Geçtiğimiz Pazar akşamı, Saray medyası için zor oldu. İBB Başkanı için kurgulanan operasyonun her anını manşetlerine kalın, abartılı, kırmızı puntolarla taşıyan yandaş medya, muhalefetin ön seçimde cumhurbaşkanı adayını İmamoğlu olarak belirlemesini görmezden gelmek için gayret sarf ettiler. O gelişmenin iftar vaktine geldiği için biraz Ramazan mahmurluğuna uğramış olması kuvvetle muhtemel, ancak iftardan sonra da durum değişmedi.
Saray ve iktidar düğmeye bastıkları gelişmelerin kontrolden çıkması karşısında ne yapacağını bilemiyorlar. Türkiye gündeminde en hayati konuların kullanım süresi Cuma günü mesai bitimine kadardır. Bu kez öyle olmadı. İBB Başkanı'nın kanuni işlemleri ve cezaevi rezervasyonları önceden planlandığı için, nöbetçi hakimler hafta sonu mesaisi yapmak zorunda kaldılar. İktidarın bir anda hukuk hâmiliğine soyunuvermesine hepimiz şaşmadık desek yalan olur. Bir de “Bırakın hukuk görevini yapsın!” diyerek arkasına sığındıkları klişeler yok mu, insanın “Tek sermayeleri utanmaz ve arlanmaz bir surat!” diyesi geliyor. Baskıcı ve zorba idarelerde hukuk ve kanun sadece muhalifler için işler. İktidar yanlısı, taraftar ve hükümete sırtını verenler için korku ve endişeye mahal yoktur. Pazar günü “Hızlı geçiş!” şeridinden görülen İBB Başkanı davası da bunun en sıcak örneğiydi.
Saray medyasının bu gelişmeleri takipte en fazla zorlandıkları şey, bundan böyle İBB Başkanı'nın hangi unvan ile anılacağı konusu oldu. Şimdi ne diyecekler? Google'in “Beylikdüzü Eski Belediye Başkanı.” şeklindeki algoritmik değişimini havada kaptılar ancak, dünyaca meşhur arama motoru da tepkilere dayanamayıp geri adım atmak zorunda kaldı. Gelinen noktada İmamoğlu için, mahpus ve mağdur İBB Başkanı, Eski Beylikdüzü Belediye Başkanı, muhalefetin cumhurbaşkanı adayı… isimlendirmelerinden hangisinde karar kılınacağı belirsizliğini koruyor. Eski Başkan için övgü, takdir ya da öyle ya da böyle popüleritesine yardım edecek herhangi bir girişimin Saray'ın sinir uçlarına dokunacağı aşikar.
Hala herkes ne olduğunu anlamaya çalışıyor. İktidar mensupları ve muhalefet içindeki gizli aşıkları ters köşe olmuş durumdalar. Sırtını Saray'a dayadığı için mermi ve lojistik sıkıntısı çekmeyen tetikçiler an itibariyle toz kaldırmaktan gayet memnunlar. Şu kadar var ki gazeteci-yazar olmaktan çok tetikçilik yapıyorlar ama “tetikçi ve saldırma” şeklinde anılmaktan rahatsızlar.
Daha ilk günden hazırlandığı belli ve ısrarla tekrar ettikleri “Sokakları teröristlere teslim etmeyiz!” hafifliği şu ana kadar sığındıkları tek bahane. İyi de, göstericilere karşı kullanılan taktiklerin her yönüyle baskıcı idarelerden ithal edildiğini haykırıyor. Demokratik hak ve refleksleri orantısız güç ile bastırmayı maharet zanneden rejimlere yabancı değiliz. İran'ın her sokak gösterisinden sonra göstericilere layık gördüğü acımasızlığı ibret-i alem övgüsü ile paylaşması bu yüzden. Önemli olan idarenin duruma hakim olduğu imajının cümle aleme ve özellikle seçmen tabanına ispat edilmiş olması.
Ee, sıkış-tepiş bir hafta içine istif edilen diploma iptali, terör soruşturması, nezaret ve sonunda da hapis cezası süreci bunun için miydi? Bir atımlık barutu bu kadar çabuk tüketince kalan zamanı buzlukta bekletilen haberlerle geçiştirmekten başka çare kalmıyor.
Saray ve iktidarın kavram geliştirmekte zorlandığı konuyu mecburen dışarıdan ithal etmek zorundayız. Financial Times, Türkiye'deki iktidarın Eski Belediye Başkanı'na başlattığı operasyonu, baskıcı idarelerin muhaliflere karşı kullandığı orantısız güç gösterilerinden biri olduğunu yazdı. Alman Dışişleri Bakanı daha çok daha net; “Muhaliflerin yeri cezaevi değildir!” deyiverdi.
Dünyaca ünlü derginin, Türk Medyası'nın hala isimlendirmede zorlandığı Eski Belediye Başkanı'nı için yeni bir isim teklifi de var; Arch-Rival; ezeli rakip. Saray'ın aldığı üç yenilgiden sonra, işi “Bırakın hukuk işlesin!” kalkanı ardında sürdürme gayreti boşuna mı? Eskiler “Elem'in hatırlanması ayrı bir elemdir!” dememişler! Bütün gayret üç yenilgiye bir dördüncüsünü eklememekte düğümleniyor. Bırakalım hukuk işlesin öyle mi?