Şimdi, iktidar için, sözleri Yusuf Hayaloğlu'na ait “Ne söyledim ki, çektin kapıyı gittin!” şarkısını dinleyerek, yastığı yüzüne kapatıp ağlama zamanı. Hatta toplu ağlayıp, ağıt yaksalar da yeridir, zira bu elem tek yüreğin güç yetireceği cinsten değil. Şarkı anonim hale geldiği için, şu an iktidarın musluğuna dayanmış sanatçı görünümlü palyaçolar ve Ortaoyunu meddahları bu önemli sanat etkinliğini icra edebilirler. Söz yazarı da zaten öldü.
Türkiye'de her şey baş aşağı gitmeye başlayınca, beklenenin ötesinde yeni bir trendin yükselişine şahit oluyoruz; aşırı duygusallık. Küsen, alınan, baş başa verip ağlaşanlar, çareyi, şehir içinde ya da en yakın il ve ilçelerdeki yatır, kabir ve mezarlıklara seferler düzenlemede buldu.
İktidarın, son bir kaç aylık kahve ve yıldız falından da üç vakte kadar, Lale Devri'nin geri döneceğine dair bir işaret görünmedi. Ay tutulmuyor. Yakın bir tarihte de güneş tutulması beklenmiyor. Saray'a bağlı Cinci hocaların Dolar kuruna bağlı, maaşları ödenemediği için onlardan da iyi haberler gelmiyor. Ama onlara müstehak. Dolar'ın hareket yönünü tahmin edemiyor ve yükselişine bir çare üretemiyorlar. Elin, yabancı işbirlikçi ve ajan(!), piyasa değerlendirme kuruluşları ne diyorsa çıkıyor. Eğer, yılın son çeyreğindeki Dolar tahminleri bir tutarsa, iktidarın akıl hocaları, pardon cinci taifesi, kendilerine yeni iş bulsunlar. Türkiye'de boşanma oranları artmış, o eski işlerine dönüp, çöpçatanlık yapabilirler.
31 Mart seçim mağlubiyetinin iktidar ve Saray'ın alışkanlık haline getirdiği ve saplanıp kaldığı kötü ahlak dışında bir mazereti yok. Millet malına çöreklendikleri için dinen büyük vebal altına girdiler. Demokrasi deyip, saltanat ve despotizme saplandıkları için demokratik cinayet işlediler. Bundan büyük günah bundan kötü sicil mi olur? Dini cezadan endişeleri yok ama, demokrasiyi katlettiklerinden dolayı, cezanın bu kadar çabuk kesileceğini tahmin edememişler.
Yerel seçimlerden sonra ağır bir depresyona giren İktidar Ekibi'nin bu kadar sarsılacağını kimse beklemiyordu. Efkar dağıtacak, birbirlerinin omuzuna baş koyup için için ağlayacak gözden ırak mekanlar arıyor gibi bir halleri var. Mitinglerde ilan edilen seferberlik emri, en az Balkan Savaşlarında, Osmanlı'nın aldığı yenilgi kadar derin ve tedavisi zor bir gedik açtı. İstanbul'un düşmesinden sonra, YSK ile işbirliği yapıp, demokrasi görünümlü bir hile-i şeriyye peşindeler.
Piyasadaki mukaddes kavram enflasyonu da dikkat çekici. “Beka” muhabbetinden arta kalan döküntüler, şimdi de “Dava'ya ihanet” mazoşizmi için heyecan tacirliğine başladılar. Meğer, İstanbul'a bağladıkları Beka, ihale ve haksız kazanç için verilen bir mücadelesiymiş de haberimiz yokmuş. Şimdi de, hep bir ağızdan, Saray'ın kuyruğunu dik tutmak için bayatlamış Mehter Marşına hep bir ağızdan tempo tutuyorlar. Dini mukaddesler de dahil, insani bütün değerlerin üzerine çöken Saray'ın ağırlığını kaldırmaları kolay olmayacak.
Seçim mitingleri boyunca ne olduğu bir türlü anlaşılamayan 'Beka' ısrarı vatandaşı ikna etmeye yetmedi. Kim bilir, belki bu umumi vicdanın bir eyvallahsızlığıdır. Ya da, “Alternatifleri yok!” dayatmasına karşı, riskli yeni bir tercih de olabilir. Her iki durumda da, kendilerini “Beka”nın sigortası görenlere karşı öyle olmadıklarını gösteren bir netice ortaya çıktı. Yani Saray'ın Beka blöfü tutmadı. Vatandaş, “Biz sizsiz de yaparız!” mesajını gayet açık olarak verdi.
Neredeyse bir ay oldu, iktidarın kan kaybetmesine karşılık, mitinglerde seslendirilen dış ülke ve düşman işgaline uğramadık. Saray ve iktidarın duygularını inciten en büyük gerçek de bu olmuş olmalı. Geçen hafta Damat Hazretleri'nin ABD'ye düzenlediği seyahat, barış çubuğu üflemek içindi. Hala durumun farkında değil anlaşılan, ekonomik büyümeden bahsederek, kendisine güldürmekten vazgeçmiyor.
Cumhurbaşkanı en son partililerle bir araya geldiğinde, hamasete dayalı bir derlenme toparlanma edebiyatı üzerinden yol almaya çalışmış. Kendisinden başka ciddi çalışan olmadığı yönündeki serzeniş ve şikayetleri de zaten bir aydır parti kulislerinde konuşulup duruyordu.
Yerel seçimlerde çalışmayanlar, Saray ve Cumhurbaşkanı hakkında ileri geri konuşarak zihni karışıklığa sebep olanlar, güya “Dava” ya ihanet etmiş sayılacaklar. Hele yeni oluşumlarla gizli gizli buluşup, toplantı yapanların dünya ve ahirette gidecek yerleri yokmuş. Seçim'de iş görmeyen “Beka” edebiyatı, seçimden sonra “Dava ve dava sadakatine” dönüştü. Yaptığınız işi demokratik bir anlayıştan çıkarıp, dini suistimale döktüğünüzde, kavramların ömrü işte bu kadar kısa oluyor. Koskoca “Beka, devlet-i ebed müddet!” beklentileri, İstanbul'un düşmesiyle itibarını kaybetti. Ertuğrul Dizisi'ne ayıp olmadı mı?
İktidarın Kızılcahamam görüşmelerine davetli değildik. Konuşma öncesi, Mehter Marşları'nın, dinlemekten gına geldiğimiz, “Düşmandan alalım eski yerleri...” nakaratlı parçası mutlaka dinletilmiştir. Halbuki Yerel Seçimlerden alınan ağır yaradan teselli bulmak için, “Ne söyledim ki, çektin kapıyı gittin?” şarkısı duyguları daha iyi dile getirmez mi? Partide o kadar küskün var, hepsini dövecek haliniz yok ya!
Kadir Gürcan