Dünya çapında izlenme rekoru kıran Hollywood yapımlarının başarısı konusunda neredeyse herkes hemfikir. Oyuncu, yapımcı, yazar ve perde gerisinde, bir şekilde projeye katkıda bulunanlar ciddi bir performans ortaya koyuyorlar. Sektörün dinamiklerini tespit etmek neredeyse imkansız. Efsane oyuncu, duayen yönetmen ve üretken yazarlara her gün yenileri ekleniyor. Gösteri sanatlarının kıblesi kabul edilen Hollywood, hayatta kalabilmenin kural ve prensiplerini de kendi belirlemiş.
Hollywood piyasasında üretilen yapımların bazılarının giriş ya da son kısmına konulan “Gerçeğe uygun!” ya da “Gerçek hayattan alınmıştır!” izah ve uyarıları, gişeler açısından her şey demek değil. Hatta Oscar alan yapımlar bile seyirciden beklenen karşılığı alamıyor. Gençlerin çok sevdikleri bir çok çizgi kahraman sinemaya uyarlandı ve birbiri ardına gişe rekorları kırdı. Aynı yapımların ödüle layık görünenleri ancak bir elin parmakları kadar sayılı.
Örümcek Adam, Karınca Adam, Catwomen ya da bunların hepsini bir araya toplayan yapımlara her yıl bir yenisi ekleniyor. Dünyayı tehdit eden tehlikelere karşı, iktidar ve hükümetlerden ümidini kesen insanlar, adi ve sıradan sokak olaylarını dahi atmosferden düşecek, hayali bir kahramana bağlamışlar. Gençlerin pek sevdiği bu futuristik kahramanlı filmler, bu satırın yazarı için hiç cazip değil. O talihsiz, bu filmlerden hiçbirini sonuna kadar seyredecek sabır gösteremiyor.
Önceki yıllarda çekilmiş Hollywood projelerinin yeni ortam ve gelişmiş teknolojilerle tekrarlanması oldukça yaygın. Dünyanın en güçlü eğlence piyasasını elinde tutmayı başaran Hollywood'un cazip ve orijinal konu sıkıntısına düşmesi, inanması zor bir realite. Ama bazen oluyor. Büyük umutlarla tekrar çekilen, eskinin popüler dizi ve filmleri beklenen ilgiyi bulamayınca sessiz sedasız, yayından kaldırılıyor ve sahne sanatları kütüphanesindeki yerine terkediliyor. Türk seyircilerinin yakından tanıdığı Uzay Yolu(Star Trek) filmi ile Rosenna dizisi bunlardan sadece ikisi. Amerikalı yapım firmaları, zararın neresinden dönersen kar esprisini erken kavrıyorlar.
Son bir kaç aydır, Türkiye'de Ayasofya etrafında üretilen gösteri amaçlı senaryolar geçtiğimiz Cuma günü kılınan namaz ile Saray ve iktidar açısında tatlıya bağlandı. Hepsi bu imiş! Öyle beklendiği gibi, küffar bir araya gelip yeni bir Haçlı Seferi falan da başlatmadı. İslam Dünyası da meseleye ilgisiz. İstanbul Fethi ile özdeşleştirilmek için çok gayret sarf edilen Ayasofya'nın, eski cazibesini kaybettiğini itiraf etmek bundan böyle daha kolay olacak. Konu etrafında üretilen romantik ve duygusal edebiyatın bir kez daha gözde geçirilmesi şart.
Tarihi gerçeklik açısından, İstanbul, Fatih Sultan Mehmet Han, Anadolu Surları, Rumeli Surları, Akşemseddin, Ulubatlı Hasan...imaj ve figürleri konusunda denecek bir şey yok. Asıl mesele, bu tarihi malzemenin yirmibirinci yüzyıl dünyası ve İstanbul gerçeği ile entegre edilerek uygun aktörlerle başarılı bir şekilde kurgulanmasına kalıyor. Şimdiye kadar böylesine kuşatıcı bir performans sergilenemedi.
Riskli bir cümle olacak ama, Ayasofya da dahil, isimlerini verdiğimiz tarihi malzemenin, Türkiye'nin içinde bulunduğu durumu değiştirecek bir kaderi çizgiyi işaret etme güçleri yok. Saray ve İktidar'ın yapı malzemesinden bir şey çıkmaz. Dış dünya, iç siyaset piyasasına “Yedi Düvel ile savaşıyor!” imajı vermeye çalışan Saray'ın, hamasi kaprisleri içinde eriyip gitmesini bekliyor. Sessizlikleri bu yüzden.
Saray'ın son zamanlardaki aktiviteleri iyi puanlar getirmiyor. Gençlerin sosyal medyada “Dislike” tuşu ile verdikleri tepki bütün neşeleri kaçırdı. Sosyal medyaya uygulanacak bir dizi sansür yasası için düğmeye basıldı. Başkanlık sistemindeki tıkanıklıklar, bizzat Sayın Cumhurbaşkanı tarafından itiraf edildi. Hazret'in geçen hafta yaptığı bir konuşmada, dinleyicilerden beklediği ya da alıştığı tezahürat ve alkışı bulamayınca moralinin bozulması da işin cabası. Dinleyiciler nedense, sanatçılar için hayati gıdanın alkış olduğunu unutmuşlar!
Uzun bir zamandır, aynı aktörlerin oynadığı tarihi çeşnisi ağır yapımları seyretmekten hoşnut olan Türk İnsanının da belli bir sabrı varmış. Ortadoğu için Salahaddin, iç siyaset için Abdulhamit Han ve Ertuğrul, dünya siyaseti için Fatih II rollerini elini yüzüne bulaştıran Saray'a karşı hislerinin değişmeye başlaması gayet normal. Alkışlamadıklarından dolayı yedikleri fırça onurlarını incitmiş olmalı.
Başkanın bir türlü bitmek bilmeyen konuşmasından usanan dinleyiciler, konuşulanlara dikkat kesilmekten ziyade, ne zaman biteceğini beklemeye başlarlar. Başkan yardımcısı, Başkan'ın kulağına eğilerek “Efendim, yoruldunuz isterseniz biraz dinlenin!” diyerek vaziyeti kurtarmaya çalışınca, Başkan “Yok, yok! Ben iyiyim!” diye cevap verince, yardımcı, “O zaman, müssade edin biz biraz dinlenelim!” demekten kendini alamaz.
Ayasofya'yı tekrar ibadete açmayı, Müslüman-Haçlı didişmesinin modern bir kazanımı olarak empoze etmeye çalışanların tek derdi, Saray'ın iltifat ve teveccühlerini kazanmak. Saray ise, geçen yıl yerel seçimlerde İstanbul'da aldığı yenilginin rövanşını alma derdinde. Seçim ile alamadığı İstanbul Belediye Başkanlığını bu kez Ayasofya kartı ile telafi etmeye çalışmak nereden baksanız pek ucuz düştü.
Saray'ın, Salahaddin, Ertuğrul ve Sultan Abdülhamit Han rollerinden sonra, kılıca dayanıp hutbe okuyan Diyanet İşleri Başkanı karşısında razı olduğu çakma Fatih II'liğe bu yüzden razı oluyor. Öyle ya, hutbeyi okuyan ne kadar Akşemseddin ise, ilk saftaki Başkan da o kadar Fatih...
Gördüğünüz gibi, senaryonun gerçekliğinde bir problem yok! Bütün mesele dekor, aktör ve figüranların beceriksizliğinde düğümleniyor! Türk Halkından gelen suskun tepki bu açıdan önem arz ediyor; Dislike ve “Alkışlamıyorum...!
Kadir Gürcan