Saray'da meskun First Family ile uğraştığımız için, bazı okuyucular bizim takıntı ve saplantılarımız olduğu vehmine kapılabilirler. İtiraf etmek gerekirse, iktidar ve muktedirlerin içine sıkışıp kaldıkları Saray Atmosferi, gündemi takip edenler için bulunmaz bir altın damarı. Son beş senedir, kilo almamak için, tuz, yağ ve şekere dikkat ettiğimiz gibi, Saray Komedisi ile, ruhi çöküntü ve depresyonlardan korunmanın makul yollarını arıyoruz. Malum, depresyon ilaçlarının en tehlikeli yan etkisi kilo yapmaları.Yazı yazmayı renkli ve zevkli hale getiren de, her dokunulan yerden binbir vah u eyvah'ın geldiği bu tür komediler. Kavga ve kargaşa için yaşımız çoktan geçti.
Geniş bir alana inşa edildiği bilinen Saray'ın proje aşamasında, mimari açıdan hangi kriterlere riayet edildiği noktasında bir bilgiye sahip değiliz. Milli Mimari anlayışımızın (Böyle bir 'millilik'e ihtiyaç yok ama, lafın gelişi işte! O kadar köprü ve alt geçit yapılırken, milli olmaktan çok dayanıklı ve modern olma şartları aranıyor da, saray yapılırken neden ille de milli mimari hastalığı nüksediyor ki?) mükemmel bir örneği olmadığında şüphe yok. Ne erken dönem Osmanlı Mimarisi, ne Orta, ne de Batı etkisindeki Osmanlı mimarisi, Cumhuriyet dönemi sanat anlayışına göre yetişmiş bugünün mimarları için uzaklarda kalmış renksiz, nostaljik bir takıntıdan öteye geçmiyor. Hazret'in, Saray girişine yerleştirdiği, sağlı-sollu, garip kostümlü asker ve lejyoner tipler ile neyin sembolize edildiği hala netleşmiş değil.
Tarihi arka planına sığınarak varlık ve mefahir ürettiğimiz sadece mimari değil. Milli damgasını vurduğumuz neyin peşine düşseniz, yolunuz bit pazarına ya da sahaflar çarşısına çıkar. Ben müzik diyeyim, siz, mimari, süsleme, oymacılık, dokuma, spor...deyin. Eğer, benim yönlendirmelerime sessiz kalıp, siz de 'spor' dediyseniz orada biraz duralım. Neden?
Geçtiğimiz hafta, IQ kalitesi açısından düşük skorda takılıp kalan, Saray Eşrafından birisi, Ata sporlarımızın ihmal edildiği noktasında alınganlık ve serzenişlerini dile getirdi. Olmayan mimari anlayışımızın modern bir ürünü olan Saray'da meskun olunur, arz-ı endam edilir de, ihmal edilen Ata yadigarı sporlar es geçilir mi? First Family mensubu olup, miri malından faydalanan, ancak iktidar ve saltanatın varislerinden olma şansını şimdiden kaybetmiş insanların da Saray Eşrafından kabul edilmesi sözün gelişi. Akli zaafları pahasına millet olarak onları sırtımızda taşımaya mecburuz.
Paşa Babalar'ın kız evlat zaafları müsellem. Erkek çocukları sevilmese de bütünüyle atıl bırakılıp, göz ardı edildiklerini var saymak fazla, idealizm olur. Nepotizm'in (Çoluğu-çocuğu, torunu, yeğeni, damadı...kayırma saplantısı!) altın çağını yaşadığı Türkiye'de, Saray İç Avlusuna bir şekilde bağlantısı olmayanların, bulundukları sosyal sınıfa razı olmaktan öte bir şansları yok.
IQ'ye göre İş dağılımı!
Medyaya daha çok, Osmanlı Akıncısı kostümü, ok ve yay talimi yapan, serhat yiğidi olarak poz veren, erkek First Family mensubuna iş bulmak oldukça zor olsa gerek. Seksen milyonun gözü önünde Babasının “Oğlum o şeyleri, sıfırladınız mı?” imasını anlamayamadığı için, kendisinden yaşca büyük başka bir aile mensubunu yardıma çağırdığı elim vak'a, zihinlerde hala tazeliğini koruyor. Ya hu, insan, kırk yıllık babasının ima, sembol ve şifrelerini anlamaz mı? Hiç bir şeye aklın ermiyorsa, “sıfırla” deyin, ateşe atıp yakarsın!
Damatların, ekonomi, uzay teknolojisi, dünyanın fark etmediği (!) enerji üretim metodları, uluslararası para kuruluşlarına ülkenin otuz senesini ipotek etmek gibi medya değeri yüksek konularla kameralara gülümsedikleri yerde, “Ata binelim. Ata sporlarımızı ihya edelim... Çok ayıp oluyor!” demeçleri ilgi çekmiyor. Hazret, yaşadığı gün ve çağdan iyice kopmuş olmalı ki, Paşa Babası'nın yurt dışı gezilerinde bulundurulmuyor. Ata sporuna teşvik ile alakalı yaptığı konuşma tam da, Türk Heyeti'nin ABD ve Avrupa seferlerine ('sefer' tabiri ziyaret ve seyahatten daha milli ve daha hamasi duruyor.) denk gelen günlerde olması da ilginç. “Baba ben de geleceğim!” diye tutturunca, avunsun diye, “Oğlum, sen geride kal. Milletimize ata sporu konusunda aydınlatıcı bilgiler ver! Ben geri gelince, dökülenleri toparlarım!” denmiş olabilir.
Ata sporlarımızın yeniden ihya şansları yok ama, muhabbet vesilesi olması hoş ve zevklidir. Spor çeşitlilik kalemi olarak pek renkli değiliz. Sağdan baksanız, güreş, soldan baksanız cirit. Okçuluk ve atıcılık konusunda ciddi bir skor ve mazimiz yok. Bu konuda Amazon Kadınları kadar bile kendimizden bahsettirememişiz. Bu savaşçı kadınların, iyi ok atmak için göğüslerini feda ettikleri efsanesi, meçhul Osmanlı Akıncılarının eğersiz ata bindikleri hikayesinden daha meşhurdur.
Yazı ve nesir tarihimize bitmez, tükenmez ve sonu gelmez kötü şöhretiyle anılan, “Pehlivan Tefrikaları”, ata sporu tutkumuzun, maalesef işe yaramaz ürünleridir. “Kaba kuvvet mi, taktik mi?” esprisine düğümlü pehlivan karşılaşmaları bu günün gençlerin bir şey söylemiyor. Bu edebiyat o kadar ucuzdur ki, güreş denince hemen herkesin aklına gelen Koca Yusuf'u bile, Cumhuriyet dönemi muktedirlerine “Sizi dünya yenemez!” riyakarlığına kurban etmekte tereddüt etmemiştir.
Ata binme ve cirit ise bütünüyle mahalli ve amatörlerin elinde kalmaya mahkum iki spor etkinliğidir. Eğer “millilikten” bu kastediliyorsa, bu ihtiyacı sonuna kadar karşılayacak lokal potansiyele sahipler. Dünya standartlarında ne binicimiz, ne de Saray'ın Arap dostlarından milyon dolarlara getirtip, bir o kadar da masraf ederek modern damlarda ölümüne terk ettikleri safkan at şeceresine sahibiz. Bu satırın yazarları da köylü çocuğu olma ayrıcalığı ile gurur duysa da, şimdiye kadar gördüğü atlar, çift ve sabana sürülmekten iflahı kesilmiş alelade yük hayvanlarının ötesine geçmez. O zavallılar hayvancıklar, Ata Sporlarını taşıyacak güç ve dermana sahip değiller.
Buraya aldığımız, mimari ve Ata sporu özelindeki “Millilik” etiketi vurulan hemen her şey, miadı dolmuş, kendini yenileme kabiliyetini yitirmiş, ve yaşanan çağın tercihlerine cevap vermeyen şahsi meraklar olmanın ötesinde bir değer ifade etmiyor.
Amatörlük ve acemiliğin katlanılamadığı üç konu var; Siyaset, spor ve müzik. Bu üç sektörde uluslararası tercih ve gelişmiş kaliteler söz konusu. Türkiye'de bu işlerin kendilene teslim edildiği ellere bir kez daha göz atarsanız, ne kadar haklı olduğumu anlayacaksınız. Saray'ın bile, Ata yadigarı sayılan sporları, ailenin IQ seviyesi en problemli ellerine teslim etmesi rastlantı mı?
Kadir Gürcan