Rahmetli Nasreddin Hoca'nın alınganlığı dillere destandır. Hanımı bir gün, “Hoca, yanıma fazla sokulma az öte git!” deyince, rahmetliye fazla dokunmuş. Vefakar dostu, yol arkadaşı Karakaçan'a binip siniri dağılana kadar, şöyle bir açıldıktan sonra, geriye dönüp “Hanım, daha gideyim mi?” diye kendi kendine söylenmiş.
Siyasi hayatta fazla vakit harcayanların yaşa bağlı rahatsızlıkları farklı şekilde tezahür ediyor. Sıradan insanlar son demlerinde tul-u emellere düşüp, para ve ömür konusunda yeni hırslara kapılırlarmış. Siyasi figürlerde bilinen bu semptomlara, fazla alınganlık, siyasi görünürlük, egoizm, narsizm gibi kronik durumlar da ekleniyor. Siyasi güçleri ölçüsünde, memnun edilmeleri, gönüllerinin alınması ve küskünlüklerini giderilmesi için harcanan emeğin bini bir para.
Dünyayı kasıp kavuran öldürücü virüse karşı herkes canla başla bir şeyler yapmaya çalışıyor. Bu tür umumi felaketlerde devlet imkanlarının seferber edilmesi kahramanlık ya da civanmertlik değil. Devlet dediğimiz aygıtın varlık hikmeti bu. Hükümet ve iktidarların, yüzyılda bir ya da iki kez tekrar ettiği bilinen bu tür umumi afet, felaket ve salgın türünden sürprizlere karşı kendilerini hazırlamaları ve muhtemel senaryolara karşı stratejiler geliştirmeleri bir vazife. Ulufe ya da bağış değil.
Türkiye'de, malum virüse karşı, yapılması gereken hazırlıklar konusunda aymazlık ve geç kalmış olmanın ayıbını romantik ve duygusal dokunmalarla hafifletmeye çalışan Saray ve hükümet yetkilileri zor durumda. Sırtlarını tapışlayan medya mensupları da bu konuda çaresizler. Dünya virüs ile çalkalanırken, Saray'ın bir hafta ortadan kaybolması işleri daha da kötüleştirdi. Gündem, Saray'ın elinden kayıp öldürücü bir virüsün eline geçince Cumhurbaşkanı alındı mı ne? Saatlerin, hayati önem arz ettiği bir anda, haftalık kaybolmalarla öfke dağıtmak pek hayra yorulmadı doğrusu.
Maaşlı medya takımı için zor günler oldu. Aşağı tükürseler sakal, yukarı tükürseler bıyık. “Nerede bu devlet?” diye soracak halleri yok elbette.İçişleri Bakanı'nı kimse ciddiye almadığı için onu zikretmeye değmez. Sonunda iş, Sağlık Bakanı'nı parlatmaya kaldı. Sayın bakanın salgın konusunda yaptığı basın toplantılarını kaleme alan yazar-çizer takımı, virüsten daha çok, Bakanın jest ve mimiklerinden mana çıkarma yarışına girdiler. Turkish Air One'da Cumhurbaşkanı'nın omuz başına tüneyen, mangalcı yazar, 17 maddede, Sağlık Bakanımızı neden sevmemiz gerektiğine dair bir yazı bile yazdı. Aklınca “Cumhurbaşkanımızı sevmemiz lazım ama, şu an ona ulaşamıyoruz. Sağlık Bakanı ile idare edelim.!” demeye getiriyor.
Saray ve hükümetin kafa üstü çakıldığı yerlerde bakanlardan biri ile gündemi meşgul etmek adettendir. Yıllar önce, Soma'daki maden patlamasında, “Beyaz gömlekli bakan!” diye yere göğe sığdıramadıkları devletli, Türk Siyasi Tarihine “Bu işi üç yüz'de kapatırız!” tökezlemesi ile yazıldı. Medya mensupları için, üç yüz kişinin hayatına mal olan felaket değil, bakanın üç gün boyunca beyaz gömleğini değiştirmemesi daha trajik ve romantikti.
Bir haftalık gecikme ile de olsa gündemdeki yerini alan Cumhurbaşkanı, işi tarihi malzeme ile kurtarmayı tercih etti. Hz. Ömer (RA) döneminde yaşanan veba salgınını, hükümet ve idari beceriksizliklerde kullanmak ucuz tüketim alışkanlıkları arasında sayılır. Güya “Hz. Ömer döneminde de olmuş! Bizim dönemimizde olması çok mu? Abartmayalım!”a getirecekler. Üzerinde durulması gereken asıl hafiflik bu. Yoksa, Cumhurbaşkanı'nın yarım yamalak İmam-Hatip bilgisi ile, itikadi meselelerin en grifti kabul edilen Kader konusuna yeni bir açılım getirdiğini Ti'ye alacak halimiz mi var?
Hz. Ömer (RA) dönemi çok hususi bir dönem. Müslüman alimlerin çok az insan için kullandıkları, “Akranları, onun gibisini görmedi, o da kendisi gibi birini görmedi!” hususiyet, İkinci Halife için çok yerinde bir tarif. Halife, aynı yıllarda, Sevad Arazilerinde, kırk bin (sayıda farklılıklar olabilir!) binek hayvanını yedekleyecek kadar da ileri görüşlüdür. İstişare meclisindeki bir çok arkadaşı bile onun bu stratejilerini anlamakta zorlanmışlardı. Borç için IMF'nin kapısına dayandığına dair bir tarihi kayda da ben rastlamadım.
Ortadoğu'lu hükümet yetkilileri, kenarından köşesinden Hz. Ömer ve onun devrine ait başarılardan kendilerine pay çıkarmayı pek severler. Müslüman toplumların Hz. Ömer (RA)'a olan bu tutkuları, ümmetin her zaman suistimale açık yumuşak ve naiv yanlarındandır.
Otuz yılı aşkın bir süre Mısır Halkının başına musallat olan Hüsnü Mübarek geçtiğimiz haftalarda, sıradan bir diktatör olarak öldü. Kaybı fazla ses getirmedi. İktidar olduğu yıllarda, Türkiye'deki duruma benzer manzaraların Mısır'da gerçekleşmiş olması garip değil. Hakkında üretilen fıkralardan, Mübarek'in de bizdeki mangalcılara benzer tipleri etrafına topladığı anlaşılıyor. Bir gün etrafındakilerden birisine, “Söyle bakalım, ben mi büyüğüm yoksa Abdunnasır mı büyük" diye sorar. Yardımcısı, "Tabii ki siz büyüksünüz efendim!" diye cevap verir. Mübarek, “Neden?” diye sorunca, yardımcısının cevabı hazırdır; "Abdunnasır İsrail'den korkardı siz korkmuyorsunuz, o yüzden!"
Mübarek aldığı cevaptan gayet memnun, "Söyle bakalım ben mi büyüğüm yoksa Enver Sedat mı?" diyerek neşesini derinleştirince, cevap yine "Elbetteki, Siz büyüksünüz" şeklinde olur. "Neden?" diyerek sözüne devam eden Mübarek, bu kez "Çünkü, Enver Sedat İhvan-ı Müslimin'den korkardı siz korkmuyorsunuz." cevabı ile daha bir neşelenir.
Mısır'ın yakın siyasi tarihi açısından, kendisini karşılaştıracak başka birini bulamayan Hüsnü Mübarek "En büyük sizsiniz efendim!" şehvetine kendini kaptırınca hızını alamaz. Bu sefer, "Söyle bakalım, Hz. Ömer mi büyük ben mi büyüğüm? " Yardımcısı yine, "Siz efendim" cevabını verir. Neden büyüğüm peki? " diye sorunca, Mübarek'in mangalcısı, “Çünkü Hz. Ömer Allah'tan korkardı, siz korkmuyorsunuz!" diyerek, Ortadoğulu diktatörlerin alnına tarihi bir hakikati çiviler.
Rahmetli Nasreddin Hoca ve eşi arasındaki didişmede, bizi asıl ilgilendiren olayın dışında olan Karakaçan'ın kaderi. Karı-kocanın kaprislerini gidermek zavallıya düşmüş. Vatandaş olarak, bir tarafta ekonomik sıkıntılar diğer tarafta uçurumdan yuvarlanan bir ülke ve her gün büyüyen virüs tehlikesi altında bunalmış durumdayız. Bu yetmezmiş gibi, Hz. Ömer (RA)'dan rol çalmaya çalışan Ortadoğulu halife taslaklarının kaprislerini sineye çekmek ya da işaret edilen bir bakanı sevmeye zorlanmak katlanılır çilelerden değil doğrusu.
Kadir Gürcan