgi taşıyan birer kültür elçisine dönüşmüştür. Her ne kadar bugün bir takım siyasi tartışmaların odağında yer alsa da bu aktivist eylem tek başına Hizmet Hareketi’nin vizyon ve başarısının kanıtıdır.
Bu dönüşüm hareketinin mimarı olan Fethullah Gülen, 1970’li yıllarda etrafında toplanan insanlara modern eğitim kurumları açmalarını ve dünyayı gezip farklı kültürlerle diyalog kurmalarını tavsiye etmiştir. Çiçeği burnunda üniversite mezunu gençleri harita üzerinde varlığı dahi bilinmeyen coğrafyalara götüren motivasyon da bu yenilikçi söylemdi. Gülen, siyasal islamın yaygın tezlerinden farklı olarak ‘yeni bir dünya’ sloganıyla gençlere ufuk vermiş, neredeyse yarım asır önce yaptığı bu çağrı ilerleyen yıllarda dünya çapında bir sivil toplum hareketine dönüşmüştür.
Bugün gelinen noktada Türkiye’deki siyasal islam hareketleri, Taliban’la aralarında bir fark olmadığını itiraf etmekten çekinmiyorlar. Bu grupların aksine Gülen, dünyadaki tüm toplumların birer kardeş olduğunu hatırlatır ve müslümanların birlikte yaşama sanatına katkıda bulunmasını teşvik eder. Bu bağlamda Hizmet Hareketi, -bütün kusurlarına rağmen- Türkiye’de radikalleşmenin önündeki en büyük dalga kıran olmuştur. Bu set 15 Temmuz 2016 tarihinde kurgusu, failleri ve neticeleri itibariyle tartışmalı bir darbe girişimiyle yıkılmıştır. 15 Temmuz sürecinin ardından Türkiye’de islamcı-faşist bir rejimin inşası önünde hiçbir engel kalmamıştır.
Bilindiği üzere Avrupa toplumu, rönesans ve reform hareketleri sayesinde Ortaçağ karanlığından kurtulmuş, karşılığında büyük bedeller ödeyerek bugünkü bileşik ve modern düzeni kurmuştur. Türkiye’nin de içinde bulunduğu Doğu toplumları ise son üç asırdır aynı bataklıkta çırpınmakta ve kurtarılmayı beklemektedir. Klasik anlatıma göre Hizmet Hareketi eğitim ile cehaletin, üretkenlik ile fakirliğin, diyalog ile çatışmanın önüne geçerek bataklıkta çırpınan milletleri bu kısır döngüden çıkarmayı hedefler. Bu yönüyle Hizmet Hareketi, sivil toplum eliyle inşa edilen büyük bir barış projesi, içinde doğduğu topraklarda yeterince karşılık bulamamış bir rönesans ve reform hareketidir.
Gelişmiş batı ülkeleri ise Hizmet Hareketi’nin idealize ettiği bu ütopik dünyayı zaten bir devlet politikası olarak uzunca süredir işletmektedir. Bu açıdan bakıldığında, Türkiye kategorisindeki ülkelerde paha biçilmez değerler olarak tezgaha konulan çoğu argüman batı standartlarında işlevini yitirmektedir. Bu ülkelerin cehalet, fakirlik ve tefrika ile mücadele konusunda sergiledikleri performans ortadadır. O halde içinde bulunduğumuz zaman ve gelinen coğrafyalar yeni vizyonlar üretip yeni pratikler geliştirmeyi elzem hale getirmiştir.
Tarihin bu yeni sayfası, dünyanın ihtiyaç duyduğu barışçıl değişime öncülük etme potansiyeline sahip toplumlar ile bu değişime katkı sunmayı içselleştiren insanları bir araya getirmiştir. Uyum ile asimilasyon arasında bir denge gözetmeye çalışırken yeni bir yaşam kültürü edinmek ve bu toplumlara katkıda bulunmak için önce geçmişin izlerinden sıyrılmak ve artık yeni şeyler söylemek gerekiyor.
Soru ve önerileriniz için
@kamergin