Türkiye’nin dünya piyasalarında ekonomik ve politik açıdan her gün itibar kaybetmesi tepeden tırnağa herkesin moralini bozdu. Aylar önce yapılan uyarılara, ciddiyetsiz ve düşünmeden yapılan karşı atak da tesir etmedi.
Kredi değerlendirme kuruluşlarının tamamını yok saymaya da dilleri varmıyor. Bir hafta içinde dört Türk Bankasına daha kötü not verdiler. Daha arkası gelecek gibi görünüyor. Herkes kalp aritmisi geçiriyor. Hani o asansör ile inerken hissedilen aşağıya doğru düşme hissi. Merak etmeyin, istisnasız her Türk Vatandaşı yakın zamanda aynı sendromu yaşayacak.
Hükümet ve iktidar kudreti yurt içinde söz geçiremedikleri muhaliflerin mal varlıklarına el koyuyor, hapse atıyor. Ardından şirketlere kayyım atayıp, milyon dolarlık ticari-özel teşebbüsler üç ay içinde kepenk kapatmaya mecbur ediyor. Yazık ki, şimdiye kadar ekonomik puanlamaları çok şey ifade eden meşhur değerlendirme kuruluşlarına kayyım atamayı beceremediler. Yoksa sessiz-sedasız onun hazırlığını mı yapıyorlar ne?
İktidar stratejik insicamını kaybetmiş durumda. Köklü problemlere çare üretmek şöyle dursun, günübirlik hadiselerin altında eziliyor. Yurt içinde kangren olan açmazları çözmek için sahte bir darbe girişimini sahneye koydular. Kendilerinden başka hiç kimse bu darbe senaryosuna inanmadı. Havuz medyası bile 15 Temmuz haberlerini rafa kaldırdı.
Suriye krizi patlak verdiğinde yüz yıllık geçmişi olan istihbarat teşkilatımızın aklına gelen ilk pratik çözüm “Suriye’ye bir kaç füze fırlatırız, olur biter!” türünden derin stratejileri(!) işitmiştik. Yani iki ülke ile savaş çıkartabilecek kudrette olduklarını vehmediyorlardı. Aradan geçen bunca sene, ne kadar zavallı olduklarını gösterdi.
An itibariyle Türkiye’nin iki önceliği var: Terör ve ekonomik kriz. Hükümetin yetkili, birinci ağzı bunu söylüyor. Terör, hükümet sözcüsünün ifadesine göre “Başkanlık gelince çözülecek!” Bu hikmetli (!) keşif zat-ı alilerini mizah dergilerine kapak yaptı. Ekonomik kötüleşmeyi tamir edecek formüller zaman istiyor. Küçük hamleler ve gövde gösterilerinin vakit isteyen piyasa işlerini yoluna koyması imkansız. Liderlerin karizmatik cazibeleri bunu altından kalkabilecek kadar kıymetli değil.
Hükümetin can havliyle her yolu deneyip, yaklaşmakta olan referandum sürecini kendi lehine çevirmek için yeni çılgınlıklar yapmayacağını kimse garanti edemiyor. Bu yüzden geçtiğimiz hafta içindeki komik Kardak Krizi ve İngiltere ile imzalanan yüz milyonluk silah anlaşması arasında akıl dışı bir münasebet kurmak abes sayılabilir. Gerçekten öyle mi?
İngiltere Başkanı’nın Türkiye ziyareti alışılmışın dışında bir gündemle öne çıktı: Yüz milyon dolarlık silah anlaşması. Ziyaret gayet kısa, net ve İngiltere açısından çok kazançlıydı. Dolayısıyla diğer meseleler gündeme girmeyecek kadar detayda kaldı.
Yunanistan Hükümeti, 15 Temmuz sonrası Yunanistan’a iltica eden askerleri iade etmeyeceğini duyurdu. Şimdi de, geçtiğimiz yüz yılın en komik uluslararası krizi sayılan Kardak Kayalıkları dalaşı yine gündemde. Hükümet İngiltere ile yapılan silah anlaşmasını, halkın gözünde meşrulaştırmak için Yunanistan ile olan krizi tırmandırabilir.
“20 Koyun!” nereden geliyor? 1996 yılında ilk Kardak Krizi sonrası yaptığı bir açıklamada Bill Clinton “Kardak Krizi şaka gibiydi!” diyor ve devam ediyor: “Ben, o gün Rusya’da bir görüşmedeydim. Toplantının ortasında yardımcım, Türkiye ve Yunanistan’ın üzerinde koyunların yaşadığı Kardak kayalıkları yüzünden çatışmaya girmek üzere olduğunu söyledi. Bunun bir şaka olduğunu sandım. Toplantıyı yarıda bıraktım. Liderlerle, telefonda konuştum. Sonunda üzerinde 20 koyundan fazla bir şeyin yaşamadığı bir kayalık yüzünden savaş çıkmayacağına karar verildi ve krizden dönüldü.”
Suriye meselesinde oyun dışında kalan Türkiye, o kadar silahı Avcılar ve Atıcılar Kulübüne bağışlayacak değil ya?
Kadir Gürcan