Uluslararası münasebetlerde kimse kimsenin ayağına top yuvarlayıp, kolay kazanımlar sağlamayacak kadar bencildir. Demokratik liderler, kendisine oy verip iş bekleyen seçmenlerine hesap verme durumundalar. Türk Kamuoyu'nda Suriye'de peşine düşülen rüzgarın, Okyanus'ta med-cezir meydana getireceğini zannetmeyin. Bu tür küçük operasyonlar, Türkiye'nin derin siyasi yaralarını tedaviye yetmez.
İstatistik bir rakam vermek zor olsa da, Türk Halkı'nın büyük bir çoğunluğu, Güneydoğu Sınırı'nda yapılan sivil ve askeri çıkışların ne hedef ne de kazanımları açısından bir fikri sahip değildir. İlgilenmedikleri için değil, rutin hale dönüştüğü için. Akşam işinden evine dönen binlerce çalışanın, evdekilerin “Yine Suriye'ye giriyoruz!” günlük dedikodularına “Bizim Kocaoğlan yine dellendi desenize!” umursamazlığıyla karşılık bulacağından emin olabilirsiniz. Seçim atmosferlerinde heyecanı bir kat daha artan iktidarın, adrenalin dengesini sağlamak kolay işlerden olmuyor.
Lokal hadiseleri, mevsimlik geçiciliğinde ve perakende ucuzluğunda değerlendirmek durumundayız. “Dünya ağzımıza bakıyor. Bizsiz oyun kurulamaz...” saçmalıklarını bırakmak bu kadar mı zor? Suriye'de taşeron işlerini yapıyor olmak, Ortadoğu pastasından aslan payı alacağınız manasına gelmiyor. Planlı ve programlı bir projenin şantiye işlerini yapınca, oyun kurucu falan olduğunu düşünenler, günün sonunda inşaata ortak olacaklarına falan inanmışlar. Son üç senedir, Suriye'de asker bulunduran ABD birlikleri, orada yaz tatillerini geçirmiyorlardı, bilesiniz.
Ülkeler üç aşağı, beş yukarı birbirlerinin neye kabiliyetli olduklarını, askeri lojistik ve manevra becerilerini biliyorlar. En az, çeyrek yüzyıllık plan ve öngörülere göre stratejiler geliştiren gelişmiş ülkeler, çalışma takvimleri buna ayarlı. Rastlantı yok. Türkiye, Suriye ve Kuzey Irak üçgenindeki karmaşada kaybolmuş durumda. Gerçek olan bir şey var, Türkiye orada vazgeçilemez aktörlerden değil. Nereye konursa orada kendisini göstermek zorunda. Kötü bir talih; Bazen Rusya, bazen İran ve ne kadar efelense, bağırıp-çığırsa da maalesef, çoğu zaman ABD ile iş yapmak zorunda. Hatta, bu üçlünün güç denemesi yaptığı, ter attığı yer çoğu zaman Türkiye desek, yanılmış olmayız.
Oralarda dolaşıp, kibrine yenik düşen, önce Dış İşleri Bakanı, sonra Yedek Başbakan, neticede de istenmeyen adam olan ikinci sınıf bir akademisyenin, bütün teorileri berhava oldu. Bir tanesi bile isabet etseydi, sesimizi çıkarmayacaktık ama, nerde o feraset. Tahminleri bu derece boş olan insanların akademisyenlikleri bir daha gözden geçirilmeli.
“Esed, üç ay içinde gidecek!” deyip kurum kurum geziyorlardı. Ne vardı sanki, o günlerde, Yavuz Sultan Selim Han'ın Doğu Seferleri havası estirecek. Esed'siz sundukları hiçbir proje işlem görmedi. Bizim budalalar, kendilerini Cihan Fatihi görme hatalarının yanında, günümüz problemlerini, beş yüz sene önceki, strateji ve taktiklerle halledeceklerine inanıyorlardı. Suriye'nin Zalimi hala orada ve dünya kendisi ile çalışmaya devam sinyalleri verdi.
ABD'nin Suriye'den asker çekme kararının hangi sebeplere dayandığı şu an tam net değil. İki ileri bir geri, en az masrafla işin içinden kurtulmak için uğraşıyorlar. Sayın Cumhurbaşkanı'nın anlaşma masasında verdiği söz ve teminatları, ABD'li yetkiliden öğrendik; Türk Kamuoyu'nun duymaktan hoşnut olmadığı ve miting meydanlarında savrulan tehditleri boşa çıkaran pazarlıklar konuşulmuş. Yakın bir gelecekte Beşşar Esed ile aynı masaya oturmaları bile söz konusu.
Türk Medyası'nın “Ortadoğu'dan Haçlılar'ı sürüp çıkardık!” efelenmelerinin ne kadar gülünç durduğuna bakın. Saray, operasyonlar için lojistik desteği ABD'den alacak. Bakın, Mehter Marşı, Kılıç-Kalkan ekibi, ya da şehir magandalarının eline mahkum milli ruh'a ihtiyaç yok. Şimdi ve önümüzdeki bir kaç yüzyıl, Made In USA mühimmatlarına ihtiyacımız devam edecek.
Rusya ve İran, Beşşar Esed'le çalışıyorlar. İran ve Rus asıllı asker ve rütbeli subayların bizzat savaştıkları bile tespit edildi. Dolayısıyla, askeri yardım yaptıkları Beşşar'ın herhangi bir sebeple mağlup olmasına göz yummazlar. Nato'nun bölgeye karşı isteksizlik ve gönülsüzlüğü zaten malum. ABD, en azından şimdilik bölgeyi terk etme kararı aldı. Türk Hükümeti'nin ekonomik dar boğaz yaşadığı bir zamanda, askeri sevkıyat şehvetinin başka sebepleri olmalı.
Türkiye'nin Ortadoğu çizgisindeki bütün planları çöktü. “Peki, her şey kötü, bütün yollar tıkalı. sen ne diyorsun?” sorusuna, Nasreddin Hoca cevap versin. Cenazeye katılacak olan birkaç genç, Hoca'nın kulağına yaklaşıp, “Hocam, cenaze kabre götürülürken tabutun neresinde bulunalım?” diye fazilet düşkünlüklerini gösterince, Nasreddin Hoca “Tabutun içinde olmayın da, nerede olursanız olun!” der.
Ortadoğu bataklığını herkes, elindeki bir çubuk ya da sopa ile test ediyor. Bizim divaneler her seçim arafesinde ya Suriye ya da Irak'a operasyon yaparak bataklığın içine girmeyi strateji sayıyorlar. Tabutun içinde olmaya ne kadar da meraklılar! Dünya'nın süper gücü ABD'nin çıktığı yere girmek için neden bu kadar heveslisiniz? Birisi bunu bize izah etsin, lütfen!
Kadir Gürcan