Duvarlar, eski zamanlardan beri insanlar için hem güvenliğin hem de sınırların belirleyicisi olmuş. Zamanla yıkılan veya işlevini yitiren bu duvarlar yeri gelmiş birçok efsaneye konu olmuş. Tarihin her döneminde yapılan, yıkılan veya sembole dönüşen duvarlar görmek mümkün. Bu yazıda, duvar kavramı üzerinden günümüze dair perspektifler sunmaya çalışalım.
İnşası 2000 yıl boyunca devam eden Çin Seddi, insanlık tarihinin gelmiş geçmiş en büyük yapısı konumunda. Devasa bir coğrafyanın sınır güvenliğini sağlama adına girişilen bu çılgın proje, şimdilerde sadece gezginlerin keşif rotalarını renklendiren bir tarihi eser konumunda. Anlıyoruz ki ne derece büyük olursa olsun, duvarlar zamanın yorumu karşısında işlevini yitirebiliyor.
Bir zamanlar İstanbul’u çevreleyen surların bir Türk komutan tarafından aşılması, hem milli tarihimiz hem dünya tarihi açısından önemli bir dönüm noktası. O duvarların aşılması, tetiklediği unsurlar göz önüne alındığında yeni dünyanın keşfi, rönesans ve reform hareketleri gibi sonuçlar verdi. Buradan anlıyoruz ki düşman hattının duvarları ne kadar sağlam olursa olsun aşılması mümkündür ve aşılacak duvarların ardında gizli hazineler vardır.
Dünyanın en ünlü duvarlarından bir diğeri, hiç şüphesiz Berlin Duvarı. 1961 yılında, Doğu Berlin’e kadar uzanan Sovyetler Birliği ile Batı Almanya arasında kurulan bu duvar, 1989 yılında iki bölgenin arasındaki geçiş yasağının kalkması sonucunda yıkıldı. Sovyetler Birliği’nin çöküşünü sembolize eden duvarın hikayesi iki kutuplu bir dünyadaki güç mücadelesinde Batı’nın zaferini simgeliyor. Buradan anlıyoruz ki sosyoloji ile mücadele edilemez ve insan fıtratına aykırı duvarlar yıkılmaya mahkumdur.
Dedik ya duvarlar bazen aşılmak, bazen korunmak içindir. Tarihte öyle şahıslar var ki iki cenah arasına set örerler. Zülkarneyn Aleyhisselam timsali bu zatların misyonu hak ile batıl arasında duvarlar örmektir. Fitne konulu hadislerin birinde Hz. Ömer hakkında duvarı çağrıştıran bir benzetme yapılır. O vefat ettikten sonra fitne kapısı açılacak ve bir daha kapanmayacaktır. Bediüzzaman da sadık bir rüyasında Ağrı Dağı’nın infilak ettiğini görür ve Kuran’ın surlarına yapılan saldırılar karşısında icaz yoluyla O’nun müdafaasına namzet olduğunu anlar. Hocaefendi’nin şahsından ilham alan Hizmet Hareketi de -eksiği ve gediği ile- sunduğu vizyon ve yaptığı çalışmalarla Türkiye’de radikalleşme ve kafatası milliyetçiliğinin önünde bir set olmuştur.
Günümüz Türkiye’sinde yaşananlara bir de bu açıdan bakın. Cemaatin tasfiyesi ve 15 Temmuz süreciyle birlikte Türkiye’de demokrasi duvarı yıkılmış, ülke adeta bir çekirge sürüsü tarafından istila edilmiştir. Bu sürecin bir neticesi olarak dört duvar arasında tutulan masumlar bir dönemin mağdurları sıfatıyla tarihin sayfalarında yer alacaklar. Yapılan hukuksuzluklar Bilal’e anlatır gibi anlatıldı ama toplum bunu duvara anlatılmış gibi tepkisiz kaldı. Bu süreçte yaşanan insan hakları ihlalleri Türk tarih duvarına kazınan koca bir çentiktir ve üzerinden yüz yıl geçse dahi toplumun bu utançla yüzleşmeden düzlüğe çıkması mümkün olmayacaktır.
Gerçekle yüzleşme ve hakikate ulaşma adına sorgulamak önce bireyin sonra toplumun atması gereken büyük bir adım. Bir değişimden söz edebilmek içinse toplumu çevreleyen korku duvarlarının yıkılması gerekiyor. Medya ile topluma enjekte edilen korkuları ve sahnelenen illüzyonları hatırlayın. Truman Show filminin final sahnesinde engelleri aşıp duvarın ötesine geçen kahraman büyük bir aydınlanma yaşar. Hangi mahalleden olursa olsun, hakikate ulaşmak ne büyük değişim yaşatırdı insanlara…
Duvarla ilgili söylenebilecekler henüz bitmedi. Fanus, dış etkilerden korunmayı sağlayan bir çeşit güvenlik duvarıdır. Dört duvar arasında yaşamak ise sıkışmayı ve küçülmeyi ifade eder. Fanusu kırılan, umutlarını, birikimlerini ve tecrübelerini yitirip dünyası küçülenler için Oliver Sacks'ın ”Dayanacak Bir Bacak” isimli ufuk açıcı bir kitabı var. Yazar, kendi başına gelen bir kazayı anlatır. Bu kaza sonucu, dizindeki kuadriseps kasını incitir ve kitap boyunca onun iyileşme sürecinin tüm ayrıntılarına tanıklık ederiz. İşte o kitapta günler boyunca küçük bir hastane odasına tıkılıp kaldıktan sonra derinlik duyusuna (stereoskopi) bir haller olduğundan bahsettiği bir pasaj vardır. Beyninde nörolojik hiçbir bozukluk yoktur; ancak sırf bu üçe iki buçuk metrelik hücrede uzun süre yaşamaktan kaynaklı bir algı sorunu yaşar. Daha uzaktaki cisimleri derinliksiz olarak, sanki bir yufka gibi yassı olarak algılar. Normal manzaralı bir odaya çıkınca derinlik hissi 2 saat sonra biraz daha düzelir, sonra biraz daha, biraz daha... Devamında şu tespitleri yapar:
”Yer, uzam, genişleme, özgürlük... Sürekli genişleyen bir felsefe ve dünya, sürekli genişleyen kişisel ve toplumsal uzam. Bunu olağanüstü bir açıklıkla kavradım. Daha iyiye gitmenin, iyileşmenin özü buydu. Esas dehşet verici olansa o ana dek hiç dehşet yaşamamış olmamdı. Ne denli küçülmüş olduğumu, hasta odamın koşullarına ne denli uymuş olduğumu hissetmemiş ve fark etmemiştim. Kelimenin tam anlamıyla fiziksel olarak küçülmüştüm. Aynı zamanda duygularım ve hayal dünyam da küçülmüştü. Hiç farkına varmadan bir cüce, bir mahkum, kapatılmış biri olmuştum. Sürekli düşkünler evine yatırmaktan söz ederiz. Oysa neyi içerdiği hakkında en ufak bir fikrimiz yoktur. Meğer küçülme, sinsice ve evrensel biçimde her an herkesin başına kolayca gelebiliyormuş.”
Duvar, edebi açıdan çok sembolik, şiirsel çağrışımları olan bir kelime. Duvara dair söylenmiş birkaç cümleyi sizin için derledim. Her biri üzerinde uzunca düşünmeye değer.
Özlü söz: Bazen duvarlar doğrudan aşılamaz ama insanoğlu duvarın ötesine geçmek için hep bir çözüm bulur; tünel açmak ya da Truva atı göndermek gibi.
Aktüel örnek: Pandemi süreci iletişim, seyahat ve ticaretin önüne taştan duvarlar ördü. Ancak insanlar bu süreçte sanallaşarak birer hayalet gibi duvardan öteye geçmeyi başardılar.
Öngörü: Küreselleşme ile sınırların kalkacağını beklerken günümüzde yabancıya karşı yeniden örülen duvarlar büyük bir ayrışma ve içe kapanmaya işaret ediyor.
Üç atasözü ve önerme: Yalnız taştan duvar olmaz. Duvarı nem insanı gam yıkar. Eceli gelen cami duvarına işer.
Birkaç deyim: Araya duvar örmek, düz duvara tırmanmak, duvarlar üstüme üstüme geliyor.
Bilgi: Mason kelimesi Fransızca ‘maçon’ isminden yani duvar ustası anlamına gelen kelimeden gelir. Mecazi olarak da kendi duvarını yapan demektir.
Kıssa: Hızır(as) yıkılmakta olan bir duvarı tamir eder ve onunla seyahat eden Hz. Musa buna anlam veremez. Hakikat şu ki, o duvarın altında yetimlerin hakkı olan bir sandık altın vardır.
Alıntı: Yalnızlık; düşündüklerinizin kafanızın duvarlarına çarpıp tekrar içerde kalmasıdır. (Jean Paul Sartre)
Şarkı sözü: Dışarda deli dalgalar, gelip duvarları yalar, beni bu sesler oyalar, aldırma gönül aldırma.
Soru: Aramızda yaşayan büyük zatların bir takım kardeş kavgalarına duvar oldukları anlaşılıyor. Peki ya duvar yıkıldıktan sonra birliği ve sükuneti sağlamak mümkün olacak mı?
Duvar yazısı: Ben size dokunamıyorum. Bari duvara yazdıklarım okunsun…
Duvarlardan bahsetmişken Faruk Nafiz Çamlıbel’in meşhur “Han Duvarları“ şiirine değinmeden olmaz. Şair, Anadolu'nun çileli yollarında hissedilen gurbet acısı ve yurt özlemini olabilecek en veciz mısralarla anlatıyor. Sınırdan sınıra koşarak acı çekmiş, yurduna ve hayallerine ulaşamamış Maraşlı Şeyhoğlu'nun anısını okurken kendinizi aynı handa konaklayan bir yolcu gibi hissedebilirsiniz.
”Garibim namıma Kerem diyorlar
Aslı'mı el almış haram diyorlar
Hastayım derdime verem diyorlar
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ım ben”
Duvarlara dair anlatılacak daha çok hikaye, söylenecek çok söz vardı. Ne var ki vakit dardı. Henüz ağlama duvarından bahsetmedik bile. Sevgili okuyucu, düşün ki elinde bir balyoz, bir çimento, bir de kalem var. Varlığımızı kuşatan duvarlardan hangisini yıkıp hangisini tamir edeceğine ve han duvarlarına hangi dörtlüğü kazıyacağına sen kendi insiyatifinle karar ver.