İktidar ve hükümetin resmi propaganda yayın organlarından hep aynı şeyler seyretmek zorunda olmak katlanılmaz bir işkence. Sürpriz yok, heyecan yok. İnsan, ister istemez kendisini Soğuk Savaş Yıllarının tozlu ve gri havasında hissediyor. Tek Parti iktidarlarının en büyük yanılgısı bu. En az, yüzde kırk dokuzun kendilerini desteklemediklerini hatta sevmediklerini unutuveriyorlar.
TRT’nin tek kanal olduğu yıllarda, film aralarına giren ve bitsin diye beklediğimiz kötü reklamlar gibi. Tek farkla ki, bitmek bilmez bir algı operasyonuyla karşı karşıyayız. Hiç olmazsa o yıllarda TRT Türkçeyi iyi kullanmaya dikkat ettiği için işe yarıyordu. Şimdi öyle mi? Günde bilmem kaç defa, büyük ekran TV’leri işgal eden Saray eşrafı, insanları canından bezdirdi. Kullanılan dili mevzu bile etmiyoruz.
İç siyasetin iyice heyecansızlığa gömülmesinden midir nedir, Zat-ı Alileri sudan bahaneler bulup bir ülkeye kafa tutmadan, tehdit savurmadan gününü geçiremiyor. İş yapamasalar da nam u şöhretin aleme yayılmasının en iyi yolu bu. Dıştan içe bir imaj problemi yaşandığı belli.
ABD’nin iki önceki Başkanı Bush, her sabah olağan-resmi görüşmelerinde, “Lord of War, Savaş Prensi” olarak şöhret bulan Dick Cheney’e “Hey Dick, bu sabah hangi üçüncü dünya ülkesini bombaladın!” diye takılırmış. Durumumuz farklı değil. Mevcut iktidar, her gün bir ülke ile dalaşmayı, olmazsa Anti-Amerikan söylemlerle iç siyasete ayar vermeyi günlük egzersizler haline getirdi.
17-25 Aralık münasebetiyle düzenlenen Şeb-i Aruz gecesinde -ki nezaket, kibarlık, çelebi gönüllü olmanın adresi olarak bilinir- savrulan tehdidin haddi hesabı yoktu. Ya hu, Mevlana’nın Mesnevisi ile de insan dövülmez ki? Elli binden fazla insanın suçsuz yere yattığı, bir o kadar ailenin de mağdur olduğu bir ülkede, idareyi elinde tutanlar bir de Mevlana’yı suiistimal etmezler mi? İnsanlar da bunu ekrandan seyretmek zorunda kalıyorlar.
Mevlana Merhum için, Şeb-i Aruz, Büyük Buluşma’ya kanatlanma günü sayılan 17 Aralık, bazıları için bütün kayıpların başlangıç günü oldu. O gün geldiğinde bütün muhakeme ve insicamlarını yitirmeleri bu yüzden. Her günlerine kavga edecekleri, düşman üretecekleri ya da vatan millet menfaati düşünmeden nota gönderecekleri bir ülke buluyorlar. Kaderin cilvesine bakın ki, 17 Aralık’ta bednam ile hatırlanacaklar.
Geçen hafta gündemi tutan Kudüs hamaseti bile heyecanları tetiklemeye yetmedi. Alın bir tane zorlama vecize; “Kudüs, insanlığın uyanmasına vesile olacak!” Kudüs insanlığın problemi değil ki! Ortadoğu’nun onlarca probleminden sadece bir tanesi ve liste başı değil. Bir tane aklı başında birisi de “Hangi uyanıştan bahsediyor?” diye de şerh ve izah talebinde bulunmadı. Herhalde, Mesnevi-i Şerif'te, Kudüs’e uyacak bir mısra bulunamadı.
Kudüs Meselesinde AB’nin farklı tutumunu, Türkiye’nin siyasi bir zaferi gibi algılayıp Milenyuma yeni bir Selahaddin-i Eyyübi kazandırmak için nefes tüketen havuz medyası da çaresiz. Kırık kol ile sağa sola yumruk sallayan Sayın Cumhurbaşkanı’nın dünya kamuoyundaki yıpranan imajını toparlamak çok zor. Arap aleminden bile, dişe-tırnağa dokunur bir tebrik gelmedi. Onlar da dağılan Türk Dış Politikası için kaçış yolu arandığının farkındalar. Biçare, maaşlı köşe yazarları “Erdoğan’ı sevme rehberi!” divanelikleriyle “Dünya sevimlisi!” liderlerinin nasıl takdir ve takdim edilmesi gerektiğine dair el kitapçıklarıyla durumu kurtaracaklarını sanıyorlar.
Stratejik yörüngede yer bulamayan, şahsi ve agresif çıkışların pahalı faturalarla geri döndüğünü defalarca tecrübe ettik. Türk Siyasetçilerinin bütün manevraları günübirlik ve tutarsız. Hareket zeminleri her gün biraz daha daralıyor.
Ertuğrul dizisindeki zorlama hamaset artık ilgi uyarmamaya başladı. Yeni bir Selahaddin-i Eyyübi dizisine ihtiyaç kaçınılmaz. Aralara bir yere Sayın Cumhurbaşkanı’nın “İnsanlığın uyanışı...” gibi lise seviyesindeki deyişlerini serpiştirmeyi ihmal etmeyin, sakın.
Kadir Gürcan