Bilmem sizin de dikkatinizi çekti mi? Fiili olarak Başkanlık Sistemi atmosferinde yaşıyoruz ama, işler hiç de beklendiği gibi gitmiyor. İnsanlık hali, Sayın Cumhurbaşkanı herhangi bir sebeple ulaşılmaz olduğunda herkes birbirinin yüzüne “Şimdi ne olacak?” diye garip garip bakmaya başlıyor. Gerçi, “55 ilde aynı anda yapılan operasyonlarda...” klişesi imdatlarına yetişiyor ama, nereye kadar?
Neredeyse on gündür ortalarda görünmeyen Cumhurbaşkanı ortaya çıkınca, herkesten çok, Saray'ın iç avlusu sevindi. Aksi halde, iyi saate olsunlar, yüzünü gösterene kadar uzun bir devlet tatili yapacaktık. İki bayram arasını iş yaparak değil de, yeni tatiller ile birleştirmek kimin aklına geldi bilmem. Daha kötüsü, yaşanan yayın aksamalarını telafi etmek için girilen reklam araları uzatmak, zihinlerdeki soruları artırmaktan başka işe yaramıyor.
Daha ambalajı dahi açılmayan, dumanı üzerinde tüten, ter ü taze sistemin bir anda böyle dökülmesi garip değil mi? Bir kişiyi kutsamak ya da memnun etmek için sistem değişikliklerine gitmek pek akıl karı değilmiş.
“İlle de başkanlık!” diye tutturanların, ilk raund sonunda havlu atabileceği ihtimali hiç kimsenin aklına gelmemiş. Rakibinin yumruğunu yemeyen, kendi yumruğunu balyoz zannediyor. Başkanlığı, padişah mührü gibi kullanacaklarını zannediyor olabilirler. İdari sistemin temelleri ile oynayınca, zaten zayıf devletin köhne dalları sonbahar yaprakları gibi dökülüverdi.
Eskiden “Yetki verin, görün!” deyip başımızın etini yiyenlerin, elleri beklenenin ötesinde yetki ile donatılmış durumda. Artık “Yerimiz dar, oynayamıyoruz!” bahaneleri olmaması gerekiyor.
Bir istisna olarak, iki İstanbul Seçimlerinde alınan yaranın derinliği bazı ütopik vaadlerin önünü kesmiş olabilir ancak, bu lokal bir engelleme olarak görülebilir. “Türkiye İstanbul'dur!” muhafazakar sloganı da çökmüş oldu ama, Saray ve iktidarın bunu anlaması için üç ay geçti.
Saray ve iktidar İstanbul müdafaası için ter dökerken, yurtdışı gelişmeler rafa kaldırılmıştı. Dünyadan ve dünya gündeminden sürekli kopan Türkiye gibi ülkeler için bunlar sırada savrulmalar. Bu tür ülkeleri gündemde tutan şey, lüzumsuz yere yaptıkları silah yatırımları olur. Son bir yıldır Türkiye'nin Rusya'dan alacağı S400 ve ABD ile yaptığı F 35 sözleşmeleri Nato ve Rusya'nın en sıcak konusu haline geldi.
Mesele Türkiye'nin, Rusya ya da ABD'den alacağı askeri silahlarla, bölgede tehlike unsuru haline geliyor olması falan değil. Rusya ve ABD arasındaki bir bilek güreşi. Havuz medyasından bazıları, S400 füzeleri ile, ABD'ye savaş açacağımızı ve artık Ortadoğu'nun en güçlü ülkesi olduğumuzu ima eden yazılar yazıyorlar. Eh, bırakın biraz nefes alsınlar. İstanbul düştükten sonra aklı dengelerinin yerine gelmesi için biraz vakit geçmesi gerekiyor demiştik. Bir fikir versin diye şuraya yazayım; ABD'nin, 2019 yılında askeri harcamalar için ayırdığı resmi bütçe 733 Milyar Dolar. Gayrıresmi harcamaları siz düşünün.
Dünyada silah üretim piyasasını elinde bulunduran ülkelerin en yağlı müşterileri, az gelişmiş, halkının açlık sınırında dip yaptığı, ölümlerin daha çok salgın hastalıklardan olduğu üçüncü dünya ülkeleri. Ortadoğu ve Afrika'da halkın yaşadığı sefalete rağmen, devlet güçleri, modern ülkelerin ürettiği son model silahları kullanıyorlar. Ulaşıma elverişli olmayan arazilerde, araziye uyumlu, Japon ya da Amerikan yapımı dört çekerli jeepler bu problemi aşmaya uygun üretilmiş. Türkiye'de askerlik yapanların, gözlerinin parladığını görür gibi oluyorum. Askeri arazilerde, 1950'li yıllarda ABD'den gelen jeepler akıllarına gelmiş olabilir. Onlardan bahsetmiyorum.
Peki bu kadar pahalı lojistik kime karşı istifleniyor? Ülke içindeki muhalifler işte bu son model silahlarla yola getiriliyor. Ekranda, Saray'dan seyredildiğini bilen, ücretli stratejist ve uzmanların palavralarına sakın inanmayın. S400'lerle Suriye'yi vurup, Filistin'i hürriyetine falan kavuşturmayacağız. S 400 etrafında koparılan tantana ve şamata, Saray'ın İstanbul Seçiminde kaybettiği zemin için harcanan yeni bir altyapı çalışması. Aşkta kaybeden Saray'a kumarda kazandırmayı kafaya koymuşlar!
Sayın Cumhurbaşkanı yetki açısından bir problem yaşamıyor. Ülkenin faydasına ya da zararına olduğu sorulmayan, bilinmeyen, araştırılmayan ya da test edilmeyen binlerce icraat günlük insiyak ve heyecanlarla sürdürülüyor. Merkez Bankası Başkanı'nın değiştirilmesinden sonra beklenen faiz indirimi gerçekleştirildi. Cumhurbaşkanı'nın dediği gibi şimdilik kıyamet kopmadı.
Bu tür Şark Kurnazlığı ve akl-ı evvel tavırlar için Nasreddin Hoca'nın fıkrasını bilmem kaç defa anlattım, hatırlamıyorum. Hoca, yanındaki öğrencileri ile akşam namazı çıkışında çarşıdan evine dönerken, bir kaç tane hırsızın, testere ile bir dükkanın asma kilidini kestiklerini fark eder. Talebeleri Hoca'ya dönüp “Hocam, bunlar ne yapıyorlar böyle?” diye sorunca, Nasreddin Hoca, “Keman çalıyorlar!” diye cevap verir. Talebeler “Hocam, bu nasıl keman? Hiç sesi çıkmıyor!” deyince, Hoca “Bunun sesi, sabah duyulur!” diye karşılık verir.
Türkiye'nin içine düştüğü belirsizliğin nasıl dağılacağı konusunda hiç kimsenin en küçük bir fikri yok. Her şeyi, Cumhurbaşkanı'nın halletmesi gerekiyor. Bir sebeple ortadan kaybolduğu zamanlarda, aniden reklama girmek zorunda kalanlar, süreyi hesap edemedikleri için şaşkınlıktan kurtulamıyorlar. “Başkanlık bu muydu?” diyerek şaşkın şaşkın birbirlerinin yüzüne bakmaları bu yüzden. Reklamları fazla uzatmayın, insanın aklına kötü kötü şeyler geliyor, ona göre.
Kadir Gürcan