Devlet müesselerinin tarihi geçmişi önemlidir. İnsan ömrü ile sınırlı olmayan devlet sisteminin başarı ve başarısızlığı “şimdi”yi izah ederken gelecek için vadettikleriyle de tarif ediliyor. Bu, tarihi övgü ve mefahir içinde kaybolup gitmekten çok ama çok farklı bir şey.
Cumhuriyet Türkiye’sinin üzerinden neredeyse bir asırlık bir zaman geçti, devlet müesseseleri Abdülhamit Han Merhum’un sallanan koltuğu gibi bir türlü doğru adresini bulamadı. Gelen hükümetler, “Falan bakanlığı nereye bağlasak? Bakanlıkların bazılarını başkanlığa çevirip Cumhurbaşkanlığına mı bağlasak yoksa boşta tutup, gelecek seçimlerde koalisyon olursa, koltuk değneği partilere mi yamasak?” türünden kısa vadeli hesaplardan kendilerini kurtaramadılar.
Yerini bulamayan, seyyar, önemli kurumlardan birisi de MİT. Şu an ki son adresi Saray Haziresi oldu. Anlaşılan bir süre de orada aram eyleyecek. Tabelasını bile astılar. Biz de boş durmadık adresi değişen ve gündemden hiç düşmeyen istihbarat teşkilatımıza yeni bir isim bulduk; CB-MİT, Cumhurbaşkanlığı-MİT’i. İsmi değişince mahiyeti değişmeyecek ama, olsun. Böylece İngiliz istihbarat teşkilatı ile de karışmanın önüne geçilmiş olur. Onların da bir MIT’i var. Bir de, ABD’deki aynı isimle anılan meşhur üniversite.
Teşkilat-ı Mahsusa olarak bilinen Osmanlı mirası, istihbarat birimimizin nasıl kurulduğu, kimlerden oluştuğu hala efsanedir. Geçtiğimiz on yıllarda, mukallid, sahte ve iğreti versiyonları oldu ama, Koca Han’ın kendisi gibi sır icraatları da gizemli olarak kaldı. Hazret şahsi olarak bu işlere en az marangozluğu kadar ilgi duyuyormuş. Merhum’un, İngilizler’in dedektif-roman kahramanı Sherlock Holmes’i (İlk kez 1887’de yayınlanmış!) okuyunca “İstanbul’da olsa bunu polis teşkilatının başına geçirirdim!” dediği rivayet ediliyor. Çilekeş Padişah, sıradan, günlük suçlara bakacak bir adam bile bulamamış kaldı ki, istihbarat kadrosu oluşturabilsin…
Devlet olur da istihbarat ve gizli servis teşkilatı olmaz mı? Abdülhamit Han ve Enver Paşa etrafında yoğunlaşan kuruluş aşaması için tarihi bir arka plan bulmak oldukça zor. Teşkilatta çalışmış bir kaç şahsın biyografi çapındaki dar çerçeveli anlatımları, büyük resmin görülmesini hep engellemiş. Elimizde derli-toplu bir vesika yok.
Ta Fatih dönemi ya da Kanuni’lı yıllara uzanan ve Vatikan’a kadar uzadığı söylenen gizli servis-eğer doğruysa, orada berberlik yapan birisi varmış- geçmişini, devlet-i aliye’nin çöküş dönemi tesellisi, Teşkilat-ı Mahsusa’sına bağlamak gerçekten zor. Yüz yıllık bir geçmişe doğru dürüst bir adres bulamayınca dört-beş asırlık istihbarat ve gizli servis hikayelerine pek inanasımız gelmiyor.
Üstelik devlet-i aliye’nin çöküş dönemine tekabül eden ve bir imparatorluğun görebelicegi en kötü zaaf sendromlarının hepsine yakalanan devlet müesseselerinin belki de en talihsizi, MİT. Yıkılış dönemi devlet zaaflarına adres olarak İran’lı, Rus ve Ortadoğu’lu muhbir, çaşıt, ajan ve jurnalcileri bulunmuş. Ne kötü bir teselli! Eğer gerçekten mevcut ise günlerde Teşkilat-ı Mahsusa’nın ne yaptığına dair tek-tük, sağda-solda dağılmış başarı kırıntılarından başka bir şey anlatılmıyor. “Acem Uşakları, Ukraynalı Saray Gelinleri…” gibi roman, hikaye ve senaryo çeşnisi dedikodular, koskoca devlet-i aliye’nin çöküp gitmesini, kerpiç gibi dağılmasını nasıl izah etsin?
Burnunun dibinden habersizliğin ve affedilmez hatalar zincirinin en kronik örneği Ortodoğu. Oraları İngiliz Casusu Lawrance’e emanet (!) ettikten sonra herkes rahat etmiş. “Araplar İngizlerle anlaşıp, bizi arkamızdan vurdu!” klişesine hangimiz gönülden inanmadık ve “Vay Araplar vay!” diye kafamızı sallayıp, için için Arap Ülkelerini aşağılamadık? Mesela oralarda hiç Acem Uşağı, Rus Gelini, Ukraynalı Saray Hatunları falan aramıyoruz. Tek başına Lawrance oralara yetmiş de artmış bile. Lawrance 1935’de ölmüş. Ortadoğu’nun altını üstüne getiren bu adam, 47 yaşında ölmüş…
İktidarı bir süreliğine meşgul eden hükümetlerin herşeyden önce, devletin temel kurumlarını yeni bir dizayn ile işe başlamaları, daha çok kirli sicillerini temizleme gayretinden kaynaklanıyor. Bir çoğunun buna ömrü yetmiyor ama, olan delik deşik ettikleri ve bürokraside tüketilen devlet tecrübesine oluyor. MİT’e bulunan en son adres de bu neticesiz uğraşlardan biri. Oldu olacak Diyanet İşleri Başkanlığı ile de birleştirin, çünkü şu an MİT’in en kullanışlı elemanları, zavallı imamlar.
Şimdi CB-MİT tam kadro, son on beş senedir iktidarı meşgul edenlerin etrafa saçılan günah kayıtlarını imha için ter dökecek. İyi de, sizin sahip olduğunuz dosya, vesika ve evrağın bir o kadarı da Almanya, Hollanda, İsveç ve ABD’nin elinde varsa ne yapacaksınız? Sayın Cumhurbaşkanı’nın son zamanlarda ABD ve Almanya’ya karşı aşırı hırçınlığının makul bir sebebi olmalı. Yarın bir gün bu belgeler dünya basınına servis edilirse diye şimdiden düşmanlığı kızıştırmak bayat bir manevra. Türkiye’nin Avrupa ve dünya dışına itilmesi şu an için Saray’ın pek umurunda değil!
MİT gibi devlet-i aliye bakiyesi bir çok kurum o kadar adres ve yer değiştirdi ki, şaşkınlıktan vazifelerini unuttular. Herhalde fonksiyonu biten diğer Osmanlı yadigarı eserler gibi CB-MİT’in de son adresi Topkapı Saray Müzesi olacak. Çok iş becerdiği için değil, Abdulhamit Han’ın hatırına…Onun hatırı olmasaydı yeri belli idi.
Kadir Gürcan