Sistem arayışlarını bir kenara bırakmış ve demokrasinin nimetlerinden doyasıya istifade eden ülkeler gelişmişlik kalitelerini artırmakla meşguller. Bu ülkeler basın özgürlüğü ve düşünce hürriyetini demokrasinin “Koruyucu meleği” sayıyorlar. Sıradan vatandaşların haklarını korumaya yönelik demokratik hakları, anayasanın değişmez, temel maddeleri temin ediyor.
Siyaset bilimcileri, tam aksine, “Olgunlaşmış demokrasilerde, özgür basın ve düşünce hürriyeti, demokrasinin koruyucu kanatları altındadır.” pasajında ısrarlılar. Yumurta-tavuk mihverindeki bu akademik tartışma, her iki unsurun da birbirine yaslanarak gelişmesi gerçeğini kuvvetlendiriyor.
Ülkesi ve vatandaşları üzerinde hegemonya kurup, diledikleri gibi hüküm sürmeye niyetli despot idarelerin işe basın camiasından başlamaları rastlantı değil. Tutuklanan her basın mensubu ve tepesine kayyım indirilen her medya kuruluşu, demokrasiden kopuşun en önemli kanıtı. Hapisteki gazeteci-yazar, muhabir ve basın mensubu sayısının rekor seviyeye ulaştığı ülkelerde demokrasiden bahsedilmiyor.
Geçen hafta içinde Türkiye’de mahkemeye çıkarıldıktan sonra tutuklanan gazetecilerin ardından, sırada altı yüz basın mensubuna da aba altından sopa gösteriliyor. Demek ki liste kabarık. İktidar sözcüsünün Saray’dan ödünç aldığı anti-demokratik rol gereği sarf ettiği “Bazı gazeteciler ayağını denk alsın!” tehdidi boşuna değilmiş.
Eski ABD Başkanı’nın 2003’de, yani ABD askerlerinin Irak’a girmelerinden üç hafta önce yaptığı konuşma, Union Speech, Halka Sesleniş, “Sixteen Words” (On altı kelime) olarak isimlendiriliyor. Bush bu konuşmasında, Irak’a yapılacak askeri bir müdahalenin stratejik ve mantıki gerekliliğini izah ediyor. Bush’a göre, Irak lideri Saddam’ın Nükleer silah yapımı için, gizli anlaşmalarla Afrika Ülkelerinden uranyum ithal etmesi, askeri müdahalenin en güçlü motivasyonu. Kabinenin güçlü isimleri, Cheney, Rice, Powell’ da Başkan’ın arkasında duruyorlar.
Irak’a askeri müdahalenin ardından, işler beklendiği gibi gitmiyor. ABD Başkanı ve ekibinin Irak’ın nükleer silah ürettiği iddiasına inandırıcı delillere ulaşamaması herkesin neşesini kaçırıyor.
Bush’un Irak saplantısına, kurma bahaneler aradığını düşünen bir kaç köşe yazarı ve gazeteci işin peşini bırakmıyor. Robert Novak, Judith Miller ve Chris Matthews (Google’den bu isimlere rahat ulaşabilirsiniz! İlk’i hariç diğerleri hala hayatta.) ciddi takip ve araştırmalarla Irak’ın nükleer silah üretme iddialarının aslı-astarının olmadığını ortaya koyuyorlar. Basın ve düşünce hürriyeti semeresini veriyor. Gazeteciler Amerikan Halkına “ABD Başkanı, Irak konusunda sizi aldatıyor!” uyarısını yapıyorlar. Basın, vatandaşlarına karşı vazifesini bihakkın yerine getirmiş oluyor.
Gerçekten, aradan geçen bunca zamana rağmen Irak’ta nükleer silah yapıldığına dair mukni delillere ulaşılamıyor. Kabinenin en güçlü ismi Powell, emekli olduktan sonra yazdığı hatıralarında, mesleki kariyer hayatının en büyük yanılgısını ve Bush Hükümeti’nin bu affedilemez hatasını itiraf ediyor.
Bu anekdotu, bizdeki gazeteci-yazar takımının ne halde olduğunu takdir edesiniz diye aktardım. Geçen hafta, önüne konanları tüketmekten bıkan bizdeki beslemelerden birisi, ümitsiz, yorgun “Yeni yapılan Anayasa konusunda neden kimse bir şey yazmıyor/yazamıyor?” diye soruyor. Herkes gibi o da, yapılan Anayasa’nın şu an gücü elinde bulunduranlara daha fazla kudret, dokunulmazlık ve kirlenen sicilleri için iyi bir tezkiye kurnası vazifesi göreceğini çok iyi biliyor. Anlayacağınız, 15 Temmuz’dan sonra çıkarılan KHK’ler kanunlaşacak, o kadar. Dolayısıyla, ‘Yeni Anayasa’ diye hazırlanan metin, basına, halka ve özgür düşünceden gizlenerek imal ediliyor.
Arada sırada mesleğini hatırlayıp of-puf ederek vicdanlarını rahatlatanların yanında, “Omurgasızım ama, hayatımdan memnunum!” diyerek aynı sektörden köşeyi dönenlerin sayısı az değil?.
Neredeyse bir asırdır, gerçek demokrasi ve basın ile bir türlü tanışamamamız boşuna değilmiş? Neylersiniz, kader.
Kadir Gürcan