Sahi, yolsuzluk yapıldığını yıllar sonra açıkça itiraf eden, suçlanarak görevden alındığında da feveran ederek, “ne yaptıysam başbakanın emriyle ve bilgisi dahilinde yaptım” diyen eski bakan Erdoğan Bayraktar ne demek istiyordu? Başta siyasetçiler olmak üzere her kesim farklı açılardan yorumlarken ben de bir hadis ile bu olayı bir yorum eklemek istiyorum. 1980 yıllardı, fakülte sonrası Hadis Anabilim Dalında yüksek lisans yaparken Riyazu’s-Salihinden ezberlediğim bir hadis bir hayli zamandır zihnimi meşgul ediyordu. Özellikle ülkemizin içinden geçtiği bu uğursuz süreçte bu hadis bu zamana ait bir yorum ortaya koyuyor gibiydi.
Bana öyle geliyor ki Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, özelde ülkemizde genelde de bütün müslüman coğrafyalarda yaşanan bu uğursuz tabloyu enfes bir teşbihle anlatıyordu. Merak ettiyseniz hemen vakit kaybetmeden bu hadise bir bakalım. Sonra da hadis hakkında yapılan yorumlara göz atalım.
Kâ’b İbni Mâlik radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Bir koyun sürüsünün içine salıverilmiş iki aç kurdun o sürüye verdiği zarar, mala ve mevkiye düşkün bir adamın dinine verdiği zarardan daha büyük değildir.” Tirmizî, Zühd 43
Hadisin açıklamasını Riyazu’s-Salihin’i şerheden hocalardan dinleyelim:
Peygamber Efendimiz, çok kere, bir konuyu daha etkili ve insan zihninde yer edecek biçimde anlatmak için benzetmeler yapıp misaller vermiştir. Bu hadislerinde de aynı yola başvurmak suretiyle, hırslı ve dünyalığa çok düşkün kimselerin dine vereceği zararı, aç kurtların sürüye vereceği zarara benzetmiştir.
Kurt zaten tabiatı icabı çok hırslı ve yırtıcı bir hayvandır. Bir de aç olunca, hırsının ve yırtıcılığının ne ölçüde artacağı ve ne kadar zararlı olacağı tahmin edilebilir. Bu nitelikte iki kurt, bütün sürüyü parçalayıp perişan eder.
Mala mülke, servete ve zenginliğe, dünyalık mevki ve makama düşkün ve hırslı olan, bunları elde edebilmek ve onlara kavuşmak için her çareye başvurmayı göze alan bir insanın, hiçbir mânevî ve ahlâkî değer ölçüsü tanımayacağı ortadadır.
Böyle bir kimse gözünü hırs bürüyen en yırtıcı bir hayvandan daha zararlı hale gelebilir. Çünkü hayvan, aklı ve idraki ile değil, içgüdüleriyle hareket eder. Gözünü dünya hırsı kaplamış, gönlüne dünyalık sevgisi hâkim olmuş bir kimse, sanki birtakım insânî niteliklerinden soyutlanmış gibidir. Bu sebeple İslâm âlimleri ve özellikle meşhur sûfîler, dünya hırsını bütün kötü huyların kaynağı kabul ederler.
Bu sayılanlar bütün insanlar için kötü bir özellik ise de, dindar olduklarını söyleyenlerde daha büyük bir noksanlık ve dindar olma iddiasına yakışmayan bir haldir. Çünkü din, kendisine inananlardan her şeyden önce fedâkârlık ve ferâgat ister. Dünya hırsıyla dolu bir insanın bu güzel hasletlere hakkıyla sahip olması düşünülemez. Böyle bir kimse, dinini dünyalık elde etmeye vesile kılabilir.
Büyük sûfî ve âlim Abdullah İbni Mübârek, en kötü ve âdî ticaretin din ticareti olduğunu söyler. Dinini ticaretine aracı yapan kimse, iyi ve makbul müslüman kabul edilmez. Bu sebeple de ne Allah ne de samimi mü’minler tarafından sevilmez. Din perdesi arkasına gizlenerek işini yürüten nice sahtekâr her dönemde ve her yerde bulunabilir. Bir çok insan bunlara bakarak din ve gerçek dindarlar hakkında yanlış kanaat ve yersiz şüphelere sürüklenirler. İşte böyle kimselerin dine vereceği zarar, aç kurtların bir koyun sürüsüne vereceği zarardan daha büyüktür.
Bu yorumlar Riyazu’s-Salihin'i şerheden hadis sahasında uzman hocalara ait. Noktasına, virgülüne dokunmadan aynıyla vermeye çalıştım. Bu muhterem hocaların hadisleri anlama konusunda ortaya koydukları çalışmalar her türlü takdiri hak ediyor. Bendeniz 2000-2016 yılları arasında Fenerbahçe camiinde Pazar günleri sabah namazı sonrasında cemaate hadis dersi yaparken bu güzide eserden bir hayli istifade ettiğimi belirtmeliyim.
Bugün ülkemizde sayılarını bile bilmediğimiz kadar çok İlahiyat Fakültesi var. Müslüman coğrafyalar da bu konuda bizden geri kalmazlar. Bu fakültelerdeki çok değerli ilim adamı hocaların, sahip oldukları ilim ve birikime bakınca, gerek ülkemizde gerekse de müslüman coğrafyalarda yaşanan bunca haksızlıklara karşı, bu güzide insanların neden sessiz kaldıklarını anlamakta bir hayli zorlanmışımdır.
Her gün yeni bir ifşaatla artık herkesin malumu olan bu talan konusunda neden konuşması gerekenler susar diye düşünmeden edemiyorum.
Son yıllarda özellikle organize olmuş profesyonel bir ekip tarafından memleketin aç kurtlar sofrasına dönüştürüldüğünü anlatan ve yıllar önce verilen şu resmi beyanata bir bakalım:
Milletvekili Atila Sertel’in yazılı soru önergesini cevaplayan Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli, şu bilgileri vermiş:
“942 şirkette kayyımlık yetkileri TMSF’ye devredilmiş veya TMSF bu şirketlere kayyım olarak atanmıştır. Kayyımlık yetkileri Fona devredilen veya Fonun kayyım olarak atandığı holding sayısı 8 olup, (Naksan, Hasırcı, Boydak, Koza-İpek, Dumankaya, Kaynak, Akla, Akfel) bu holdingler bünyesinde toplam 234 şirket bulunmaktadır. Satışı yapılan şirket bulunmamaktadır. (Şimdi ise bu şirketlerden pek çoğu yandaş aç kurtara peşkeş çekilmiş durumda) Bu şirketlerin toplam aktif büyüklüğü yaklaşık 40.5 milyar TL, özkaynak toplamı yaklaşık 18.1 milyar TL, ciro toplamı 21.5 milyar TL olup, bu şirketlerde yaklaşık 44 bin 868 kişi istihdam edilmektedir.”
Kayyım atanan firmalar arasında kuyumcudan züccaciyeye, eczaneden tüpçüye, baklavacıdan markete, akaryakıt istasyonundan halıcıya kadar çok sayıda sektörde faaliyet gösteren şirket bulunuyor.
Bu ve benzeri pek çok habere bakınca bütün bir memleketin aç kurtlar sofrasına dönüştürüldüğü, doymak bilmeyen bir iştiha ile memleketin neyi var neyi yoksa her şeyinin talan edildiğini anlamak zor olmasa gerek. En dindarından tut da dine, imana düşman kesilene kadar bu aç kurtların özelliği, kendilerine emanet edilen milletin, kamunun mallarını bir yolunu bulup gasbetmek. Bunu memleketin her ferdi görüp durduğu halde, çalınan kendi malı olduğunu bildiği halde niçin sessiz kalır bunu anlamak çok zor?
Bu aç kurtlar çıraklık dönemlerinde iken, millet tarafından kendilerine emanet edilen makamlarda, konumlarının hakkını vererek(!) önce yaptıkları her işten rüşvet devşirerek işe başladılar. Tıpkı aç kurtar gibi, ilk rüşvette dişleri kanlandı bir kere..
Ardından doymak bilmeyen bir hırsla semirdikçe semirdiler. Her geçen zaman, bu aç kurtların hırs kat sayılarını artırmaya yaradı. Bu vahşi canavarlar bir taraftan kendileri milletin sofrasına saldırırken, diğer taraftan çevrelerindeki açlıktan nefesi kokan sefilleri de kendileri gibi olmaya teşvik ettiler. Bunu yaparken de “biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar” hele bir de bunlar aç kurtlar ise.. anlayışıyla etrafında toplananları da masum memleket insanının üzerine saldılar..
Bu gaspçı aç kurtlar çetesinde oynanan senaryo aynı: Servetlerine göz koydukları insanlara, ellerine geçirdikleri devlet gücünü de kullanarak, önce uyduruktan suçlamalarda bulunuyor, sonra da sözde hukuk sopasını gösteriyor ve ellerindeki imkanları göz göre göre gasp ediyorlar.
Koskoca bir ülkeyi bütün kaynaklarıyla talan eden ve her geçen gün bir sürü halinde çoğalan bu canavarlara kim dur diyecek? Topluma rehberlik yapması gereken başta hocalar olmak üzere hakperest insanlara bu konuda bir vazife düşmüyor mu acaba?
Yoksa bunlar da tıpkı bazı siyasetçiler gibi memleketi talan eden aç kurtlar bizim kurtlar; talan ettiklerinden biraz bize de taşıyorlar diye mi düşünüyorlar..
Biz buradan uyaralım, bu yapılanlar, dinen günah, hukuken suç ve ahlaken de ayıptır. İnsanlık tarihinde benzer zamanlar hep olmuştur ama bunları yapanlar hiç bir zaman iflah olmamışlardır. Bu gün milletimize bunları yapanlar da asla iflah olmayacaklardır.
Son söz olarak, aç kurtlara karşı malını, onurunu, neslini korumak isteyenlere, Efendimizin şu sözünü hatırlatalım:
Ebû Saîd el-Hudrî, (r.a.), "Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu" demiştir: “En değerli mücadele, zalim bir idareciye karşı çıkıp “adaletli ol” diyebilmektir.” Ebû Davud, Melahim 17; bk. Tirmizî, Fiten 13)