ABD'nin iç siyaset gündemini elinde tutan Savcı Robert Muller'in Trump'ın 2016 Seçimlerine fesat karıştırma araştırması her gün biraz daha derinleşiyor. Türkiye'de Dolar'ın hareketliliği nasıl birinci gündem ise, Savcı Muller hiç konuşmuyor ama, her gün medyaya sızan yeni bir sanık itirafı merakları gıdıklıyor, emekli FBI görevlisi de olan Savcı'nın gizemini artırıyor.
Trump'ın Seçim Kampanya Menajeri Paul Manafort sekiz suçtan ceza yedi. Daha dün, Trump'ın seçim galibiyetinden sonra, Ukrayna'dan Elli bin Dolar, kanunsuz para aktardığını kabul etti. Halen tutuklu olan Manafort'un şu an önünde üç seçenek var: Savcı Muller ile anlaşmak. Trump'ın Başkanlık gücünü kullanacağı af. Son ve en acı olanı Manafort, kalan ömrünü hapiste geçirmekle karşı karşıya. Şöhret, itibar, kudret ve lüksün göz kamaştıran konforundan sonra, kalan ömrü hapiste geçirmek, Trump'ın menajeri için kabul edilebilir, katlanılabilir bir yol gibi durmuyor. İki seçenekten birisine mecbur durumda; af ya da Muller'in merhameti.
Trump'ın şahsi avukatı Cohen geçtiğimiz hafta, Manafort'tan önce davranıp, son iki ihtimalden vazgeçip, hatta Trump'ın af insiyatifini açık açık reddederek, Robert Muller ile pazarlık masasına oturmayı tercih etti. İlgililer, en makul seçeneğin bu olduğunu söylüyorlar; ülke, hukuk ve ekonomi için. Elbetteki Trump için değil. Başkan'ın her gün daralan ateş çemberi karşısında uykularının kaçtığı muhakkak.
ABD Başkanı'nın dikkat ve bakışları başka taraflara çevirmek için sarfettiği enerji, tükettiği nefese rağmen üzerine yapışıp kalan 'sanık' etiketi bir türlü peşini bırakmıyor. Yazdığı Twitter'larda yaptığı çocukça imla hatalarına mı gülersiniz, eski gayr-ı menkul kralı edasıyla her gün bir adamı Beyaz Saray'dan uzaklaştırma gayretine mi şaşarsınız, yoksa onca iş yapıyor görünmeye çalışırken bir türlü ciddiye alınmayışına mı acırsınız. Başkanlığa geldiği ilk günden itibaren “Ben de Başkan gibi davranabilirim!” vaadini bir kez olsun yerine getirememenin ızdırabı ile şaşkına dönmüş durumda. İş hayatındaki başarısını, hükümet idaresinde de sürdürebileceği yanılgısı kendisine pahalıya mal olacak. “New York'ta başarılı olan, Beyaz Saray'da başarılı olur!” genel kabulü, Trump'la bitmiş oldu. Trump muhalifleri, ABD Başkanı için hapis yolunu uzak bir ihtimal olarak görseler de, hapis söylentisi bile hazmedilir cinsten değil.
Ülke kurumlarının işleyiş ve idaresi o gün için kendilerine görev tevdi edilen iktidar ve iktidar aktörlerinin omuzlarında bulunuyor. Bu süre içinde yaşanan bütün kanunsuzluk, hukuksuzluk ve suistimallerin sorumlusu, bu aktörler. Aksi halde, bizde olduğu gibi, bütün kirli işlerde liste başı olan suçlular ellerini yıkayıp, kenara çekilince enkaz, hiç bir şeyden haberi olmayan zavallı vatandaşın omuzlarına yıkılıyor. O bayat ve ithal ifade ile, sorumluluğu “Pazardaki Ayşe Teyze!” yüklenecek.
Türkiye'de, Trump'ın yakın çalışma arkadaşları için masadaki ölümcül seçenek, Türk Ekonomisi için söz konusu. Bir kaç seçenek var gibi gözükse de, tünelin sonunda ışık yok. Türk Ekonomisi için mukadder akıbet gün sayıyor. Sekerat ve cankeş halinin ne kadar süreceği noktasında kimse tarih veremiyor. Piyasaların, her gün küçük kıyametlerle açtıkları kepenklerin, bir gün nihai olarak kapanacağını beklemekten, sabrı taşmış durumda. Yabancı şirket ve yatırım kuruluşlarının yangından meta kurtarma telaşı içinde gün sektirmeden Türkiye'yi terk etme kararlılıkları yaklaşan ekonomik felaketten en az zararla kurtulma endişelerinden kaynaklanıyor. Onları suçlayamayız. Lider tutkusu, ucuz milliyetçilik ve yerli malı edebiyatlarının, piyasa ekonomisinin gerçekliği karşısında tutunacak dalları yok.
Ekonominin kötüye gidişinin adresini hala, psikolojik ve Türkiye'ye karşı ittifak etmiş dış güçlerde aramak, kısa ve uzun vadede çözüm şıklarından değil. Aslında bu bahanelerin sürekli tekrar ediyor olması çaresizliğin diğer bir göstergesi. Böylesine kırılgan bir ekonomik yapının, tek sermayesi efelenmek, sağa-sola tehditler yağdırmak ya da ülke meselelerini insan ticareti gibi uluslararası suç sayılan sektörlere yatıran liderleri, çok uzun süre taşıması oldukça zor. Maliyeti ağırlaşan itibarın büyük bir gürültüyle çökeceği, artık kehanet olmaktan çıktı.
Yaklaşmakta olan ekonomik sarsıntıyı, Kredi Değerlendirme Kuruluşlarına hakaret ederek savuşturmaya çalışan siyasi aktörler, prensip zaaflarıyla hasımlarının iştahlarını kabartıyorlar. Tecrübeler, Saray konuştukça Dolar'ın yükseldiğini gösteriyor ama, İyi Saatte olsunlar'ı susturmak ne mümkün. Türkiye hakkında sürekli eksi ve düşük notlar veren değerlendirme kuruluşları kimbilir ne kadar eğlenip, gülüyorlardır. Hatta kendi aralarından “Bakın şimdi, Türkiye'nin notunu bir kez daha düşürünce, Saray nasıl ağzını bozacak!” diye birbirlerine dürtüp gülmekten katılıyorlarmış.
İstanbul Borsası'nın akibeti de meçhul. Hayatiyetini devam ettirmek için, her ay bir kaç gün mesaiyi erken bitirmek zorunda kalan İstanbul Borsaları'nın çalışma günlerini haftanın bir kaç gününe indirmeleri bile sözkonusunu olabilir. Yani, her sabah Saray'ı arayıp “Efendim, bu gün konuşmayacaksanız, Borsa'yı açacağız. Sizce de uygun mu?” diye sormaları bile mümkün.
Demokratik toplumlarda, kurumların rutin işleyişlerini sürdürüyor olmalarının ehemmiyetini bir kez daha görmüş olduk. Sistemin arkasından dolanmaya çalışan Trump ve yakın ekibini hakkından, kudretli savcı Robert Muller geliyor. Sistem, gırtlağına kadar pisliğe bulaşmış olanları, birbirinden ağır üç seçeneğe mahkum ediyor. Hukuk, ABD Başkanı'nın uykularını kaçırırken, kimse bundan şikayetçi değil.
On altı yıldır, millet malına musallat olan, devlet itibar ve kredisini hovardaca çarçur edenleri kanun önüne çıkaracak bir kudret olmadığı için Türkiye ekonomisi önünde “Bir ihtimal daha var. O da ölmek mi dersin?” dışında bir seçenek kalmıyor. Daha açıkçası, 1980 öncesinin “75 sent'e muhtaç Türkiyesi” uzak bir ihtimal değil!
Kadir Gürcan