Sabahın erken saatinde, yoğun trafiğin ürettiği ucuz benzin ve mazot kokusunun genzimde oluşturduğu tahrişin, yıllar önceki hatıraları tetikleyebileceğine ihtimal vermezdim. Öyle oldu. Tam, “Yahu, bu kokuyu bir yerlerden hatırlıyorum!” diyecekken, bölük komutanının 1940 model Amerikan Jeep’iyle bölüğün sabah içtimasını teşrifleri, unutulmaya yüz tutmuş eski bir yara gibi yeniden sızlattı.
Türkiye’nin siyasi kaosları kadar, askeri manevralarda kaydettiği başarısızlıklar, bir zamanların en güvenilir (Hep öyle söylenir. Neye dayandığını tesbit edemedim! Herhalde yine o ısmarlama istatistik sonuçlarının oluşturduğu algı yanılgısı olsa gerek!) kurumuna karşı da itimadı zedeledi. Geçmiş yüzyılın askeri başarılarıyla yeni bir güven tazeleme yakın zamanda pek mümkün görünmüyor.
Farkında mısınız bilmem ama, dede, baba, amca ve dayılarımızın meçhul bir geçmişten ballandıra ballandıra anlattıkları askerlik maceraları artık prim yapmıyor. 2017’li yılları yaşayan insanların, on yıllar öncesinde kalmış efsanevi kışla, er-erbaş, ast-üst, çavuş-onbaşı hikayeleri dinlemeye vakti ve ilgisi yok. İşin daha kötü tarafı, kurum hala dede ve babalarımızın hatıralarını anlattıkları yerde duruyor.
Fazla alıngan olmaya gerek yok, bu gayet anlaşılabilir bir değişim. Köyünden ilk defa askerlik münasebetiyle çıkmış onlarca gencin, kışlalarda yaşadığı kötü muameleleri unutup, tezkereyi eline aldıktan sonra memleketine rüşdünü ispat etmiş ve evliliğe hazır bir yetişkin olarak dönmesi gerekiyordu. Ama şimdi öyle değil.
Bu satırların yazarı, her yıl açıklanan farklı rakamlarla, hala Türk Ordusu’nun sayısı üzerindeki ihtilaflar çözülememişken, kurum hakkındaki köklü ve acil çözümlere katkıda bulunma iddiasında değil. Demirbaş listesine hala o, 1940 model Jeep’lerin dahil olduğunu unutmayın. Vatani görevini Bölük Çavuşu olarak tamamlamış olan bu biçarenin tek kusuru, askerlik hatıralarını da nizamiyenin çıkışında bırakmış olması.
Nasıl ki, ekonomi kötüye gidiyor denildiğinde, Maliye Bakanlığı alınganlık göstermiyorsa, Türk Toplumu için cibilli bir kudsiyete bürünmüş olan benzer kurumlarında bu bağışıklığı kazanmaları ve hataları ile yüzleşebilecek rüşde ermeleri gerekiyor. Şaka gibi ama, “Aman ormancı, canım ormancı!” şarkısını fazla ciddiye alıp, işi mahkemeye taşıyacak kadar alıngan ve hassas bir yanımızın varlığı da bir gerçek. Ne yapalım!
Son bir kaç haftadır, Manisa, Denizli, Edirne ve diğer bir kaç ilde, kışladaki yemekten zehirlenmeler insanın canınını sıkıyor. İnsanın “Zorunlu olarak her evden aldığınız şu ana kuzularını ateş hattında koruyamıyorsunuz. Her gün en az beş şehit haberi ile onlarca aile ocağına ‘zayiat’ olarak atılan ateşin haddi hesabı yok. Bari kışla içinde şu çocukların yemeğini adam gibi verin!” diye haykırası geliyor. Eğer bir yemeklerini bile doğru dürüst veremiyorsanız, kendi ülkemizdeki zayiatlar yetmezmiş gibi sınır aşırı ülkelere sırf egonuzu tatmin etmek için asker sevk ediyor görünmenin ne kadar acınası bir hal olduğunu ifadeden aciziz. Bu kadarcık haklı serzenişi de ‘vatana ihanet’ ya da Cumhurbaşkanı’na hakaret kategorisine alıp divan-ı harplerde yargılayacak haliniz yok her halde!
Türkiye’deki durulmayan iç karışıklık normal insan hayatını Türk Lirası’nın değer kaybına endekslemiş durumda. Siyasi hırs ve istikbal endişesine düşmüş görgüsüz siyasetçilerin gırtlaklarına kadar battıkları kötü işlerden kurtulma çırpınışları her gün onlarca can kaybını görünmez kılıyor. Şehit cenazesine katılmakla ailelere karşı bir şey yapıyor görünerek parti başkanlarını ve iktidar sahiplerini memnun ediyorlar siyaset kuklalarına ne desek faydası yok. Onlar, her gün tekerrür eden şehit cenazelerini çoktan kanıksadı, alıştı ve oluruna bıraktılar. Ama aileler, ocaklarına düşen ateşle bir ömür boyu yaşamak zorundalar.
Bir komşumuz vardı. Oğlunu hiçbirimiz görmedik. Ancak kapı komşuları onun oğlundan bahsederken “Oğlu askerde eğitim zayiatı oldu!” diye bahsediyorlardı. Çocuktuk ve bu klişenin ne manaya geldiğini bilmiyorduk. Kadıncağızın yüzüne oturan hüznün sebebinin yıllar öncesinden içine oturan evlat acısı olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum.O yıllarda terör daha yoktu. Demek ki o zaman da, tel örgülerin arkasında ana kuzularının yok yere vefatı için kullanılan klişe “Eğitim zayiatı” imiş!
Öyle ya, terör saldırılarında ölenler şehit, eğitim esnasında ihmal ve dikkatsizlikten vefat edenler “eğitim zayiatı”. İyi de yemeklerinden zehirlenen ana kuzularına ne isim vereceksiniz be nasipsiz ve talihsiz adamlar.
Michael Moore, Irak Savaşı’na giden askerler için bir Web sayfası oluşturmuş ve oraya anonim ya da mahlas isimle katkıda bulunan silah altındaki erlerin mesajlarını toplamış. Sonra da bunları “Artık Bu Çocuklar Size Asla İnanmayacak!” ismiyle kitaplaştırmış.
Irak’ta neden bulunduğuna bir türlü anlam veremeyen bir asker, kendisini oraya gönderenlerin hepsine hitap ederek yazdığı mektubu “Go to Hell!” diye bitirmiş. “Hepinizin canı cehenneme!” demek gibi bir şey.
Doğu ve Güneydoğu’da mücadele veren, daha yeni Katar’a gönderilen ana kuzuları için bir Web sayfası oluştursak acaba neler duyardık. Bir ipucu vereyim; Hastahane sedyesinde tedavi gören asker “Şimdi kışla ve koğuşa dönünce bizi dövecekler!” diye haykırıyordu.
Kadir Gürcan